39
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2144
Okunma

Bir tepedeyim.
Ayağımın altında koca bir deniz var. Gökyüzünde dev bir takvim. Tekmil yaprakları dökülmüş. Bir kuş ağzında küçük bir çuvalla geliyor. Takvimin yapraklarını geri dikiyor birer birer. Zaman geri geri gidiyor.
İçimde bir kum saati devrilmiş. Hayaletler uçuşuyor kirpiklerimde. Tanımıyorum onları. Belki tanıyordum da unuttum. Annem bir sandalda yatıyor. Başında kimsecikler yok. Martılar bildikleri bütün besteleri unutmuş. Uçmuyorlar; öylece duruyorlar havada. Bir güneş, iki bulut var gökyüzünde. Ne güzel iğde kokuyor her yan.
Burası bilmediğim bir yer. Hiçbir şey bildiğim şeklinde değil. Bilmiyorum kimim. Bilmiyorum kiminim. Öylece açmışım iki kolumu yana, bekliyorum. Rüzgar dönüyor etrafımda. Bana değmeden, korkak ve telaşlı.
Derken yarılıyor gök.
Kedi bakışlı bir kuş konuyor burnuma. Ağzı olsa gülecek. Gözlerinden anlıyorum. Gözler güler ya en önce. Ak kanatlarında adım yazılı bir mühür. Yaklaşıyor. Yaklaşıyor. Rüzgarla karışık bir ıslık gibi çıkıyor gözlerinden kelimeler.
“Hadi konuş da sus! Ağzın mühürlenecek.”
İçimdeki bütün bastırılmış cümleler parmak kaldırıyor. Ta çocukluğumdan kalma küflü itirazlar, gençliğimden kalma ölgün hevesler, bugünüme ait keşkeler. Hepsine sözüm vardı benim. Bir gün mutlaka hepsini söyleyecektim.
“Sadece bir cümle” diyor kuş. Acıyorum içimdekilere. İki damla yaş süzülüyor yanaklarımdan. Gözlerimin yeşiline bulanmış iki eyvah. Bakıyorum denizde yüzen kayığa. Anneme bir şey soracağım. Kanatlarıyla örtüyor dudaklarımı kuş.
Susuyorum.
Su istiyor canım.
Son cümlem de olmayıversin. Benim öyküm kimseninkilere benzemesin. Bitmesin.
Karanlık yavaş yavaş dağılıyor. Çok sevdiğim bir rüyadan uyanır gibi açıyorum gözlerimi. Hastanedeyim. Başucumdaki kutu ötüyor. Bir yerlerden hatırlıyorum bu sesi. İki yanımda birkaç tanıdık. Birileri de dışarıda ağlıyor. Her şeyi duyuyorum. En sevdiğim elbisemi giydirmişler bana. Bir kadın eğile büküle Kuran okuyor. Tanıyorum onu. Bizim mahalleden. Onun evinde toplanırdık mevlit geceleri.
Gül suyu kokuyor oda. Canım çay istiyor. Elmalı kurabiye bir de. Hep dar zamanlarda acıkırım ben. Dilim damağım kurur. Şimdi dar zaman. Ama ne zaman bilmiyorum.
Çok uykum var.
Kalbim ağrıyor bir de.
Geniş salonumun tam ortasına yerleştirmişler masayı. Bugün doğum günüm. Herkes garip bir heyecan içinde el çırpıyor. Mahalleden ahretliklerim ve eski arkadaşlarımın hepsi burada.
Nuray Hanım’a bak. Ne kadar yaşlanmış. Hala bekar olmalı. Parmağında yüzük yok. Bülent Bey de gelmiş. Herkes burada. Kızlarım…Onlar yok. İzin alamamış büyüğü. Diğerinin çocuğu küçük. Olsun gelmesinler. Sağ olsunlar da.
Ama neden içim titriyor. Artık kolay inanmıyorum bahanelere. Susuyorum ama, sessiz sitemler geçiyor kalbimden. Pencereye bakıyorum. Mevsim yaz. Perde kımıldıyor hafiften. Elimi tutuyor eşim. Ellerine bakıyorum. Mor beneklerle kaplı birer çiçek tarlası elleri. Kaç kere kaldırdı beni bu eller. Tanrım, her şey ne kadar dokunaklı. İnce bir kalemle siyah bir gölge çizilmiş her şeyin etrafına. İnsanların, eşyaların. Duvardaki takdir belgelerinin, üzerinde yetmiş mum yanan dev pastanın. Bir de resmimi koymuşlar üzerine. Habersiz çekilmiş, ihtiyar bir resim…
İyi ki doğdum ben.
Keratalar yelek cebimi yoklamadan gitmiyorlar. Sanki ben bitmez bir sakız ağacıyım.
“Gene gelin olmaz mı?”
“Ama her seferinde de ağlanmaz ki anneanne.”
Annelerinin arkasına takılıp gidiyorlar sokağa doğru. Bu aralar bana ne oluyor. Hazırda hep iki damlam var.
Postacıyı görsem sarılıp ağlayasım geliyor.
Götürüyorlar onu. Bunca yıllık emeğimi.
Beyaz konfetiler yağıyor gökten. Herkes çılgınca el çırpıyor. “Ne oluyor size” diyesim var. Bir aralık bulup ağzımı açamıyorum. Rüzgar gözlerimden giriyor içeri.
İki elma kızardı koca gövdemde. Birini çoktan koparıp aldılar. Biri şimdi gidiyor. Ben ne işe yararım artık?
Tam arabaya bineceği sırada geri dönüp bakıyor. Kundağım, aç karnım, ağrılarım. Ağlamış da rimeli akmış. Duvarda eğri duran bir fotoğraf gibi bakıyor, boynu bükük. El sallıyor bana. Göğsü dalgalanıyor.
Bu kadar…
Kapatıyoruz kapıları beyefendiyle. Ev ne kadar sessiz. Yere bir peçete düşmüş. Eğilip alıyorum. Son kez silmiş kızım gözlerini, geri dönüp odasına bakarken.
“Sıraya girsene evladım. Sabahtan beri bekliyoruz biz.”
Genç gülüyor alaycı bir dudak bükümüyle. “Sizi beklersek” diyor, “Sıra ancak sizin yaşınıza geldiğimizde biter.” Yanındakiler de gülüyor. Ne günlere kaldık Ya Rabbi. Şükür benim kızlarım bunlara benzemiyor. Biz böyle miydik gençken?
Ah nerede o eski günler?
“Bugünleri de gördük çok şükür.”
“Daima şükür müdür bey.”
Sarılıp öpüyor beni arkadaşlarım. Kimi gıptayla bakıyor yüzüme, kimi kem gözlerini gezdiriyor üzerimde. Elime bir yığın kağıt tutuşturuyorlar. Hepsinde adım var. Nasıl da sabırla beklemiştim bugünü. Oysa şimdi ağlayasım var çocuklar gibi.
Asansör boşluğuna düşmüş gibiyim kapıdan çıkarken. Caddeye doğru bakıyorum. Artık bir sıfatım yok. Sanki yeni doğmuş bir çocuğum. Hiç geçmedim bu yollardan. Şu otobüslerde sıkışmadım yıllar yılı.
Arkamdan sesleniyor yaşlı odacımız.
“Allah sağlıkla yemek nasip etsin paranı.”
Bu kadar…
Babam son kez çıkıyor evin eşiğinden. Artık dönmeyecek. Bütün gurbetleri bitirdi.
Bu çaresiz bir ayrılık. Oysa o hiç gitmeyecek gibi duruyordu. Babalar ölmez ki. Nasıl ölsünler? Bir sürü işleri var onların. Dünya omuzlarına kurulu bir kere. Kıpırdayıverseler gök çatırdar.
Annem de gitti. Basma eteklerini doldurup bir çuvala konu komşuya dağıttılar. Kimseye yakışmadı o etekler annem kadar. O gidince babama yaslandım. Çok yaslandım. Yana devrildi yaşlı bedeni.
Ne olacak şimdi?
Beyefendi haberleri izliyor. Ne anlıyor kırk yıldır aynı adamlara bakmaktan bilmem. O kadar da dikkatli ki; televizyonun önünden geçsem kaşları çatılıyor. Sanki bir saniye kaçırıverirse gözlerini, adamlar onun bilmediği bir şey söyleyecekmiş gibi.
Hayat pahalı, altın fırlamış. Süleyman siyasi gelişmeler hakkında fikir beyan ediyor hala. O hiç ölmeyecek. En son o kapatıp çıkacak ışıkları bu dünyadan.
Kurdela kesiyorlar. Bakanlar bakmayanlara bir şeyler anlatıyor. Açıyorlar, kapatıyorlar. Konuşurlarken tükürükler saçılıyor ortalığa. Kalkıp televizyonun camını silesim geliyor.
Yan odadan bir hıçkırık sesi. Gidip bakıyorum. Büyük kızım yastığına sarılmış ağlıyor. Küçüğü kulağına bir şey takmış, yattığı yerde tepiniyor.
“Yavrum neden ağlıyorsun?”
“Ben aşık oldum anne.”
İçimden, ta derinlerden bir şey yıkıla yıkıla gözlerime iniyor. Ağlayasım var. Korktuğum şey, bu kadar mı çabuk gelecekti başıma? Ne demeliyim ben şimdi? Ben ne zaman büyüdüm de kızım aşık oldu?
Elimdeki leğeni yatağın ucuna bırakıp sarılıyorum ona.
Susmak en iyisi. Susmak ve sarılmak doyasıya. Sen yalnızca benimsin diyorum oysa, kızım ne anlıyor bilmiyorum.
Her akşam aynı sıkıntı. Biri bu otobüsleri toplatmalı. Avrupa’da böyle mi? Vallahi bilseler halimize gülerler. Otobüsler antika, içindekiler tarifi mümkünsüz insanlar. İtişen itişene. Hele bir de cam kenarı savaşları çıkmıyor mu? Sanki dışarı bakanlara gördüğü yerleri verecekler.
Kızlarım kapıda karşılıyor beni. Dünden söz vermiştim onlara. Arkadaşlarında kalacaklar.
“Kızım size bir haller olmuş. Bu kılığınız ne?”
“Aman anne, şimdi böyle.”
“Ben sevmiyorum ama.”
Küçüğüm, yanağıma bir öpücük konduruyor. Nasıl da biliyor işini hınzır.
“Memlekette demokrasi var anne.”
İki kardeş kol kola girip kayboluyorlar sokakta.
Artık yalnızca bakıyorum arkalarından. Hiçbir şeyin ardından koşamayacak kadar yorgunum.
Okulun ilk günü. Büyük kızım okula başlıyor. O endişeli, ben ondan ağlamaklı. “Yapma diyor” beyefendi. “Korkutuyorsun çocuğu.”
Ama ben korkuyorum. Dünya çok pis. Kızım kavanozda büyümüş bir kelebek. Çarpar düşürürler onu, koşar terler. Acıkır. Anne diye ağlar, gelmediğimi görünce kırılır bana.
Bir anne her çağrıldığı anda koşmalı yavrusuna.
“Hayır” diyor beyefendi. “O büyüdü artık. Hayatı tanıyacak.”
Ben nasıl ağlamam. Sınıfın kapısını yüzüme kapatıyor yabancı bir kadın. Aralıktan bakıyorum kızıma son kez. Elini uzatıyor bana, sanki ağlıyor.
Her taraf yemyeşil. Biri adımı çağırıyor. Çok derinden geliyor ses. Yusuf’un kuyusunda gibiyim. Yüzüme vuruyorlar. Canım yanıyor. Seslenenlerden biri eşim. Vurmayın diyeceğim. Kelimelerimi çalmışlar.
Annemin sesini duyuyorum bir zaman sonra. “Yapmayın ne olur” diyor. “Uyanır nasıl olsa.” Anne işte. Annem benim. Nasıl da biliyor içimdeki acıyı. Sesindeki hüzünlü perdeden belli.
Bir bebek çığlığı…
Bir kadın anneme “Hayırlı olsun” diyor. “Genç yaşında ikinci kez anne oldu.”
O benim.
Anne olmuşum bir kez daha. İki düğüm attım kadınlığıma. Hiçbir şey öldüremez beni artık.
Annem kapı eşiğinde ağlıyor. Babam güçlü görünüyor ama, biliyorum o annemden de üzgün. Götürüyorlar beni. Ben istedim gitmeyi oysa. Tanrım ne kadar üzgün ve mutluyum böyle. Alkışlayanlara bakıyorum. Sanki bin yıldır bu anı bekliyor gibiler. Sanki hep bu şekilde giyinip süslenip, şu kareye poz vermek için beklediler.
Gözlerimi siliyorum. Eldivenimde siyah bir leke. Rimelim akmış. Hayır, bu olmasın. Kara olmasın bugünümde. Annem gibi, bir kırık pencere önünde sabahlara kadar ağlamak istemiyorum ben.
Bir sürü hayalim var.
Son kez el sallıyorum anneme. Dayanamayıp eve giriyor.
Biliyorum çok ağlayacak bu gece.
Bugün işte ilk günüm. Ne kadar korkuyorum böyle. İnsanlar bir tuhaf mı bakıyor ne. Tanrım hiçbir şey bilmiyorum. Aklımda ne varsa silinip uçtu. Masamı gösteriyorlar.
Herkes dağılınca ellerimi gezdiriyorum eşyaların üzerinde. “İşte bu kadar” diyorum ağlayarak. “Başardım baba.”
“Seninle gurur duyuyoruz kızım. Helal olsun sana aç geçirdiğimiz günler.”
Annem diplomama bakıyor titreyerek. Sonra babam alıyor elinden yaldızlı kağıt parçasını. Ağlıyor. Babalar da ağlarmış.
İçimde garip bir mutluluk var. Bir yanım yıkılmış gibi. Fakat bir yanımda daha yeni başlamış bir şantiye var.
Mevsim kış. Durmamaca yağmur yağıyor. Annem yakamı taktı az önce. Koştu mutfağa ağladı sonra. Babamla bisiklete biniyoruz. Okula gidiyormuşum.
Hava çok soğuk. Yol uzun, bacaklarım küçücük.
Burnum üşüyor.
Nefes…
Nefes…Aydınlık.
Neredeyim. Bir kadın tuhaf tuhaf bakıyor yüzüme. Bu benim gördüğüm ilk insan. Yaşlı ve çirkin. Kaşları da çatık.
“Ağlamıyor bu!”
Ağlamayacağım tabi.
İşte ilk darbe, tokat üstüne tokat. Vurmayın. Vallahi ağlayacağım ömrüm boyunca…
*
Bir tepedeyim. Ayaklarımın altında sonsuz bir deniz. Zaman lahza oluyor. Kuş geniş kanatlarını sokuyor göğsümden içeri. Devrilen kum saatimi doğrultuyor. Sallıyor…Birbirine karışıyor bütün sesler ve suretler. Ahlar eyvahlar şükürler.
Sonra kaldırıp denize fırlatıyor kum saatini. Deniz bin parçaya bölünüyor. Annem hala bir kayıkta yatıyor. Kısa bir an bakışıyoruz. Ve dev bir cam gibi şangır şangır dökülüyor deniz…
Son cümlem yok hala.
Bitti mi?
Hayır…
...ENGİNDENİZ...