4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1668
Okunma
Her zamanki gibi aynı saatte uyandı. Gecenin karanlığında pencereye yöneldi, dışarıya baktı ve sessizce yatağına geri döndü. Aklında yine o vardı… Vedalaşamamışlardı. Şimdi, onu bir anlığına bile görmek için nelerden vazgeçmezdi ki?
Şafak vakti ezan okunurken, ellerini açtı ve gözlerini duayla kapattı.
---
Uzun, engebeli yolda ilerliyordu. Vadinin derin çukurlarında, sivri ve geçit vermeyen kayalıklar arasında umutsuzlukla boğuşuyor, gitmek ile geri dönmek arasında sıkışıp kalıyordu. Yüreği, sevdiğinin buralarda bir yerlerde olduğunu söylüyordu ama yol zor, geçitler imkânsızdı. Bir an durup gözlerini aşağı çevirdi. Yüksek, sarp kayalıklar karşısında içini ürperti sardı. Yine başaramamış mıydı? Hayır! Vazgeçmemeliydi.
Tam o anda, kulaklarına çağlayan suyun sesi doldu. Ayağının altına baktığında, kocaman bir taşın üzerinde durduğunu fark etti. Altından köpük köpük beyaz bir dere, kayalara çarpa çarpa akıyordu. Suyun akışına kapılıp, taşların üzerinden süzülerek ilerledi. Ancak bir noktada dere, taşların altından değil, artık üstünden akıyordu. Yolu kesilmişti.
Tam umutsuzluğa kapıldığı sırada, tepeden bir aracın yaklaştığını gördü. Çocukluğunda yaylalardan, suyolundan geçen araçlarla yaptığı yolculuklar geldi aklına. Cesaretle eteklerini kıvırdı, suyolu boyunca yürümeye hazırlanıyordu ki…
Birden, kar beyaz bir atın suyun içinden geçtiğini fark etti. Üzerinde, gülümseyerek yanından süzülen bir adam vardı. Gözlerini kaldırdı ama adam çoktan uzaklaşmıştı. Daha da yukarıya bakınca, gördüğü manzara karşısında nefesi kesildi.
Uçsuz bucaksız yeşil ve mavinin süslediği, aslan gibi heybetli dağlar sıralanmıştı karşısında. Vadinin içindeki yeşil ağaçların arasında beyaz taş duvarlı, kahverengi ahşap evler sıralanıyordu. Kendini bir rüyanın içinde gibi hissetti. Döndü, fısıldadı:
"Rabbim, burası cennet… Burası cennet…"
Mutluluk, hüzün ve özlem iç içeydi. Tek tek evlere baktı, içindeki soru her adımda büyüyordu:
Neredeydi?
Bir ahşap ev dikkatini çekti. Eski bir kitapçı dükkânını andıran işaretler vardı üzerinde. İçini bir korku sardı: Ya sevdiği onu görmek istemezse?
Kapının tokmağına uzandı, yavaşça araladı ve içeriye adım attı. Karşısında eski bir ahşap tezgâh vardı. Tezgâhın arkasında biri eğilmişti; yalnızca saçlarının üst kısmı görünüyordu. Kapının açılma sesiyle adam yavaşça doğruldu.
Kadın, gözlerini kaçırmadan, utanmadan, ilk kez bu kadar net baktı ona. Adamın yüzündeki tüm çizgileri, her kıvrımı tek tek içine işliyordu. Bir çift maviliğin, tüm benliğini sararak içine aktığını hissetti.
Dayanacak gücü kalmamıştı. Hasretle titreyerek, iki göz iki çeşme hıçkırarak ağlamaya başladı. Adam, tezgâhın arkasından ağır bir adımla ona doğru yürüdü. Gözleri, sesi gibi yumuşaktı.
"Buradasın…"
Kadın, sevgiyle boynuna sarıldı, titrek bir fısıltıyla kulağına eğildi:
"Ben hiç gitmedim ki…"
Ümmühan Yıldız