6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
805
Okunma
“Bu böyle gitmez. Kendini ne sanıyor bu?”
John Towne yeni kurulmuş sahneden söylenerek indi. Artık Belisarius rolünde oynayamayacağını kendisine bildiren Dutton’a hafif bir omuz atarak hana doğru uzaklaştı. Dutton böyle bir reaksiyon beklediği için aldırmadı. Daha kötüsü de olabilirdi, Towne asabi bir oyuncuydu. Dutton, biraz geride kendisini seyreden Richard Tarlton’a dönüp:
“O kadar kötü karşılamadı, değil mi?” diye sordu. Tarlton dudak büktü.
“Sanmıyorum ki fırtına uzakta çakan bir şimşekle bitsin.”
Tarlton haklıydı. Kumpanyanın ünlü komedyeni insan sarrafıydı. Bir omuz darbesi Towne’un her şeyi sineye çekmesine yetmeyecekti.
“Ne halleri varsa görsünler! Gel Richard, bakalım handaki biraların kalitesi ne durumda?”
“Dün akşamdan beri ne kadar değişmiş olabilirler ki?”
“Çok, azizim Richard, çok. Gece hana vardığımızda biz yorgunduk, biralar gençti. Bugün dinlendik, biralar da olgunlaştı.”
“Bu mantıkla borç para istiyor olsaydın, açlıktan ölmüştün.”
“Borç istiyorsan yüreğini kullanacaksın soytarılar şahı, aklını değil.”
“Aklı olan borç alır mı ki?”
…
Towne hana diğer ikisinden önce girdi. Salonda zaman kaybetmeyip, hızla yukarı, William Knell’in odasına çıktı. Kapıyı çalmadan hışımla açtı. Knell, masanın başına oturmuş, kumpanyanın harcama defterini gözden geçiriyordu.
“Bu nedir? Nasıl beni Belisarius rolünden alırsın?”
Kızgınlıktan söylecek laf bulamıyordu. Ağzı bir kaç kere ses çıkarmadan açılıp kapandı. Sonunda:
“Yo, hayır, Belisarius benim!” diyebildi.
Turnedeki Kraliçe’nin Adamları kumpanyasını yöneten Knell sakindi. Towne’u başrolden alma kararı aldığında böyle olacağını öngörmüştü. Towne eninde sonunda kabullenecekti. Ayağa kalkıp söze girdi.
“Sonsuza dek Belisarius olarak kalamayacağını sen de biliyordun. Yaşlanıyorsun John, seyirci daha genç ve yapılı birini görmek istiyor.”
“Daha genç mi? Bir generalden bahsediyoruz. Afrika’yı, İtalya’yı fethetmiş bir generalden. Hiç genç olabilir mi?”
Knell imalı bir şekilde gülümsedi.
“Rolü ilk aldığında gençtin ve böyle düşünmüyordun.”
“Gençtim ama yeteneğimle bunu hissettirmedim.”
“Gençtin ve seyirci seni seyretmekten hoşlanıyordu. Şimdi değilsin. Yeni bir kahraman lazım. Kusura bakma ama sahnenin doğası bu.”
“Seyirci dediğin taşradaki öküzler. Onlara ne verirsen gider. İnan bana, kimse onları benden fazla eğlendiremez.”
“Öküz dediğin velinimetimiz John. Senin paranı ödüyorlar. Eline bira tutuşturuyorlar. Karnını tok tutuyorlar.”
“Biz Kraliçe’nin Adamları değil miyiz? Kraliçe’nin kendisinden para almıyor muyuz?”
“Alıyoruz sevgili John, alıyoruz. Bu yüzden ahırlarda değil, han odalarında yatıyoruz. Bu yüzden kasabadan kasabaya gittiğimizde yerel otoritelerden korkmadan oyunumuzu oynayabiliyoruz. Bu yüzden öldüğümüzde kilisenin bahçesine gömülebiliyoruz. Ama gerisini senin öküzlerin sağlıyor. Onları hoş tutmalıyız.”
“O zaman beni Belisarius’tan alma.”
“Çok geç, o rol Bentley’e gitti bile. Sen Narses’i oynayacaksın.”
“Narses! Ben Narses’i mi oynayacağım? Saraydaki hadımağasını? Bana uygun bulduğun rol bu mu? Hadımağası! Hem de son perdenin sadece iki sahnesi. Ben bu muyum Knell, ben Narses miyim?”
Knell kontrolden çıkmaya başladığını gördüğü oyuncuyu yatıştırmaya çalıştı.
“Sadece bu oyunda böyle olacak. Gelecek oyunda başrollerden biri senin. Güven bana.”
“Ne demek başrollerden biri benim? Başrol tek ve benimdir zaten. Nasıl Narses oynayacağımı düşünürsün, seni bunak!”
“Haddini bil John, ağzından çıkana dikkat et.”
“Sen beni başrolden al, sonra dikkat etmesi gereken ben olayım. Öyle mi? Yok, sesimi çıkarmadım, her denileni yaptım diye beni itip kakamazsın.”
Towne Knell’in üzerine doğru yürümeye başladı. Knell önce geriye bir adım attı, sonra bunu diğerleri izledi. Sırtı şömineye çarpınca bir şeyler yapması gerektiğini farketti. Towne üzerine gelemeye devam ediyordu. Knell uzanıp aralarına sandalyeyi çekti. Bir yandan da Towne’u sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Sakin ol John. Dediğim gibi bir seferlik. Eğer oturup düşünürsen hak vereceksin. Bir de böyle deneyelim, olmazsa eski rol dağılımına döneriz.”
John Towne’ın karşısındakini dinlediği yoktu. Elinin tersiyle sandalyeyi kenara yuvarladı. Knell artık bağırmaya başlamıştı:
“Bak, pişman olacağın şeyler yapmak üzeresin. Bir daha sahnelerden ekmek yiyemezsin. Kimse sana iş vermez.”
“Umurumdaydı…”
Towne duvara dayanmış adamın yakasına yapıştı. Knell onu itmeyi denedi, birlikte yere yuvarlandılar. Towne diziyle kendisinden yaşlı rakibinin karın boşluğuna vurdu. Knell yerde kıvranırken Towne ayağa kalktı, şöminenin yanından odunları karıştırmak için kullanılan metal çubuklardan birini aldı. Bu sırada gürültüye koşan Dutton ve Tarlton içeri girdiler. Towne’ın ifadesi olanları özetliyordu. Olacaklar içinse elindeki metal çubuk fazlasıyla bir fikir veriyordu.
“Dur John! Saçmalama.”
Towne onları görmüştü ama söylenenleri duyduğuna dair bir belirti göstermedi. Yavaşça, anın tadının çıkarırcasına yerdeki Knell’e doğru yürüdü. Bu noktada yeni gelenler çılgına dönmüş oyuncunun üzerine atıldılar. Towne kollarına yapışan bu ikiliyi savuşturmayı denedi ama başaramadı. Knell ise kendine gelmiş, ayağa kalkmıştı. Biraz önceki darbenin etkisiyle hala sendeliyordu. Bu noktada Towne kendini kurtarıp Knell’in üzerine atıldı. Havaya kaldırdığı çubuğu asla indiremedi. Knell elindeki bıçağı Towne’ın boğazına saplamıştı. Kimse onun belindeki bıçağına uzandığını görmemişti. Gözler başından beri eski başrol oyuncusunun üzerindeydi.
…
Stratford’a geldiklerinde kumpanya olanların şokunu atlatmıştı. Kasaba girişinde Dutton, Knell’i bilgilendirdi:
“Sheep sokağındaki hanın sahibiyle konuştum, bize oda verecek. Hayvanları ise ahırına bırakabileceğiz. Yalnız akşam yemekleri için ayrıca ödeme yapmamız gerekiyor.”
“Pinti herif. Neyse, katlanacağız. Bir an önce sahnenin kurulmasına başlayalım. Hava karardığında bir gösteri yapalım diyorum.”
…
Sahne hemen hemen hazırdı. Knell işi hızlandırmak için hazırlıkları bizzat yönetmiş, kumpanyanın tembel elemanlarının ellerini çabuk tutmasını sağlamıştı. Gösteri yapabileceklerini farkedince keyfi yerine geldi. Yanında duran Dutton’a:
“Şu bahsettiğin hevesli genç hala bekliyor mu? Towne’dan sonra hala bir kişi eksiğiz.”
“Gelişimizden beri bekliyor patron. Çağırayım mı?”
“Çağır, gelsin.”
İnce yapılı bir adam yanlarında bitiverdi. Kaba saba bir hali yoktu.
“Okuyabilir misin?”
“Yazabilirim de. On beş yaşına kadar okula gittim.”
“Güzel, yazılanı oku yeter. Sana sadece yatacak yer ve yiyecek önerebiliyorum delikanlı. Kendini kanıtlayana dek bunlarla yetineceksin. Sonra rolüne göre günde bir şiling alırsın, o da belki.”
Genç sesini çıkarmadı. Belki para fazla bile gelmişti. Knell keyifliydi, bonkörlüğünü dert etmedi.
“Sana neyi oynayacağını Dutton gösterecek. Adın ne demiştin?”
“William efendim, William Shakespeare.”
“Peki Will, aramıza hoşgeldin.”