31
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2400
Okunma


Bülent GÖKMEN’e
Gözlerimin sevgilisi,
Sana yazmak için özellikle bu vakti bekledim. Ortalık bir durulsun hele dedim…Yalnız kalalım seninle.
Şimdi gece. Dünyanın bizden taraf olan kısmının üzerinde koyu bir örtü var. Diğer taraf şimdilik aydınlık. İki yarımküre yer değiştirmeden, seninle konuşmalıyım. Neden mi? Kalbim en çok yakınımdakiler o siyah örtünün altındayken sorularla doluyor anne…Aydınlık bütün fikrimi ziyan ediyor.
Sana insanlığa dair sorular soracaktım esasında. Biliyor musun, hepsi silindi aklımdan. Belki anlık bir itirazdı onlar, belki affettim, belki hiç darılmamıştım birilerine…Bir an insanlıktan şüphe ettiğim kesin…Ama şimdi duruldum. Hep öyle değil midir zaten? İnsanlığı “ins” köküne kadar sorgulamak isteriz bazı anlar. Sanki biz o kümenin içinde değilmişiz gibi ve sanki hiç birilerinin sorgusuna mahal vermemişiz gibi…Oysa “insanları anlamıyorum diyenlere,” gülerdim ben hep. O cümlenin öznesinde gizli sıfatı düşünürdüm inceden. Anlamayan şahsiyetin etiketi neydi? Sen hep “Kul kınadığını yaşamadan ölmez,” dersin, haklıymışsın.
Peşrevi kısa tutacağım bu kez. Çünkü artık uzun lakırdılar edecek kadar genç değilim. Ben iki kelime arası düşünene kadar, dünyadan binlerce insan geçiyor…Vakit daraldı. Aslında kısaltılmış kelimeleri yadırgamamak lazım değil mi? Darlık telaşına kapılan başkaları da olmalı. O yüzden ucube bir dille ve gerisini dinleyene yahut okuyana bıraktığımız üç noktalı cümlelerle bitiriyoruz diyaloglarımızı. Bu bizi biraz esrarengiz yapıyor.
Erdem, hakikaten steril olmak mıdır anne? Doğduğun saniyeden itibaren kirden ve lekeden pak yaşamak mıdır? Yoksa kabuğunda çürükler olsa da, içindeki temiz ve yarasız öz müdür? Biz normal insanlar, yani lekeyi de, temizliği de bileşiminde kardeşçe barındıranlar, alt ve üst tabakamızdakileri neye göre yargılamalıyız? Öyle ya; bizde her iki sıfat da mevcut. Kirli ve temiz…Bizler, hiçbir tarafa ait olamayanlar, yani acz Araf’ının sakinleri, gönül hanemize alacaklarımızı hangi kritere göre seçmeliyiz?
Bana bunu bu gece bir şekilde fısılda olur mu? Bilirsin, kafam karışık uyuduğum geceleri, yerini almak istediğim bilge rüyalarıma giriyor. Onu seviyorum aslında ama, bir bilge bile olsa koltuk sevdasından mahrum değil nihayetinde. Uykumun en sığ yerinde teklifsiz oturuyor yatağımın kenarına. Gözlerimi açmasam da güldüğünü hissediyorum. Evet bana gülüyor. Aynı durumda olsa ben de ona gülerdim, o yüzden onu yadırgamıyorum. “Sen” diyor. “Ömrünü merdiven etse, bilginin sırrına ulaşamayacak olan insan! Daha kafandaki labirentlerin sırrını bilmezken, yaradılışın özündeki bilmeceyi sorgulamak senin neyine?”
Oysa hakikati imkansız gibi görünse de, “bilen” bir mahlukat olma düşü kurmaz mı her insan? Tahammül sınırının üzerindeki darbelere “Vardır bir hikmeti” diyerek tebessüm eden, şimdiki zamanında olmayanları, bir zamanlar bol olanlarının doymuşluğuyla teselli eden, ya da yokluğu da bilgeliğin bir sırrı olarak kabul eden, siyah saçlı bir bilge olmak istemez mi pek çok insan?
Yüzüne baktıklarının kalbindeki dalgaları gören, denizin altındakileri ve göklerin üstündekileri hisseden, yeryüzünün en değerli sıvısı olan gözyaşının nemli kollarında, insanlığın canhıraş bir şekilde koştuğu akıbeti yüreğinde yaşayan bir saklı bilge olmak, ne kadar imkansız bir düş anne?
Yoksa ben bu düş hakkımı, değmemek için itina ettiğim kirlerden kaçarken mi kaybettim? Kiri bilmeyen, onun nasıl çıkarılacağını bilebilir mi? Bilmeyen bilge olur mu? Teroriler, ansiklopediler, varsayımlar atasözleri insanı bilge yapacak sihirde mi?
Sanki yaşamalıyız gibi geliyor bana. Arınmış olmaktan ziyade durulmuş olmak, yürümemiş değil, yorulmuş olmak olabilir mi beni düşümdeki bilgenin pay-ı tahtına oturtacak olan fiiler? Kavanozun içinde uçuşan sinekler tertemizdir, ama çöplüğe konanlar kadar bilge değildir anne…
“Çok daha fazla düşünmelisin,” dediğini duyar gibiyim. Haklısın. Düşünmeli insan. Bakmalı ve düşünmeli. Bakmak çıplak bir fiil, düşünmek o fiile derinlik ve mana katacak esas fiil. Ama perdeler var ve onlar cüz-i iradeyle kaldırılabilecek gibi de değiller. Bazen ağlayan bir insanın yüzünde tıbbi sebeplerden kaynaklanan kızarıklıklar görür insan. Mantık der ki; tuzlu gözyaşı naif yaradılışlı teni tahriş etmiştir. Başka bir şey göremezsin o insanın yüzünde. Hatta aptalca bile gelebilir sana mimikleri. Bu senin gözlerindeki perdenin bir delili değil de nedir? Bazen de öyle anlar olur ki; gözpınarlarında tomurcuklanan ilk damlacıklarda görürsün karşındaki insanın içindeki ah-u zarı. O titrer, sen sarsılırsın…Bu iki bakış arasındaki derinliği tayin eden bir şey var anne. Sırrı bizde değil. Düşlerimin tek geçilmez bendi bu işte. Bütün yaratılmışlardan yukarıdaki o sonsuz kudretin benden esirgemiş olabileceği erdem…O dilemezse, ben hangi ilmin eteğini öpsem, cahil kalacağım….
Bu kısma fazla itibar etmeden aşk ile yürümeye devam etmeli miyim? “Etmelisin” diyor düşümdeki bilge. Koltuk sevdası olsa da, nihayetinde o bir bilge. Açıkçası ona inanmak istiyorum. Galiba inanıyorum da…
Bir bilsen toplum hiyerarşisi ne derin yaralar açtı ruhumda. Tabi olmak zorunda olduğum bir düzenin, her sabah besmelesiz bilediği bir dişlisi olarak, öğüttüğüm her dakikanın tonlarca ağırlığı var üzerimde. Bir sürü ‘acabanın’ genzimde bıraktığı yakıcı tatla günü nihayetlendirirken, erdem ve bilgelik yolunda neleri kaybettiğimin muhasebesini yapmaksa ayrı bir acı…Yirmi dört saat çok uzun bir zaman dilimi anne. Çok hataya ve çok iyiliğe gebe. Yani bir gün, nihayetinde muhasip düşüncelerin beklediği, yer yer gizli bataklıkların olduğu bir yol. Paçalarına çamur bulaştırmadan menzile varmış olmak bir dert, tepeden tırnağa çamur olmak ayrı bir dert…Kirlenmezsen bilgelikten, kirlenirsen erdemden olacaksın. Ne kadar karışık geliyor kulağa değil mi? Ne kadar çıkmaz, ne kadar çaresiz ve ne kadar çözümsüz…Belki de öyle değildir ama. Belki erdemle bilgeliği tek fiilde kazanabileceğin bir yol daha vardır.
Hayatın en büyük imtihanlarından biri de insan yönetmek, yön verici olmakmış anne. Bir bilsen bu ne ağır bir sorumluluk…Hele sen de birilerinin işaret ettiği yöne gitmek zorundaysan…Sorguların yürümek zorunda olduğun istikameti değiştirecek kadar kavi değilse bir de…Sen yanlış gidersin, teban yanlış gider. Ortaya hep yanlış fiiler dökülür anne. İşte tam da bu öğrenmek istediğim. Kabuğu çürük ama özü sağlam bir insansan, erdemli sayılabilme yüzden ne olur? Mazeret beyan etmek ne kadar işe yarar. Beni dinleyen çıkar mı?
“Senin derdin ne?” deme bana. Bu erdemli bir bilge olmak isteyen insanların sahip olabilecekleri en büyük dert değil mi? Sadece erdemli, ya da sadece bilge olmak olsaydı menzilim, inan bu kadar çaresiz kalmazdım kararlarımda. Erdemli olmak farz, bilgelik lüks, diye düşünüyorsun belki de…Bunu anlamanı beklemiyorum anne. Çünkü bu çok özel bir aşk. Çekirdeğinde tek kişilik ama, tarifi açıldıkça insanlığı kaplayacak kadar büyük bir aşk. Çok şey değil ki istediğim; bütün fizik, kimya yahut matematik denklemlerini, edebi sanatları, astrolojik tılsımları, kainat düzlemini, yeryüzü haritasını bilmek istemiyorum ki ben. Yanlızca varlık gayemi çözümleyebilecek kadar bilgelik istiyorum anne. O sırra vakıf olduktan sonra, bütün ilimlerin kapısı ardına kadar açılacaktır bana. İçimdeki batıcı duygular ayak parmaklarımdan toprağa akacak, önyargılı bakmadığım için, hakikat ülkesindeki görüş mesafem açılacak. Hakikati görünce, insan sevgim aşka dönüşecek. Ama aynı hakikat, bana hangi insanı sevmekte daha temkinli olmamı da öğreteceği için, değmez vakalara üzülmeyeceğim. Yontamayacağım taştan kusursuz bir heykel çıkartma aymazlığına düşmeyeceğim. Bilinir mi; belki de yontulmaz sandığım kayalardan evrenin en güzel heykellerini yapabileceğim. Taşların bile bir ilmi var anne…İlmi ve dahi sırrı…
Akıp giden bu şelalede vasıfsız bir damla olmak istemiyorum, anlıyor musun? Belki dışarıdan bakılınca bencil birer arzu olarak görünüyordur düşüncelerim. Ama değil. Bu aşkın en başında uzun bir müddet kalbimi yokladım. “Neyi, ne için, neden” soruları, bana erdemli bir bilgeliği, yanlızca hakikatli bir insan olmak için istediğimi öğretti. Hakikatli bir insan, bu koca dünyayı tek başına mesut etmeye yetmez elbet…Ama kulaç genişliğinde bir alanı bile iyileştirmek, benim heyecanlı ruhum için nimet olacak anne.
Belki anladın beni, belki anlamadın. Dinledin ya, gamzelerin sağ olsun.
Her zaman söyledim, bir kez daha söylemekten gurur duyacağım; eğer Mahşer günü sana benden yana hesap soracak olurlarsa, bütün alemin melekleri şahit olsun ki, sen beni İNSAN doğurdun, İNSAN büyüttün…Eğer hataya düşmüş ya da düşeceksem, vebali yalnız benimdir…
İki gözüm, varlığım…
...ENGİNDENİZ...