16
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
4097
Okunma


Ne tuhaf! Biz insanlar başkalarının kusurlarını, hatalarını, utançlarını ve günahlarını yüzlerine vurmayı ve kalp kırmayı ne kadar da çok seviyoruz.
Hiç kimse mükemmel değildir. Dört dörtlük hadi bir de benden olsun, beş beşlik değerinde fiziki görünüme, zeka düzeyine ve düşünme yeteneğine sahip olamayız. Bu mümkün değil. İnsanız , elbette ki kusurlarımız, hatalarımız, farklı yeteneklerimiz ve zaaflarımız olacak. Bunun farkında olmak ve önce kendimizi tanımakla işe başlamak gerek .
Gözümüzü on dört açıp açık yakalamaya çalışacağımıza belimizi dik tutsak da kamburumuzu düzeltebilsek keşke. Sırtımızda olduğundan mıdır nedir, nedense kendi kamburumuzu hiç ama hiç görmeyiz. Yahu kardeşim hadi göremiyoruz, ağırlığını da mı hissetmeyiz o kamburun? Bu kadar mı hafif gelir insana kendi kusurları ve bu kadar mı acizdir insan denilen yaratık kendini eleştirmekten? En akıllı benim, en güzel benim, en becerikli benim, en korkusuz benim, en yetenekli benim… En en en… Övme beni ağzım döverim seni!
Sonra döner bana der ki; aaa senin gözünün üstünde neden kaşın var bakayım? Eee senin de var be ahmak hiç mi aynaya bakmazsın sen? Yoksa korkuyor musun kendinle yüzleşmekten? Sana ait değil mi o kaş? Değil mi? Eee pes doğrusu pişkinliğin de bu kadarına şapka atarım havaya nereye düşerse düşsün…
Dil bu kemiksiz, kıkırdağı bile yok ! Sözcüklerimize ses olsun diye konulmuş ağzımızın içine. İnsan kemiksiz diline, otuziki dişiyle sahip çıkmalı gerektiğinde. Çünkü o dilden çıkan her kelime, sahibinin karakteri hakkındaki en mükemmel ipucudur. Yüzünü, mimiklerini , gözlerini görmeden bir insanın konuşma tarzıyla karakterini analiz edebilirsiniz çoğu zaman.
Mevlâna’ nın çok sevdiğim bir sözü vardır: ‘’Öfkeliyken ölü gibi ol!’’ Hakikaten öyle, bir insanın öfkeliyken sarf ettiği sözler değil midir onu asıl ele veren? Öfkeli insan diline ne gelirse boca eder karşısındakine. Öfkeden kudurmuş gibidir ve durmadan saldırır, hakaret eder, kinini kusar adeta. İşte burada şu söz cuk diye oturuyor paragraf arasına: ‘’ Söz gümüşse sükût altındır’’Susmaktan yana değilim elbette ki ama kesinlikle yerinde ve zamanında konuşmaktan yanayım. İnsan dediğin susmasını da bilmeli, beklemeli ve öyle bir anda konuşmalı ki karşısındakiler küçük dilleriyle beraber büyüğünü de yutsunlar.
Anneannem usta bir terziymiş zamanında. Nur içinde yatsın. Anneme mesleğini öğretirken:’’ Kırk ölç bir biç kızım aman ha!’’ dermiş . Annem de bana öğretti sağ olsun kırk ölçüp bir biçmeyi ve çok daha önemli bir şey daha öğretti ki ne kadar uydum öğüdüne bilemiyorum o tartışılır da kesinlikle her iki kulağımda altın birer küpe olmuştur öğüdü:’’ Kırk düşün bir söyle!’’
Dil işte kemiksiz dedik ya;
Dürüstlükten dem vurur bazıları da durmadan. Ben şöyle dürüstüm, böyle şeffafım, asla yalan bilmem , kimseyi kırmam, borcuma şöyle sadığımdır, sözümde böyle dururum. Ben ben ben… Övme beni ağzım dikerim seni!
Herkes savunduğu kadar dürüst olsaydı eğer eminim ki dünya yuvarlak olmazdı, vallahi de olmazdı. Düz bir çizgi gibi olurdu mesela, uçsuz bucaksız sonsuz bir çizgi gibi. Yolu, yönü, hedefi belli bir çizgi üstelik…
Tanrı insanları yaratmadan önce dünyayı yarattı ve içine koyacağı yarattıklarının da hangi fıtratta olacağını elbette ki en iyi bilendi. Bu yüzden insanlara yakışır bir dünya yaratmakla işe başladı. İnsanlar gibi iki yüzlü (gecesi ve gündüzü olan) insanlar gibi yuvarlak, insanlar gibi ben merkezli ve hatta onlar kadar dönek.
‘’Dur ! Dönme dünya’’ diyesim var. Sakalım yok ki sözümü dinlesin, hani şaşırıp dursa dünyadan inesim var. Daha çok şey öğreneceğim hayattan. Doymadım, dolmadım, olmadım lâkin ‘’en ben’’ diyenlerin de yüzüne tüküresim var…
Hicran Aydın Akçakaya