37
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3312
Okunma


“Hala konuşmayacak mısın benimle?”
“Bu kez sınırı aştın.”
“Neden anlamak istemiyorsun? Zavallının feryatlarına dayanamadım.”
“Ve gidip onca insanın arasında akıl almaz şeyler söyledin.”
“Ama…”
“Ne bekliyordun Nermin? Onlar kedi. Yani dünya kurulduğundan beri aynı şekilde randevulaşıyorlar. Ama senin gibi bir…bir…Tanrım! Sana söyleyecek kelime bulamıyorum.”
Kadın elindeki kahve fincanını masaya bırakıp adamın karşısına oturdu. Sonra mahcup bir sesle konuştu.
“Tamam, kabul ediyorum. Biraz fazla tepki gösterdim.”
Adam alaycı bir gülümsemeyle kadına baktı.
“Biraz mı? Neredeyse erkek kediyi ahlak masasına şikayet edecektin. Zavallının ne şerefi kaldı ne namusu. Kadın haklarından girdin, sapık terminolojisinden çıktın. Komşuların sana nasıl baktığını görmeliydin. Dişi kedi bile acıyarak baktı sana.”
“Haklıydım. Kedinin sesindeki gizli yakarışı yüreğimin ta içinde hissettim. O an bütün ezilmiş kadınlar adımı çağırdı sanki…Kedi sesi değil de, top yekün bütün kadınlığın sesiydi duyduğum. Tarla başındakilerin, eve hapislerin, çalıştırılıp parası elinden alınanların, tecavüze uğrayanların, kandırılmışların…Sanki ben o erkek kediyi tartaklayınca Amazon nesli efsane olmaktan çıkıp bütün dünyaya hakim olacaktı. Bunu anlamanı beklemiyorum Rüstem. Sen kadın değilsin.”
Adam asabi bir kahkaha attı.
“Kedinin gizli feryadını mı duydun? Peki erkek kedinin sesindeki yürek parçalayıcı yakarışı neden duymazdan geldin? Ah, nasıl unuttum; sen kadınsın. Yapma Nermin, ben senle aynı dili konuşuyorum ama yirmi yıldır sana sesimi duyuramadım.”
Kadın arkasına yaslandı. Derin bir nefes aldı. O, koyu bir tartışmaya niyetlendiği vakit hep böyle yapardı.
“Yok, sen de ruh yok Rüstem. Rahmetli annen seni avluda doğurduğunu söylerdi hep. Betona doğduğun her halinden belli.”
Adam bozulmuş bir yüz ifadesiyle kadına baktı. Düşünmeliydi, bu sözün altında kalırsa karısı açık ara tartışmanın galibi olabilirdi. Zaman kazanmak için masadaki fincanı aldı, bir yudum içtikten sonra yüzünü buruşturdu.
“Bunun ruhla ne alakası var? Dünya gerçeklerin üzerine kuruludur Nermin. Hayaller ve ütopyalar sadece kitaplarda güzeldir. Biraz daha makul olamaz mısın? Tanrım, yerde gördüğün kesik bir topa bile dakikalarca ağladın sen.”
“Ona nasıl sadece kesik bir top gözüyle bakarsın?”
“Ya ne yapacaktım. Alıp hastaneye mi götürseydim. Beni çıldırtıyorsun!”
“ Duygu Rüstem, duygu…İnsanı insan yapan şey…Burası fakir bir semt değil mi?”
“Evet.”
“ Muhtemelen o topu fakir bir baba aldı ve küçük bir çocuk sevindi.”
“Merak ediyorum, konuyu nereye vardıracaksın.”
“Muhtemelen o top ihtiyar bir adamın bahçesine kaçtı. Ve adam topu kesti.”
Adam, başını iki elinin arasına aldı.
“Tanrım!”
“Evet, ne korkunç değil mi? O çocuğun yüzündeki umutsuzluğu hayal edebiliyor musun? Zavallıcık babasından yiyeceği azara mı yansın, topunun gözlerinin önünde telef edilişine mi? Ya ihtiyarın elinde bıçağı gördüğü anki dehşetine ne demeli?Adam çakısını topa saplayana kadar o küçücük çocuğun aklından neler geçmiştir kim bilir? Gözlerini kapat ve anı hayal et. Çocuğun yerine kendini koy.”
Adam gayri ihtiyari gözlerini kapattı. Kadın sakin bir sesle konuşmaya devam etti.
“Küçücük bir çocuksun…Evinizin taşlı avlusunda oturmuş dizindeki yara kabuğuna bakıyorsun. Kendini yalnız, yaralı ve mutsuz hissediyorsun. Burnuna, kulaklarına sinekler konuyor. Ama hissetmiyorsun. Birden bahçe kapısı açılıyor ve baban, bir elinde gazete kağıdına sarılmış bir ekmek, ötekinde mavi bir top olduğu halde içeri giriyor. Adımları ağır çekim…Yavaş…Gülümsüyorsun. Evden çıkan annen, babanın elinde sipariş ettiği ıspanak demetini göremeyince yüzünü buruşturuyor. Sinirle eve giriyor ve kapıyı sertçe çarpıyor. O sırada bahçe çitinin üzerinde tünemekte olan horozunuz, ihtişamlı kanatlarını açarak kulakları yırtan bir sesle, karşı bahçenin çitine atlıyor. Horozun karşı çite atlayışı da ağır çekim…Yavaş…Baban tam önünde duruyor. Ne diyor sana?”
Adam gözlerini açmadan cevap veriyor:
“Al sana yeni bir top. Bunu da patlatırsan, Allah belamı versin, topu ancak beden derslerinde görürsün!”
“ Duygu Rüstem, duyguyu geçtin yine. Baban sana topu uzatırken elleri titriyor.”
“Titrer tabi, kim bilir kaç para verdi.”
“Hayır, senin gözlerindeki parıltıyı görüyor ve seviniyor. Kendisiyle gurur duyuyor. Ailesindeki bir olmazı daha oldurduğu için mutlu. Bilirsin; erkekler işe yaradıklarını bilmek isterler.”
“Ben o an onu bilemeyecek kadar küçüğüm Nermin. Hem diyelim ki öyle, ıspanağı neden unutmuş.”
“Unutmamış, ıspanakla top arasında bir tercih yapmak zorunda kalmış. Çünkü hain ustabaşı o gün parasını eksik vermiş.”
“Allah’ın belası kapitalistler!”
“ Topu alıyorsun. Kalbin çarpıyor. Baban büyük bir kahraman senin gözünde. Hoplaya zıplaya bahçeden çıkıp, iki sokak aşağıdaki okulunuzun önünde top oynayan çocukların yanına gidiyorsun. Çocuklar oyunu durdurup şaşkınca sana bakıyorlar. Seni kıskanıyorlar.”
“Niye? Zaten top oynuyorlar.”
“Onların topu patlak. Seninki ışıl ışıl parlıyor. Toptaki yeni kokusu, en uzaktaki çocuğun dahi genzini yakıyor.”
“Allah Allah!”
“Çocuklara eski topu atmalarını söylüyorsun. Bir süre sana anlamsız gözlerle bakıyorlar. Top senin kolunun altında. Dolayısıyla sen güçlüsün ve egemensin. Bu gücün desteğiyle, bir süredir gizlemeye çalıştığın çürük dişinin görünmesi pahasına kocaman gülümsüyorsun. ”
“Tevekkeli dememişler, mal kimde ise iktidar ondadır.”
“Çocuklar eski topu atıp yanına yaklaşıyorlar. Çok mutlusun, seni aralarına almayanlardan gizli bir intikam alıyorsun. Onları iyiliğinle eziyorsun.”
“Vay anasını!”
“Oyuna başlıyorsunuz. Bir gol karşı takımdan, bir gol sizin takımdan…Oyunun en hararetli yerinde hiç hesapta olmayan bir fenalık oluyor.”
“Camı kırıyoruz ve hademe bizi görüyor.”
“Hayır! Top okulun bahçe duvarını aşıp, Ayşe Teyze’nin pekmezlik dut ağacına çarpıyor. Dutların iri birer dolu tanesi gibi gürültüyle toprağa döküldükleri anı gözlerinde canlandırabiliyor musun Rüstem. Ne hazin değil mi?”
“Yanlışın var! Bizim okulun etrafında dut ağacı yoktu. Ayşe Teyze diye birisi de.”
“Rüstem istersen sen sus. Sadece söylediklerimi gözünde canlandır yeter. Ayşe Teyze dutlarının telef olduğunu görünce, sinirden aklı gidiyor. Topu alıyor ve odunluğun önündeki kütüğe saplı duran orağını kaptığı gibi yanınıza geliyor. Bütün çocuklar kaçışıyor. Okul bahçesinde sadece sen varsın. Gözlerini irice açmış, hızla sana yaklaşan kadına bakıyorsun. Kadın orağı havaya kaldırınca, sen refleks olarak yüzünü sol omzuna bastırıyorsun. İçinde büyük bir korku var. Havadaki orağın kafana ineceğinden o kadar eminsin ki, Hafız Amcanın öğrettiği bütün duaları okumaya başlıyorsun. Sonra ince bir ses…Fıss…Gözlerini açtığında, önce Ayşe Teyzenin elinde iki parça duran topa bakıyorsun, sonra kadının yüzündeki dehşet verici gülümsemeye. Yaşadıklarına anlam veremiyorsun. Çenen titriyor ama ağlayamıyorsun. İki göğsünün arasına koca bir yumru çörekleniyor. Kadın topun parçalarını yere atarken dizlerinin üzerine çöküp ona bakıyorsun. ”
Adam kadına sezdirmeden bir gözünü açıp ona baktı. Kadın hırkasının bir ucunu toplayıp yüzüne yapıştırdı ve gözleri kapalı bir halde konuşmaya devam etti..
“Topu alıp boynun bükük bir şekilde eve dönüyorsun… Kalbin kırık. Babana ne diyeceğini düşünüyorsun yol boyu. Top için gece herkes yatağına çekildiği vakit ağlayacaksın. Şimdi anladın mı beni Rüstem?”
“Anladım.”
Kadın gözlerini açtı ve gülümseyerek adama baktı. Sonra hırkasını düzeltti. Kocasını bir konuda daha ikna etmenin rahatlığıyla arkasına yaslandı.
“Anladım Nermin. Allah belamı versin sen hastasın!”
...ENGİNDENİZ...