4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1949
Okunma

Gül bilmez asırlarca şiirlerin, şarkıların baş tacı olduğunu. Sevgiliye sunulan biricik çiçek olma şerefi de ona aittir. Oysa,gülün tek işi gül olmaktır. Sanatçı da böyledir işte: olması gerektiği gibidir. Kendi özgün duruşudur onu sanatçı yapan.
Ancak dünyayı sarsan düşünceler sanatçıyı etkiliyor. Uygarlık kamplara ayırıyor okuyanları. Necip Fazıl’ı sağcılar;Nazım Hikmet’i de solcular okuyor. Hangiasi usta sanatçıdır, diye sürüp giden kısır tartışmalar da cabası. Halbuki,Kaldırımların serseri çocuğu ile, Karlı Kayın ormanında yürüyen delikanlının özlemleri aynıdır. İkisi de aynı evrensel sancıyı çekerler. Onları iki bölü yapan imzalarıdır. O tanrısal dizeleri yazdıran ne sağ ne de soldur.
Gül farkında olsaydı güzelliğinin, gül familyası sağcı ve solcu diye bölünüverirdi . (Muhtemelen kırmızılar solcu olurdu!)
Etiket merakımız kapitalizmin en büyük başarısı. Sanat da cici hizmetkarı bu sistemin. Bir reklamda şiirsel sözlerin, sonunda bir banka veya deterjan için dizelendiğini anlayınca şaşırıyorum.
Markalar içimize içimize işlemiş artık.
Bir edebi esere bizi ilk yönelten de yazarı değil mi? Filanca yazar ne yazdıysa okurum, diyebilecek kadar kapılmışız bu rüzgara.
İnsan niye şiir , roman, hikaye okur? Öğrenmek için değil bir kere. İçimizde derinlerde bir yerde sürekli doyurulmayı bekleyen çeşit çeşit canavar var. Kimi her gün aynı duayı yüz kere tekrar etmemizi, kimi de yepyeni denizlere yelken açmayı ister…hangisi üstün gelirse ona yönelir kişi.
Özgürlüğü reddeden ruhlar ideolojisi kesin ve net olan yazarların kollarında uyuşup kalmaktan hoşnutturlar. Onların klişe öğretilere ihtiyacı vardır. Yeni ve bilinmeyen bir eser gördüklerinde korkularından ölürler, akılları ruhlarından ötelere gidecek diye.
Çocukken sadece kelimeler ilgilendirirdi beni okurken. Yazar ve şair adları umrumda değildi. Sınıfın fakir dolabındaki her kitabı defalarca aynı heyecanla okurdum. Büyüdükçe başladı seçimler, bazılarına fanatikçe bağlanarak…
Halk türküleri de çocuklar gibidir. Altlarında imza yoktur; fakat her yürekte yeni anlamlar yeşertirler.
İnsan kendisini doğrulayan yazarların eserlerini okuyarak rahatlar. Tam da benim gibi düşünüyor diye. Halbuki, manaya odaklanan kişi kaçırır şiiri. Yazara bağlanan da tek tip düşüncede debelenip durur.
Özgün eserleri okumaktan sakınan kişileri bilirim, önlerine açılacak yeni bahçelerden öcü görmüş gibi kaçarlar. Bir inancın üyesi olmak garanti altına almaktır hayatı. İsimsiz bir eseri okumak ise bilinmedik bir denizde yüzmek gibidir.
(Burada, elleri değil gözleri öpülesi yazar ve şairlerin varlığını yadsımak istemiyorum. Diğer taraftan bir büyücü gibi maharetli, fakat insanlıktan nasibini almamış olanları tarihin çukuruna göndermek gerektiğini düşünüyorum. Hitlerin Kavgam kitabını – bu bir eser midir?- değil elime almak, okuyan birini gördüğümde yüzümü çeviririm.)
Tasavvufun az okunmasının sebebi de bu. İçindeki deryanın enginliğinde kaybolmaktan ürker kişi. Mansur’u uyarmıştı hocası; daha ilerisi kafirliktir, diye. Mansur o deryada boğulacağını bile bile vazgeçmedi.Kalıp öğretileri gençlere dayatan sistemler de korktu tasavvuftan, onu ya bir dinmiş gibi gösterdi ya da terimlere boğarak şifrelere dönüştürdü. Çözene aşk olsun dedirterek.
Güller, türküler, çocuklar...onlardan öğreneceğimiz çok şey var.