kasların aşkı sıska olur
Kerim’e telefonda bu görüşmenin çok önemli olduğunu söyledim.
--Hayatım bu ne acele, bir saat sonra olsa olmaz mı ? Antrenmandayım, dedi.
--Olmaz, on beş dakika sonra her zamanki yerde buluşalım, dedim ısrarla.
Böyle emredici konuştum ama biliyordum ki o, asla zamanında gelmeyecek, yine beni bir saat bekletecekti. Olsun, dedim, nasılsa bu son bekletişi olacak. Tadını çıkarsın. Bu arada ben de söyleyeceklerimi bir kere daha gözden geçiririm.
Her zamanki gibi, meydandaki kafeye gidip oturdum. Çay aldım. Düşünmeye başladım. Konuya nasıl girsem? En iyisi pat diye söylemek: Ayrılmak istiyorum…Tabii, önce inanmayacak. Kapris yaptığımı düşünecek. Yüzünün halini görür gibiydim. Allak bullak bir Kerim suratı.
Bir yıldır çıkıyoruz Kerim’le. İkimizin de okulu yeni bitti. İş dünyasına atıldık. Kendimize bir hayat, bir gelecek kurma aşamasındayız. Sıra evliliğe gelmişti bile. Ancak, düşündüm taşındım; değil evlilik yapmak, ona bir gün dahi katlanamayacağımı anladım. Bütün şirinliği, yakışıklılığı yerin dibine batsın.
Kerim, dünyaya tek bir şey için gelmiş. Vücut geliştirmek…Her gün en az üç saati spor merkezlerinde geçer. Yakında birinde bizzat çalışmaya da başlayacak, fitness hocası olarak. Buluştuğumuzda, bir saat boyunca, salonda duyduğu iltifatları bana aktarır.. Ardından da benim bu çok önemli konulardaki fikrimi sorar.
--Nasıl, omuzlarım biraz daha geniş olmuş mu?
--Bacak kaslarım nasıl ?
--Bu saç modeli yakışmış mı?
--Tatlım, Van Damme’e benziyor muyum ben? Bir kız ona benzediğimi söyledi de bugün.
-- Söylesene canım, Tom Cruise mi yakışıklı ben mi?
Kerim, gerçekten de Tom Crousi’e benziyordu. Ama artık, o canım Tom Crousi bile gözümden düştü. Woody Allen gibi sıska, çirkin bir adamı ona tercih ederim. Meğer ki bir gram akıl olsun beyninde.
Anılarımda büyük bir hayat dersi olarak yerini alacak bu ilişki. Kerim tipik bir narsist . Var mı dünyada benden güzel? Buna kesinlikle inanıyor. Müthiş karizması, müthiş kaslı vücudu, müthiş ..müthiş…
O müthişlerin adamı…
Bu güzellik hastalığı, her geçen gün dozunu artırarak ilerlemeye devam edince, onu düzeltmeye, değiştirmeye çalışıyorum bir süre. Kerim’in sorunu, iç dünyasının zayıflığıydı bana göre. Eğer onun içini doldurmayı başarırsam, her şey yoluna girecekti.
Ona şiir kitapları, romanlar aldım. Birlikte sanatsal filmlere gittik. Hatta şehir tiyatrolarındaki tüm bale ve tiyatro gösterilerini takip ettik. Yok. Hiçbir sonuç alamadım. Zira Kerim, sinemada uyuyordu. Tiyatroda ise , sıkıldım hadi çıkıp bir şeyler yiyelim, diye sıkıştırıyordu beni. Şiir ve romanlar da hiç kapağı açılmamış bir şekilde tozlanmaya terk edilmişti.
Çarşıda vitrin camlarında, kendini seyreden bir erkek. Kaç kere, yeter artık, diye kolundan tutup çekelediğim olmuştur onu. Sonra, ansızın dalardı bir mağazaya;
--Hayatım, sence bu gömlek bana yakışır mı? Harika bir deseni var….
…….
Onunla giysi mağazalarını dolaşmaktan nefret ediyordum. En sevdiği yerler, yiyecek dükkanlarından sonra mağazalardı. Dener, çıkarır, tekrar dener, almadan giderdik. Pahalı gelirdi çünkü. Ama o kafasındaki listeye yazardı, gömleği ya da kazağı. Parası olunca almak üzere.
Ah, nerden tanıştım ben bu çocukla! Hep Gülsüm’ün yüzünden. O gün bana, hadi gel, Murat’ın basket maçını izlemeye gidelim, demeseydi, görmeyecektim Kerim’i.
Tanrım demiştim, onu görünce, bu ne yakışıklılık. Değme mankenlere taş çıkarır. Beni beğeneceğini de sanmazdım hiç. Ondan gözümü alamayınca bana yaklaştı. Birdenbire kaynaştık. Şimdi anlıyorum ki, Kerim benim ona duyduğum hayranlığa aşık olmuştu. Ben onun umurunda değildim. Yani, derdi beğenilmek ve sevilmekti sadece. Sevmekse kocaman bir yüktü…
Üç gün önce yaşadıklarım bardağı taşıran son damla oldu.
O gün, yağmura yakalanmıştım, elbiselerim vıcık vıcıktı. Üstüne, bir saat otobüs yolculuğu yaptıktan sonra, titreyerek eve geldim. Fena üşütmüşüm. Gülsüm, ev arkadaşım, çok telaşlandı, buzlu kompresler yapmaya başladı. Ama ateşim bir türlü düşmüyordu. İlaç lazımdı. Gülsüm’ü dışarı bırakmadım. Yalnız kalmak istemiyordum.
Kerim’i aradık tabii ki, sevgilimi. Benim hiç halim yoktu. Gülsüm konuştu:
--Kerim ya, sen salak mısın oğlum, anlamıyor musun? Sana diyorum ki, ilaçları al, hemen gel, kız ateşler içinde yanıyor.
Gülsüm, beni unutmuş avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Sonunda, öfkeyle kapıyı çarpıp çıktı, kısa bir sürede bir torba ilaçla geldi.
Bana ilaçları verirken söylenip duruyordu:
--Ne bu ya, adam olmaz bundan. Sen yandın kızım. Bir de evlenmeyi düşünüyorsunuz. Gülerim haline senin. Bundan koca filan olmaz. Kötü gününde yanında olmayan insandan hayır gelmez. Neymiş, antrenmandaymış, terliymiş, şimdi çıkamazmış, daha bir sürü hareketi varmış yapacağı. Ve bir de utanmadan diyor ki: sen ne güne duruyorsun..
Ben hastalığın da verdiği duygusallıkla ağlamaya başladım. Boğazım şişmişti, çok canım yanıyordu . Gülsüm haklıydı. Ne zamandır bunu biliyordum ama kendime itiraf edemiyordum. Onu sevdiğime inandırmıştım kendimi. Ondan vazgeçmek mümkün değildi sanki. Bir bağımlılıktı Kerim bende, bir uyuşturucu gibi.
….
Yarım saat geçmişti. Bizimki güya hemen gelecekti. Ben bir çay daha söyledim.
Nihayet, kasların prensi göründü. Salına salına geliyordu. Beni görünce gülümsedi, sıçrayıp bitti dibimde.
--Beklettim kusura bakma. Nasılsın şeker? dedi.
Keyfi yerinde, besbelli bugün çok iltifat almış.
--Pek iyi sayılmaz, ama konuşmalıyız acilen, dedim.
Bir sandalyeye oturdu. Hiçbir telaş ve endişe yoktu yüzünde. Ama dur. Sana neler edeceğim:
--Kerim, iyi dinle, şu anda seninle tarihi bir konuşma yapacağım, dedim, kararlı.
Yüzünde, bir merak oluştu sonunda, bu da bir şeydir.
--Hayırdır, evlilik gününü mü belirledin yoksa, dedi, gülümseyerek.
Bir süredir, bana evlilik işlemlerini başlatmam için baskı yapıyordu. İyi bir sporcunun düzenli hayatı olmalıymış, bu yüzden.
Öfkem öyle kabardı ki, vurmanın tam sırası:
--Kerim, ayrılmak istiyorum, deyiverdim.
İnanmaz gözlerle baktı. Sonra, müşfik bir yüz ifadesiyle.
--Tatlım, dün için kızgınsın biliyorum. Ama emin ol, yanında Gülsüm olmasaydı gelmez miydim? Hem dün önemli bir maç vardı, kaçırmak olmazdı. Bu akşam da milli maç var, birazdan, Murat’a gideceğim.
Saatine bakıyor. Ben iyice demlenmiş bir öfkeyle tane tane konuşuyorum.
--Kerim, istediğin yere gidebilirsin. Ama şunu bil ki, beni artık asla arama, bu ilişki bitti. Hoşça kal, deyip ayağa kalktım.
İlk kez telaşlı, kolumu yakaladı:
--Dur , nereye? Tatlım bunu yarın konuşalım. Sabah seni ararım tamam mı? Sen şimdi git yat. Bak hala solgunsun biraz.
Hızla yürüdüm, gittim.
Sabah beni aradı, cevap vermedim. Gün içinde sürekli aradı, hiç açmadım telefonu. Akşam eve gelir diye, gidip başka bir arkadaşımda kaldım.
Ertesi gün iş yerime damladı. Onu ilk kez bu halde görüyordum. Yüzü karmakarışıktı. Sanki ona birisi hayatta çözemeyeceği bir problemi vermiş ve çöz, diye dayatmıştı.
--Sibel, bir tanem, ne oldu, neden cevap vermedin telefonlarıma?
--Kerim, hala anlamadın mı? Biz ayrıldık.
--Yok, olur mu, böyle saçmalık, ne demek ayrıldık?
Gözlerimin içine bakıyor. Bu, doğru mu? Ben de; evet, doğru, diye cevaplıyorum bakışlarımla. Zavallı kaslı Kerim, hayatında ilk kez bu kadar duyarlı ve empatik.
--Yok, yok…bu imkansız, diyor, çaresizce.
Ağlamaklı bakıyor yüzüme, birden ;
--Sibel, yoksa beni artık yakışıklı bulmuyor musun? diyor,
Burada gülmeliydim. Ama içimden ağlamak geliyor. Çocuk Kerim’e ağlamak istiyorum. Senin büyümene, olgunlaşmana engel olan şey neydi? Anla, seninle yapamam. İmkansız.
Kerim, ağlamaya başlıyor. Onun gözyaşlarıyla hiç tanışmamıştım daha önce. Yüreğim burkuluyor. Fakat, bunun geri dönüşü olamaz.
Bir ay boyunca yalvardı bana. Ağladı, yerlere kapandı. Kaçtım ondan. Bir hafta izin alıp, taşradaki ailemin yanına gittim.
O, benim için değil, kaybettiği sevgiye ağlıyordu. Ne güzel, birisi onu bedavadan sevivermişti. Gerçi salonlarda az ter dökmüyordu çocuk(!)
Beni bulma imkanı kalmayan Kerim, bana tehdit mesajları çekmeye başladı. İşi oraya götüreceğini sanmazdım. Telefon numaramı değiştirip bu ezadan da kurtuldum. Sonsuza kadar kas görmek istemiyordum artık.
Aşka ara verdim. İnsanı seven, sevmeyi bilen biriyle karşılaşana kadar.
……………………..
müget / İstanbul
2. öykü / 22.09.09 / 12:00
YORUMLAR
bana beni benim gibi anlayan biri gerek..
diyebilirim ancak bu uzun öykünün ardından.
Günümüzün gerçekliğinde böylesi detaycı yaklaşımlar içinde kaybolup gidiyor aşklar. kerim kaybettiği sevgilisine üzülüyor sibel ise kaybettiği zamana.. kerim kaybettiği ve kazanamayacağını bildiği bir şey için çabalamak ve kendin değiştirmek yerine bir süre sonra çirkefleşiyor ve kötü insan oluyor.. sibelse gerçein acımasız yüzüyle karşılaşıyor ve kaçıyor bu insandan.. telefon numarasına varana kadar değiştirip.
günümüzün çıkarcı dünyasında aşklarda şiirselliğini kaybediyor, saflığından ödün verip niteliksiz objeler haline geliyor..
dedim ya anlamak ve anlaşılmak insanlığın en temel özü..
sevgimle.
Bu güzellik hastalığı, her geçen gün dozunu artırarak ilerlemeye devam edince, onu düzeltmeye, değiştirmeye çalışıyorum bir süre. Kerim’in sorunu, iç dünyasının zayıflığıydı bana göre. Eğer onun içini doldurmayı başarırsam, her şey yoluna girecekti.
Ona şiir kitapları, romanlar aldım. Birlikte sanatsal filmlere gittik. Hatta şehir tiyatrolarındaki tüm bale ve tiyatro gösterilerini takip ettik. Yok. Hiçbir sonuç alamadım. Zira Kerim, sinemada uyuyordu. Tiyatroda ise , sıkıldım hadi çıkıp bir şeyler yiyelim, diye sıkıştırıyordu beni. Şiir ve romanlar da hiç kapağı açılmamış bir şekilde tozlanmaya terk edilmişti.
................................................
yaaaaaaaaaaaaa
bu kaleme
yazmak
ÇOK YAKIŞIYOR.
bir çırpıda okuttun müget.
ÖYKÜDE inci aralı soluyorsun
daim.
SAYGIMLA.
O, benim için değil, kaybettiği sevgiye ağlıyordu. Ne güzel, birisi onu bedavadan sevivermişti. Gerçi salonlarda az ter dökmüyordu çocuk(!)
Beni bulma imkanı kalmayan Kerim, bana tehdit mesajları çekmeye başladı. İşi oraya götüreceğini sanmazdım. Telefon numaramı değiştirip bu ezadan da kurtuldum. Sonsuza kadar kas görmek istemiyordum artık.
Aşka ara verdim. İnsanı seven, sevmeyi bilen biriyle karşılaşana kadar.
İçi seni yakar dışı beni yakar diye bir söz vardır, bu söz sizin karakteriniz için yazılmış gibiydi.
Güzel ve akıcı yazınızı kutluyorum...