48
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4032
Okunma


Genç adamı ayakları rıhtıma kadar güçlükle taşıdı; gözleri ufukta sabit bir noktaya kilitlenip öylece kaldı. Bir süre dalgın dalgın düşündü. Hemen önünde iki martı denize atılan simidi çığlık çığlığa paylaşmaya çalışıyordu. Bazı insanlar vapura yetişmek için telaşlı adımlarla koşarken, bazıları da aheste aheste deniz kenarında yürüyüş yapıyordu. Hemen yanındaki bankta iki sevgili sarmaş dolaş etrafındaki meraklı gözleri görmezden gelirken, genç adam dalgın bakışlarını ağır ağır aşağıya doğru indirdi. Başı müthiş ağrıyordu. Az ilerideki banka doğru yürürken gözleri âşıklara takıldı. Derin bir “ah!” çekti.
Banka oturdu. Ağrıyan başını avuçları arasına aldı. Parmaklarıyla şakaklarına hafif hafif masaj yaparken, sevgilisinin sözleri kulaklarında çınlıyordu. Oysa ne hayallerle gelmişti yurduna, sevdasına… Başını tekrar kaldırıp gözlerini simit kavgası eden martılara dikti. Leyla’yı ilk gördüğü günü anımsadı.
Yirmi yıl önceydi. Kış yeni yeni yerini bahara bırakırken kırlar yemyeşil yeşermeye, çiçekler açmaya başlamıştı. Vakit ikindi üzereydi; okuldan yeni yelmişti Hakan, evlerinin önünde arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Birden karşıdaki boş evin önündeki eşya yüklü kamyona takıldı gözleri. Kamyondaki eşyaları, birkaç çocuk ve birkaç büyük insan taşımaya çalışırken ürkek gözlerle etrafı kolaçan ediyorlardı. Hakan bir süre kamyonu ve eşya taşıyan çocukları izlemiş, sonra utana sıkıla onlara yardıma gitmişti.
O zamanlar Hakan sekiz yaşındaydı, ikinci sınıfa gidiyordu. Yeni gelen komşularının kızı Leyla da Hakan’la aynı yaşta olduğu için, Hakan’la aynı sınıfta ders görmeye başlamıştı. Leyla’nın ailesi varlıklı olmasına rağmen kan davası yüzünden, memleketlerinden kaçar gibi göç etmişlerdi; onun için bu kadar tedirgindiler.
Hakan, sınıfta Leyla’nın yabancılık çekmemesi için sürekli onunla birlikte olmaya, onu oynadığı her oyuna dâhil etmeye çalışıyordu. Birlikte ders çalışıp konuşuyorlardı. Bir gün teneffüste kovalamaca oynarken Hakan, uzunca bir süre kovaladığı Leyla’nın belinden kavrayarak onu yakalamıştı. Kız kurtulmak için çırpındıkça Hakan daha sıkı sıkıyordu. Ne olduysa o zaman olmuştu… O zamana kadar hissetmediği bir sıcaklık hissetmişti kızın teninde. Duyguları karışmıştı, kızı bırakmak istemiyordu. Bu duygunun ne olduğunu tam çözemese de sürekli Leyla’ya yakın olmak, her anını onunla geçirmek istiyordu. Hakan âşık olmuştu…
Leyla için de durum farklı değildi. Sanki görünmeyen bir güç onu sürekli Hakan’a doğru çekiyordu. İki çocuğun bu sevgileri okul bitimine kadar hep aynı sıcaklıkla devam etmişti. Hakan dördüncü sınıftayken babasını bir trafik kazasında kaybedince dünyası kararmıştı. Annesi ev kadını olduğu için çocuklarını okutacak, doyuracak parası yoktu. Kadın çaresiz her bulduğu işe gitmeye, elinden geldiği kadar çocuklarına sahip çıkmaya çalışırken Hakan’da okul çıkışları eve katkı sağlamak için ne iş bulursa yapmaya başlamıştı. Ayakkabı boyamak, su satmak gibi…
Güç şartlar altında okulu bitiren Hakan, ortaokula kaydını yaptıramazken Leyla okumaya devam etmişti. Hakan evinin geçimini sağlamak için çalışmak, annesine ve üç kardeşine sahip çıkmak zorundaydı. Leyla ile hâlâ görüşüyorlardı ama eskisi kadar sık değildi. Bazen sinemaya, bazen de parka gidiyorlardı. Yıllar geçtikçe sevgileri daha bir derinleşmişti.
Leyla üniversiteye giderken, Hakan da vatan görevini yapmak için askere gitmişti. Askerdeyken hep mektuplaşmışlardı. Askerden dönüşünde, doğru dürüst iş bulamayan Hakan yurt dışına gidip çok para kazanma derdine düşmüştü. Böylelikle Leyla ile arasındaki uçurumu kapatacağını düşünüyordu. Leyla’nın okuyup ta kendisinin okuyamaması Hakan da aşağılık duygusuna kapılmasına neden olmuştu ama Leyla hiç böyle düşünmüyordu. O, Hakan’ı ilk günkü gibi seviyordu. Hakan, düşündüğünü gerçekleştirip turist olarak yurt dışına çıktı. İlk zamanlar çok zorluklar çekmişti. Turist olduğu için en zor işlerde çalışıp, polisten köşe bucak kaçıyordu, sürekli adres değiştiriyordu. Bu arada annesine ve Leyla’ya vakit buldukça sık sık mektup yazıp onlardan haber alıyordu.
Hakan üçüncü yılın sonunda nihayet kadrolu bir iş bulup çalışma izni almıştı; ama Leyla’nın mektupları bıçak gibi kesilmişti. Annesine, Leyla’nın mektuplarına cevap vermediğini, neler olduğunu sorduğunda da doğru dürüst cevap alamamıştı. Aklını yitirmek üzereydi, deliye dönmüştü. İş yerinden hemen izin alıp bavulunu topladığı gibi memleketine, Leyla’sına, annesine, uçarak gelmişti adeta. Sürpriz yapmak istediği için haber vermemişti ama asıl büyük sürprizi Leyla yapmıştı Hakan’a. Evlenmişti. Hakan’ın annesi Leyla’nın evlenip İzmir’e yerleştiğini, orada bir okulda öğretmenlik yaptığını anlatınca Hakan çöktü adeta. Yıkıldı. Bunca yıl Leyla’ya kavuşma umuduyla bütün zorluklara katlanmıştı.
Leyla, üniversiteyi bitirince ailesinin zoru ile amcasının oğlu ile evlenmişti. Her ne kadar evlenmemek için karşı çıktıysa da töreler okumuş veya cahil dinlemiyordu. Herkes için aynı işliyordu töre ve Leyla da töreye kurban gidenlerdendi. Gönlü Hakan da olmasına rağmen bedenini kocasına götürmüştü. Hep de öyle kalacaktı… Sevgisiz bir evlilik… Birçokları gibi…
Hakan, Leyla evlenmiş olsa da onu görmeden gitmek istemiyordu. İzmir’e gitti ve Leyla’nın çalıştığı okulun yakınlarında bir köşede Leyla’yı beklemeye başladı. Ders sonu zili çalınca çocuklar birbirini iterek sınıflardan çıkıp sokaklara birer ikişer dağılırken Leyla da sokağın köşesinde görünmüştü her zamanki zarafetiyle.
O an Hakan’ın kalbi duracak gibi oldu. Bulunduğu yerden ağır adımlarla Leyla’nın yoluna çıktı.
“Merhaba Leyla” dedi. Leyla, birdenbire karşısında beliren sevdiğine baktı. Hayalet görmüş gibi oldu, gözlerine inanamadı. Ellerini çimdikledi. Uyanıktı. Gördüğü ne hayaldi ne de rüya… Karşısındaki adam Hakan’dı.
“Merhaba” diye karşılık verdi Leyla titreyen sesiyle. Sesinin titremesi yanında, boğazına da yutamayacağı kadar kocaman bir yumru takılmıştı. Boğulacak gibi oldu.
“Seni görmeye geldim” dedi Hakan. Leyla, artık titriyordu. Gözlerinden yağmurlar yağarken boğazındaki yumru daha da büyümüştü.
“Geç kaldın! Aşkımızı hiçe saydılar! Geç kaldın! Sevgimize kıydılar, törelere uydular, geç kaldınnnn!” diye bağırdı. Hakan da Leyla’dan farksızdı, o da ağlıyordu. Bir süre birlikte yürüyüp ağladılar. Kavşağa gelince Leyla; “artık evime gitmeliyim Hakan, bana gelmek için çok geç kaldın.” Dedi ve yürüdü. Hakan, sevdiği kadının ardından baktı gözden kayboluncaya dek. Gözyaşı döktü. Sonra, dönüp rıhtıma doğru yürüdü. Bir vapur acı acı düdüğünü öttürdü. Bir yolcu meçhule doğru yola çıktı.
GEÇ KALDIN
Uzaklaşıp gittiğin gün dünyam karardı
Yüreğimi acıların peşine saldın
Gözümde yaş parmağımda bir yüzük vardı
Yokluğunda yok edildim, neden geç kaldın?
Geç kaldın, aşkı hiçe saydılar
Geç kaldın, sevgimize kıydılar
Geç kaldın, törelere uydular
Geç kaldın!
Yıllar yılı döneceğin günü bekledim
Sen canımdın bilsen seni nasıl sakladım
Yazdığın o mektupları öpüp kokladım
Yokluğunda yok edildim neden geç kaldın
Söz: Musa KALKINÇ (mkal )
Beste: Sinan ÖZŞEKER
Müzik: Coşkun ERDOĞAN
Öykü: Emine UYSAL
06.04.2011
Not: Öykü, yaşanmış hayat hikayelerindendir. Önce Musa Bey tarafından şarkı yapılmıştır. Ben de aslından kopmadan öyküleştirmeye çalıştım. Her insan bir dünyadır. Dünyanız aydınlık olsun.