2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
907
Okunma

Son üç gün içinde bence hiç yaşanmaması gereken birtakım olaylar yaşadım.bunu kaleme almak istememin tek sebebi ise sadece örnek olması adınadır..
Kendi kendime her zaman içinde bulunduğum yaşamın olayların kritiğini yapmak, muhasebesini çıkarmak, akıl defterimin kar ya da zarar hanesine kaydetmek gibi bir özelliğim vardır. Şöyle bir baktım geçmişe doğru, profilime bir göz attım… Kalemi 8 Nisan 2009 da “bir tohumun kırk yılı” adlı yazımla başlamışım.
Ne çok kalemini ilerletmişsin diyenler oldu. Boş iş bunlar, başka işin mi yok diyen oldu. Kızlarımla bilgisayarı ortak kullandığımdan, işgalimden kurtarmak için zaman zaman onlar isyan ettiler “Anne işin mi yok? Git kek, börek yap herkesin annesi gibi günlere git” dediler. Güldüm onlara; ne de olsa çocuklar ve ellerindeki bir bakıma oyuncaktan öte yeni neslin en büyük vaktini alan zorunlu bir iletişim aracıydı. Çocukları olan dostlarım beni çok iyi anlayacaklardır. Sonuçta etrafımdaki herkes kabullendi durumu. Artık destek bile veriyorlar…
İlk yazıya başladığımda gerçek adım yerine “esmize” rumuzunu kullandım. Nedense konuya öyle yabancıyım ki; açık vermek endişesi, birazda kendimi saklamak isteği, duygularımı belki saklamak adına kızlarımın isimlerinin ilk iki harfinden oluşan bu mahlası kullandım.(ESra Mİrac ZEynep) sonrasında galiba biraz cesaretlendim kendime; “ayıp bir şey yapmıyorsun ki, saklayasın yaz ismini altına” diyerek ismimi de bu mahlasla beraber kullanmaya başladım.
8 Nisan 2009 kalemi ilk elime alış tarihim o güne kadar değil şiir, yazı, mani bile yazmamıştım. Pek öyle şiire edebiyata merakımda yoktu. Edebiyat not almak adına lise yıllarında fen bölümünde okurken zoraki okunması gereken bir dersti sadece. Ama roman, hikâye, öykü, çok okurdum. Bundan başka; şiir yazı vs. ile en ufak haşır neşirliğim yoktu..
İlk aşk…Yetişme tarzımız bize aşkın tek olduğunu öğretmişti..İlki, sonu yoktu. Hepi topu birdi, tekti ve sonuç evlilik olmalıydı.Üniversiteye başladığım yıllarda sınıf arkadaşım bana aşık olmuştu. Ancak ben öyle aman aman sevmemiştim onu. O bana şiirler döktürüyordu Her gün defterimin arasında yeni yeni şiirler buluyordum. Düşünüyorum da bana yazılan şiirimi sevdim, sevilmeyi mi sevdim. Kader miydi? Yoksa beni Ferdi mi kandırdı? Ferdi kim derseniz, hepinizin bildiği arabesk müziğin duayenlerinden Ferdi Tayfur.
Ne alaka demeyin. Ferdi başladı mı o yanık sesi ile şarkısına “Çeşmenin başına bir güzel inmiş/Eğilmiş zülfünü suya düşürmüş…” Şu an eşim olan kişinin bana yazdığı şiirlerle ben suya inen güzel oluyor, yetmezmiş gibi zülüflerimi de suya düşürüyordum…bazen de “yemeni bağlıyordum telli başıma, zülüflerim dökülüyordu hilal kaşıma” yanında “ümidim sevincim sensin Perihan” diye şiirler döken bir adam…pes etme vaktim yaklaşıyordu artık.O hastalanmış, hatta hayata küsmüştü müthiş bir acıma şu an Bursa da merkez bir ilçede mal müdürü olarak görev yapan çok sevdiğimiz ortak sıra arkadaşımız bana gelip “yazık, artık yeter acı bu çocuğa tükendi okuldan atılması yakındır “ sözleri ile beni biraz da o ikna etti. bir baktım evet demişim..(Taner vebalim boynuna desem :))) kıyamam ki arkadaşım sana) Nasıl evet dedim, neden dedim, sevdim de mi dedim, acıdım da mı dedim bilmiyorum ,Belki de tek suçlu Ferdi. İşte yazıya başladığım 2009 ömrümün 40.yılına kadar geldik, hala yürüyoruz… Ağladık, hırpalandık ayrıldık, barıştık herkes gibi belki de…
Çok sıkıntılar yaşamış gördüğüm göreceğim o birkaç şiirden sonra arkası gelmemişti. Yokluk varlık, azlık çokluk. Hayatın herkesin yoluna dikenler döşediğini bilmeyen yoktur ama sanırım benim yolum biraz daha fazla dikenlerle örülüydü..İşte tam kendimi kabuğuma çekip, hayata küstüğüm o günlerde içimde biriktirdiğim; acı, sevinç, göz yaşı, mutluluk, aşk, evlat, öğrencilerim, ana ata sevgisi,değerlerim, öfkelerim,isyanlarım … her şeyden öte Allaha olan sonsuz inancım (bunun için ne kadar Hamd etsem azdır), köklere bağlılık iyi insan olmak adına beynime kazılan düşünceler, börtü böcek, kelebek aklınıza gelebilecek her şey bir yanardağdan patlama ile fışkıran lavlar gibi kalemin ucundan satırlara akıyordu..Ben kendimi yazarken, yazılanları okuyor sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Defterim hep yanımdaydı. ”Edebiyat Defteri” her gün ilk iş olarak açıyor ona içimi döküyor, hayallerimi paylaşıyor etrafımda sevgi dolu dostlarla “yalnız değilmişim” diyerek kendime teselli şerbetleri sunuyordum. Çok kıymetli ağabeylerim oldu, baba dediğim,beni manevi kızı kabul eden Mustafa Yaralı” beyefendiyi tanıdım Yunus diyarından dostlarım..Kız kardeşlerim,erkek kardeşlerim,arkadaşlarım… Sadece hissettiğim anlamak, anlaşılmaktı. Öyle ki bazıları ile dostluğumuz sanaldan gerçeğe taşındı. Sadece yönetimi hiç tanımadım. Kim var, kim yok hiç bilmedim. Hala da bilmem. Tanımaya ihtiyaç da duymadım. Mutluydum kendimi ifade ediyor hayatın zorluklarına karşı daha emin adımlarla direndiğimi hissediyordum.çok şey katmıştı bana EDEBİYAT DEFTER’i..
Sonra bir arkadaşımın ısrarı ile bir başka sitede de yazmaya başladım anlatımımın, yorumlarımın dikkat çekmesi nedeniyle editörlük teklifi aldım. Yapamam, edemem desem de çok ısrar ettiler. Zaten en sevmediğim huylarımdan biridir hayır diyememek. orada şiir kritiği yapmaya başladım.Söz ağızdan çıkar ve namustur, biz böyle öğrendik.Evet dediğim için sözümün ardında olmak adına haftada üç dört saatimi kritiklere ayırdım.Bu arada buradaki vefalı dostlarımı zamansızlığım nedeniyle ihmal ettim.Aslında şimdi bakıyorum da asıl kendimi ihmal etmişim..Yazılarımı yine ilk olarak DEFTERE yazıyordum. Hiç buradan vazgeçmedim, geçemezdim. İlk göz ağrımdı, hiç incinmemiştim ondan, güzellikleri birlikte paylaşmıştık. Okul, kızlar, anne olarak sorumluluklarım, anneme babama evlat olarak ihmal etmemek adına vazifelerim, kritik derken; meğerse ben, bende kaybolmuşum.
Hayat hızla akıp giderken içinde bulunduğum bu ikinci siteye, yeni üyeler katılmaya başladı. Artık tedirgindim. Çünkü EDEBİYAT DEFTER’inin kaliteden ödün vermemek adına içinden ayıtladığı bazı kişiler yeni bir furya gibi editörlük yaptığım bu siteye akmaya başladılar. Burada beni birkaç kez ziyaret eden ve tutarsız yorumları ile ben ve başka dostlara rahatsızlık veren kişilerde vardı. Burada bu tip çirkinliklere asla müsaade edilmezken; orada bu insanlar tıpkı TV programlarında raiyting uğruna yapılan ucuz programlarda olduğu gibi, üye sayısındaki kalabalık görüntünün, büyüme olarak algılanması sebebiyle, kabul gördüler. Saygı, sevgi vefa diye bir olgu kalmamıştı. Bana düşen ise, tası tarağı toplayıp ilk göz ağrıma sığınmak oldu.
Bunları neden yazdığıma gelince kendimi suçlu hissetmemdi. İlk göz ağrımı ihmal etmiştim.
Şimdi anlıyorum ki büyümek hak etmekle edinilen bir süreç ki; bunu Edebiyat Defteri gerçekten hak ediyordu. Paylaşmamın sebebi ise hep beraber duygularımızın, hayallerimizin, acılarımızın, mutluluklarımızın, harmanlandığı bu adresin kıymetini bilip ona göre davranmak adınaydı. Ben bunun için kız sözü veriyorum. Neden kız sözü derseniz; üç kız annesi olarak bu kızlarımla aramda biraz esprili olmakla beraber kız sözü benimle birlikte dört kızın uyduğu kesin kuraldı. Anayasanın değişmez maddeleri gibi kız sözü biz dört kız arasında asla değişmez,ne şart olursa olsun tutulması gereken kayıtsız şartsız yerine gelecek sözdür.
Yönetimden tek kişiyi bile tanımazken, yorumlarla, arkadaşlarıma siteye az bir destek vermeme rağmen hep kendimi emniyette hissettim. Hakımsa eksiksiz aldım. Gerçek hakkaniyet duygusu ile herkese aynı mesafede olan onların haklarını özelini koruyan bu sitenin bir ikincisi daha yok. Ben bunu daima hissettim. EDEBİYAT DEFTERİ sadece bir site olmaktan ziyade bizim gönül sesimiz olarak ta varlığını sürdürüyor ve daha da büyüyerek sürdürecektir. Ben bunun için her türlü desteğe hazırım. Belki yaşam bir tecrübe; kötüyü görmeden insan iyinin kadrini kıymetini çok ta algılayamıyor. Tüm dostlara EDEBİYAT DEFTERİNİ, ülkenin en saygın edebiyat siteleri arasına taşıyan hiç tanımadığım ama daima saygı ile anacağım site yönetime sevgi ve saygılarımı yazım aracılığı ile bildirmek isterim. Esen kalın.
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 13.3.2011