11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1692
Okunma

Her yeni ilişki sanki bir gün bitmek için başlıyor. Ne kadar uzun vadeli ve sağlıklı temellere oturtulmuş gibi görünse de ilk döneminde, mutlaka bir gün bu kaçınılmaz sona boyun eğiyor. Bitmeyenleri de zaten evlilik kurumu adı altında içsel olarak tükenmiş ama gereklilik anlamında sürenlerdir bana göre.
Bazen bir aşk oluyor başlangıç noktası ki en karmaşık ve en baş döndürücü olan türü bu, ikili ilişkiler içerisinde. Böyle durumlarda aşkı dolu dizgin yaşayan kişinin bedeninde akıl ile kalp sık sık yer değiştiriyor . Ne toplum ilgilendiriyor onu, ne aile ne de kurallar. Bütün yatay çizgileri, sevdiğinin doğrultusunda dikey hale gelerek, zaman kavramı yok olup, tutkular sürecini başlatıyor. Bu bağlamda aşktaki zaman akışı da, bilenen matematiksel kalıplarda işlemiyor, doğal olarak. Yani aşkın boyutunda ne yelkovan akrebe riayet ediyor ne de güneş, ay’a…Tutkular at başı öne geçip, zamanı bazen su gibi akıtırken, ayrılık ve özlem süreçlerinde, bir saatlik bir zaman dilimi bile asırlara dönüşebiliyor. Kısacası aşk’la başlayan ilişkilerde yaşanan süreç ne kadar kısa ya da uzun olsa da, mutlaka özel bir tesir bırakıyor aşığın üzerinde. Bir göktaşı gibi beklemeden düşüyor benliğe ve üzerinden ne kadar süre geçse de hatırlanınca yakmaya devam ediyor aynı hararette.. Buna aşk ilişkisi deniyor. Bense gönüllü hastalık diyorum adına…
Diğer bir ilişki türü sebepsiz flörttür. Anlamsal olarak bakıldığında ne yer ne zemin ne de kişinin fiziki yapısı beklentilere uymaz. Ama bir anda ilişkinin içinde bulur kişi kendisini. Bazen bir kokudur etkileyen sadece, bazen de bir giyim stili. Ya da bunlar da yoktur da sadece bir bakış bahane olur başlamasına. Karşı masadan atılan nedenini anlayamadığımız o bakış oku, birden dudaklara saplanır ve ‘evet’ der kişi. Çok uzun ömürlü olmaz. Neden nasıl diye sorgulanmaz, küçük anlar yaşanır ve bitişi de törensiz olur…
En beğenilen ve taraftarı çok olan ilişkilerde; mantık ilişkileridir. Genelde ya birileri tanıştırır ya da tesadüfen başlasa bile herkesin “dengi dengine çalan davulu” oluverir birden bire çiftler. Pek yakışırlar, kültürleri, tipleri , yetiştirilme biçimleri ve yaşam stilleri ile çaydanlık ve demlik gibi, geçiriverirler ’birbirlerini tanıma’ evresini. Genelde evlilik yolunda atılır her adım. Eğer biraz da duygu varsa mükemmele yaklaşır ilişki. Ama bana göre muhtemelen duygular, yanıltıcı olur. Yoğun beğenme ve benzeşme dürtüsü ile ortaya çıkan uyum, çevrenin yarattığı biçilmiş kaftan ikilemi ile zirve yapar ve evliliği zoraki kılar. Bu da ister istemez ilişkiyi kıskaç altına alır, duyguları köreltmeye mahkum eder….
Her nasıl olursa olsun, ne şekilde başlarsa başlasın başta da söylediğim şekilde mutlak bir ayrılık yaşanıyor. Hiç bir şeyin sonu olmadığı gibi. Ne kadar hızlı veya sert olsa da, hangi istikamete sürüklese de gönülleri, fark etmiyor ve gücü yetmiyor içinde tutmayı, fırtınanın önüne kattıklarını. O zaman üzülmek, dövünmekte öyle gereksizleşiyor ki ayrılıkların ardından.
Yediğimiz değişik bir yemek gibi bakmak lazım yaşananlara; acı ekşi tuzlu veya tatlı. Sonuçta yemek yenmiş sofra da kalkmış ortadan. Damaktaki tadı bize tecrübe olarak kalacak, mutlaka izlerinden fayda ya da zarar görmüş olacağız. Sokrates’e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. Oda: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.
Bir ilişki tek başına yaşanmadığı gibi her ilişkide de beden farklı bir kimliğe daha bürünür kendi iç resminde. Dolayısıyla da klonladığı o kişiliklere de saygı duymak gereği duyar, mutlu olma içgüdüsüyle. Bunu da yapmalıdır zaten. Önce kendine saygı sonra da gitmeyi seçen kişiye…Ve her şeye rağmen güzeldi diyebiliyorsa kalan, işte o zaman yaşanmışlıkların keyfi sürülür aşk yolculuğunda.
Hayatımıza giren karşı cinsi geldiği gibi yolcu edebilmenin gururu, yeni gelecek yolcuların uzun ömürlü olmasına fayda sağlamasa da, kendi iç hesaplaşmalarımızda ve huzur dünyamızda olağanüstü bir yaşam koçu olacaktır bizlere...
Çiğdem Parlayüksel (2009)