Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
çetin altungüneş
çetin altungüneş

ULUSAL ŞAİR, EVRENSEL ŞAİR

Yorum

ULUSAL ŞAİR, EVRENSEL ŞAİR

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

834

Okunma

ULUSAL ŞAİR, EVRENSEL ŞAİR

ULUSAL ŞAİR, EVRENSEL ŞAİR

Zekeriya Sertel, 1952 yılında Viyana’da Dünya Barış Kongre’sine katılır.Bu kongreye katılanlardan biri de Şilili büyük şair Pablo Neruda’dır. Neruda Sertel’e şöyle der: “Nazım Hikmet’in kadrini bilin. Biz onun yanında şair bile sayılamayız.”


Kadrini bilmediğimiz Nazım Hikmet,Türk yazın Dünyasında Türkçeyi en iyi kullanan,bunu ulus ve evren ölçeğinde kanıtlayan bir büyük şairdir.Onun büyüklüğünü dost,düşman hemen herkes kabul etmiştir.Bir dönem adını andıklarında tüyleri diken diken olanlar,onun adını vatan hainliğiyle,dinsizlikle eşitleyenler bile,gün geldi parti kongrelerinde Nazım’ın şiiriyle coştular;


“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim! “


Nazım’ın hasreti hiç bitmedi.On iki yıllık sürgün yaşamında vatan hasretiyle yanıp kavruldu.Buna karşın geliş geçmiş hükümetlerin hiç biri onu sevmedi.Şiirlerinin halka ulaşmasını engellediler.Ders kitaplarına almadılar.Çocuklarımızla tanışmasına izin vermediler.Onu,onurlu bir TC vatandaşı katına çıkarmadılar.Ama vatandaşlıktan çıkardılar.


Nazım,yurtdışına çıktıktan sonra bir gezisinde TC vatandaşlığından çıkartıldığını öğrenir.İlk tepkisini şu sözlerle gösterir: “Beni halkımın evladı olmaktan,milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse,hiçbir kuvvet çıkaramaz.”


Nazım çok sevdiği vatanına dönemediği gibi,yazdığı o güzel şiirleri de ülkesine giremedi.Girenler uzun süre gizli gizli dağıtıldı,korka korka okundu,sevildi.Karanlık ışığa hiçbir zaman egemen olmamıştır.Zamanı geldiğinde aydınlık karanlığı yırtar.

Nazım’ın şiirleri de her türlü yasağı engeli aşmış,yıkıp yerle bir etmiştir.UNESCO’nun 2002 yılını “Dünya Nazım Hikmet Yılı “ olarak ilan etmesi de böyle bir başarının uluslar arası boyutta onaylanışıdır.


Nazım Hikmet’i en çok etkileyen kişi dedesi,Nazım Paşa’dır.Nazım Paşa son görev olarak Selanik’te valilik yapmıştır.Nazım Hikmet dedesinin etkisiyle,daha on bir yaşındayken “Feryad-ı Vatan “şiirini yazar.O yıllara,o yaşa rağmen hala güzel bir şiirdir bu.Nazım, Heybeliada Bahriye mektebi’ni bitirip deniz subayı olur. Bir süre gemilerde çalışır.Bu sırada ciddi bir hastalık geçirir,sağlık nedeniyle ordudan emekli edilir,1921 yılında üç arkadaşıyla birlikte Kurtuluş Şavaşı’na katılmak üzere Ankara’ya geçer. Kısa bir süre Bolu’da öğretmenlik yapar.Sovyetler Birliği devriminden etkilenerek Vala Nurettin’le birlikte Moskova’ya gider.Nazım,ilk serbest şiir tekniğini oradan öğrenir.Özelliklede Mayakovski ‘nin özgür koşuklu,toplumcu-gerçekçi şiirlerinin etkisi altında kalır.Nazım, “Otobiyografi” şiirinin bir bölümünde şöyle seslenir:


“1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin


Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak”


Nazım ın şiirleri masa başında oluşturulamaz. Köşklerde, sarayda yazılan kurmaca şeyler değildir. Çıkış noktası eylemdir. Meydanlarda, yüksek sesle okunacak, şarkılara, türkülere dökülecek şiirler olmasına karşın slogan şiirlerde değildir. Nazım, sanatını yaşamın kılcal damarlarına bağlar, emiştirir, hayatın içinden süzer. Tüm inceliklerine karşın sömürücülere, emperyalistlere yiğitçe kafa tutar. Yazar Blago Dimitrova, anılarında Nazım ın ağzından şunları aktarıyor:


“Ben sizin yaşınızdayken ülkemi yaya olarak dolaştım.Yol boylarındaki küçük hanlarda geceleyip, sıradan insanların konuşmalarını dinlerdim. Doğrudan doğruya halkın ağzından alınmış sözcük ve deyişlerle dolu birkaç kalın defteri yakın zamanlara kadar korumuşumdur. Halk dili bir hazinedir;her yerde . sokakta, trenlerde, lokantalarda, özellikle de köylerde halkı dinleyin. Hapis hanedeyken hiçbir genel görüşme saatlerini kaçırmazdım. Demir parmaklıklı büyük kapının arkasından, yakınlarıyla görüşen hükümlülerin yanında durup,halkın içinden gelen annelerin ve kız kardeşlerin kendi yakınlarıyla nasıl konuştuklarını dinlerdim.Ne ilginç konuşmaları vardır,bilseniz.Bu kadar bilgece,bu kadar tatlı,bu kadar heyecan verici sözlere hiçbir kitapta rastlanamaz.’’


Bu gözlemleri yaptığı,halk kültürünü böylesine içselleştirdiği için,’’Memleketimden
İnsan Manzaraları’’,’’Kurtuluş Savaşı Destanı’’gibi doğaüstü güzellikteki yapıtlar
ortaya çıkar.Türk köylüsünü,halkını böylesine doğal anlatan başka eserler yok dersek abartmış sayılmayız.Maksim Gorki,’’Gerçek sanat,okuyucuyla yazarın Birliğinden doğar’’derken nazım’ı vurguluyordu sanki.Halka yürek gözüyle bakmasıydı,onunla et tırnak gibi bütünleşmeseydi şu güzel dizeleri yaratabilir miydi?


‘’ O, topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhattır,
Keremdir
ve Keloğlandır...
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
Kahpe felek ona eder oyunu
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever,
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.’’


Nazım tıpkı Mayakovski gibi, Berthold Brecht gibi, Neruda gibi,Aragon gibi, Ritsos gibi dünyanın bir büyük şairidir.Toplumcu-gerçekçi çizgisinden hiçbir zaman ödün vermemiştir.Geleneksel şiir çizgisini parçalayıp değiştirmiş,ama yeri geldiği zamanda geleneğin külünden değil,yanan ateşinden yararlanmasını bilmiştir.İçerikle biçimi bütünleştiren, şiir dilinde ritmi, coşkuyu,simgeleri onun kadar güzel kullanan,aydın
dilini halk diliyle emiştiren,masal,destan ögelerinden ustaca yararlanan,şiiri konuşmanın
doğallığına yaklaştıran pek az şair vardır.Bir başka deyişle,sözcüklerle mutluluğun resmini
yapar:


‘’Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin

hürriyet sözcüğünün resmini,ama yalansızını’’


Ütopya da olsa,tüm insanların özgür,mutlu olduğu,dünya zenginliklerinin eşit paylaşıldığı,yarin yanağından gayri her şeyin ortak olduğu, kardeşçe bir dünyanın özlemiyle yaşamıştır.Geleceğe,yarınlara inanmıştır.Bu düşü en çok da çocuklar,gençler üzerinden görmüştür:


‘’İnanın

Güzel günler göreceğiz çocuklar

güneşli günler

göre-

-ceğiz…

Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,

ışıklı maviliklere

süre-

-ceğiz…’’


Nazım hayatı içinden süzülmüş bir şiir evreni kurar. Şiirleriyle toplumun, tüm insanlığı kucaklayan destan şiirleri yazar.Tek yönlü, şablon şiirler değildir onun ki.Yaşamı kucaklayan,çok sesli bir senfonidir.En zor koşullarda bile umut vardır.Nazım Hikmet,bu konuda şöyle der:

‘’Ben hem yalnız kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.Hem bir tek elmadan, hem süzülen topraktan,hem zindandan, hem bir tek insanın ruhundan,hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından,hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum.’’

Nazım Hikmet,varsıl bir çevrenin,ailenin olanaklarını elinin tersiyle itip, mutlu bir gelecek adına her türlü acıyı göze alırken,korkaklığın, dönekliğin, bencilliğin batağına saplanmaları da sorguladı:


‘’ Ben diyorum ki ona:

-- Kül olayım

Kerem

gibi

yana

yana

Ben yanmasam

sen yanmasan

biz yanmasak,

nasıl

çıkar

karan-

-lıklar

aydın-

-lığa…’’



Hem ulusal,hem evrensel bu büyük şairi birkaç sayfalık yazıyla anlatmak olanaksız.Nazım,’’Babamdan ileri,doğacak çocuğumdan geriyim’’derken hayatın diyalektiğine inanıyordu.


‘’ En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür... ‘’


Nazım Hikmet,koyu bir yurtsever, aynı zamanda bir dünya vatandaşı gibi yaşadı.Onca ihanet görmesine rağmen insana inandı.En çok da yurdunu,Anadolu insanını çok özledi.Bu özlem ölüme çeyrek kala yazdığı ‘’Vasiyet’’adlı şiirine şu dizelerle yansıdı:


‘’Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni

ve de uyarına gelirse

tepemde bir de çınar olursa

taş maş da istemez hani’’



Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Ulusal şair, evrensel şair Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Ulusal şair, evrensel şair yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ULUSAL ŞAİR, EVRENSEL ŞAİR yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL