22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3149
Okunma

.....................................................
Yıllar 1990’ları gösteriyordu...
Tarih, sancılı bir döneme hamileydi. Ortadoğu, güneydoğu insanları ölümleri kusuyordu her gün... Semada mavi ve beyaz bulutlar yerine, kapkara kurşunlar dalgalanıyordu...
Böyle bir devirde yaşamak, çok tehlikeydi...
Köyde monoton bir hayatı vardı. Köy dışına sadece bir kere gitmişti, o da askerlik için çıkmıştı. Toprakla bütünleşen bir insan, doğada senelerini bıkmadan eskiten, kendi halinde takılmaya özen gösteren, sabahtan akşama kadar tarlalarında, bağlarında gücünü tüketen, mülayim, biraz da sinirli, koca bir çınardı Seyit Ali...
İlk evliliğinden iki oğlu olmuştu, aşık olduğu ilk eşini evlilikleri üzerinden üç yıl dolmadan, ansızın hayat aradaşı onu yalnız bırakmıştı... Daha sevdiğine, daha ciğerparesine doymadan, yanıbaşından çabucak uçup gitmesi, onu çok mu çok üzmüştü...
Hala acısını yaşamakta... Hala kokusunu özlemekte... Hala varlığına ihtiyaç duymakta... Hala sesini işitmekte sanki...
Aşk bu olsa gerek, yıllar geçse de, etkileri sürüyor demek...
Köyde dul kadına ses yoktu, ama erkek, eşi ölür ölmez evlenmeliydi. Örf ve adetler bunu söylüyordu. Geleneğin dayatmalarına boyun eğmekten başka çaresi yoktu Seyit Ali’nin. Bir yıl geçmeden, evlenmeye, öksüz kalan iki oğluna bakacak ve yemeğini pişirecek,daha doğrusu evini idare edecek birini aramaya koyuldu...
Uzun uğraşlar sonucunda, Seyit Ali başka bir köyden birini aldı kendine... İsmi Rabia’ydı... Görüntüsü, şekli cemali manken olan Çağla Şikel’i andırıyordu...
Ve tekrar kaldığı yerden devam etti yaşamını omuzlamaya Seyit Ali. Durmak yoktu. Nasıl durabilirdi ki. Nasıl susabilirdi ki. Hayat tüm hızıyla akarken, alışkın değildi boş kalmaya. Zaten kendini bildiği bileli, bilekleri hareket halindeydi. Ekmeğini taştan çıkarsa da, ter dökmeliydi... Başka biçimde aş bulmak yoktu ona. Bunun bilincindeydi...
Yaşı artık nalları topluyordu. Bir ay sonra 50. yaşına ayak basacaktı. Gittikçe kuvvetli kollarına sızılar, acılar birikiyordu. Bu yaşına kadar neler yapmamıştı ki...
Düşününce ’Vay be koca bir ömür yaşamışım, bu kısa zamanda.’ İçli içli bunu söyledi...
Babası üç eş getirmişti. on üçü erkek, yedisi kız olmak üzre abiden ,abladan ve kardeşten oluşan 20 göbek bağı mevcuttu...
Kalabalık bir ailede büyümenin zorluğuna katlanmıştı. Az sevgiyle büyümüş, çok vakit de, sofradan doymadan kalkmıştı...
Çok anneye sahip olmak ayrıcalık değil, ayrımcılıktı ona göre...
Güneydoğuda cereyan eden olaylardan köyleri yakılmıştı, bu nedenle göç etti D. ilçeye. Ama zor geldi ona ilçe yaşantısı. Yabancısı olduğu bir yere taşınmak, farklı duygular içerisine sokmuştu onu. Farklı bir yerde bulunmak, psikolojisini alt üst etti açıkçası. Köy özlemiyle doluydu. Köyde doğup, büyümüştü çünkü. Zoraki bir alışmayla kabul etti bu kaderini...
Anne ve babasından görmediği, almadığı sevgiyi de iki aslan yavrusuna kalbiyle verdi. Çok üşüştü onlar için. Onları büyüttü. Onları evlendirdi... Şimdiki tek tesellisi, oğullarına verdiği huzura şahit olmasıdır...
İkinci hayat yoldaşı olan Rabia da kısır çıkmıştı. Edip etmediler çocuk sahibi ol(a)madılar. İlk başlarda bunu dert etse de, zamanla buna da alıştı, birçok zorluğa katlandığı gibi...
Şimdi ikisi iki yaşlı birer insan olarak iki odalı, bir salonlu bir evde yalnızlıklarını paylaşıyorlar...
........................
MESELCİ
22 Eylül 2009,,,
Mardin