2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
850
Okunma
SAHNE ÜÇ
FONDAN SES: (Perde açılmadan önce) Yıl 1974. Kasımın beşi. Perşembe. Gündüz. (Perde açılır, dekor aynıdır.)
MAHMET: (Masada oturuyor. Masada rakı şişesi, dolu kadeh ve meze vardır. Kadehtekini içip yeniden doldurur. Çok üzgün ve sarhoştur. Birden kahkahalarla güler. Sonra anî bir utanma nöbeti başlar. Utanma yavaş yavaş kızgınlığa dönüşür. Aniden kalkıp duvardaki posteri alarak avuçları arasında buruşturur. Sonra kutsal bir şeymiş gibi düzeltir. Postere bakarak sandalyeye oturur. Posteri seyrederken eski kızgınlığı sona erer. Mutlu bir ifadeyle)
Aynı böyle işte… Böylece bana bakıyordu. Saydım. İlk ders on bir defa göz göze geldik. Adeta gözlerimizle savaşıyorduk. Ben altı defa ondan önce gözlerimi ayırdım, o ise beş… Ders bitti. Teneffüste sınıftan çıkmadı. Sırasında oturuyor, kitap okuyordu. Bana bir cesaret geldi… Kalktım. (Kalkar.) Yanına gittim. (Posteri sandalyeye diklemesine koyar.) O, burada oturuyordu, ben de yanı başında dikiliyordum. Ne diyeyim, ne sorayım? Baktım, hemen önünde bir aşk romanı var. Onu sorayım bari dedim. (Taklit ederek) Affedersiniz, acaba bu kitap sizin mi? Döndü, bana baktı. Yemyeşil gözleriyle bana baktı. Yukarıdan aşağıya soğuk mu yoksa sıcak mı sular döküldü anlayamadım. Öylesine sersemledim ki!.. Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. (Ayaklarına) Titremeyin lan, titremeyin!.. Baktı işte, öylesine baktı. Evet dedi bana. Bana, banaaa!.. Sonra başını öne eğdi. Bana bir cesaret geldi o zaman. Yine sordum. Bakabilir miyim acaba? Yine bana baktı ve evet dedi. (Masadaki defteri alıp kitaba bakıyormuş gibi bakar.)Baktım. Kitap… Kitaaap! Ama ne kitabıdır bilmiyorum. Gözlerim bir şey görmüyor ki… Acaba dedim bu kitabın fiyatı kaç lira? (Hüzünlü) Bakmadı yüzüme. Sert bir sesle “Arkada yazıyor.” dedi. (Defteri atar.) Lâf mı bu be?... (Posteri masaya koyup sandalyeye oturur.) Lâf değil ama benimki de soru değil. (Utangaç) Yazıyor, biliyoruz. Yazıyor ama… Tabi yazıyor. (Sinirli) Fiyatın arkasında yazdığını çocuklar da bilir. Ben seninle dalga geçmek için sordum enayi. Bak şu geri zekâlıya!.. (Rahatlamış gibi)
Oturdum yerime. Epey kızdım. İkinci derste yine göz göze geldik. Hem de tam sekiz defa… Hepsinde de önce ben gözlerimi ayırdım. Aklı başına gelsin dedim kendi kendime. Gücendiğimi anlasın istedim. Ders bitti. Sigara içmek için koridora çıktım. Sigara içiyorum. (Masadan kalkar, seyircilere bakarak) O ne? Geliyor. Berna geliyor. (Gelen birisini gözleriyle takip eder gibi yaparak)
Geldi, geldi, geldi… (Yarım adım ilerisini göstererek) Dikildi. Hemen burada… Önümde… Gözlerini gözlerime dikmiş bakıyor. (Taklit ederek) Affedersiniz, dedi. Bana dedi. Öyle sevindim ki o an!.. Affedersiniz diyor, kolay mı? Benimle tanışmak için bahane… (Kadehten birkaç yudum içer. Sarhoş) Öyle dedi işte. (Çok üzgün) Affedersiniz, benim yüzümde kukla mı oynuyor? Neden bana bakıyorsunuz? (Çok kızgın, haykırır) Serseri,.. Aptal, aptaaal!.. (Yatağa oturur, kızgınlığı önce utanmaya, sonra küçümsemeye dönüşür.) Kukla oynuyor tabi, kukla oynuyor… Oynamasa bakmam suratına. Oynuyor ki bakıyorum. (Kahkaha atar. Kalkıp birkaç yudum daha içer. Tekrar hüzünlenir.) Şey diyebildim sadece, şey… Baktı bana, aşağılayan bir tebessümle “Pis dağlı!” dedi. “Köylü, ne olacak!... Köylüüüü!.. (Sandalyeye çöker. Ağlamaktadır.
FONDAN GENÇ KIZ SESİ: (Şuh kahkahalar arasından) Allah’ın dağlısı, pis köylü!...
MEHMET: (Kahkahalar ganç kız sesini dinlerken ağlamaktadır. Işıklar söner, bir projektör kırmızı bir ışıkla sahneyi aydınlatır. Perde yavaş yavaş kapanırken haykırarak) Mehmet, Mehmeeet!.. Ayrancı Hasan’ın oğlu Mehmet… Çanakkale gazilerinden Ali Çavuş’un torunu Mehmet…Sazpınarlı Mehmet!.
(Perde iner) (Devamı var)