5
Yorum
23
Beğeni
5,0
Puan
184
Okunma

Karanlığın nabzını dinleyen, içindeki fırtınayı kimseye belli etmeyen o ressam…
Gecenin en kırılgan anında kendi gölgesine bile dokunmaktan çekinen, ruhunu fırçanın ucuna saklayan mahcup bir adamdır.
Sessizliği, sanki bir sır gibi omuzlarında taşır; konuşmadan anlatan, bakışlarıyla dünyanın ağırlığını boyaya dönüştüren … Parmaklarının arasında titreyen o ince fırça, içindeki derinliğin tek tercümanıdır.
Yüzünde, acısını , görmenin yalnızlığını taşıyan soluk bir hüzün gezinir. Her renge kendi yarasından bir parça karıştıran, her çizgide kalbinin buğusunu bırakan biridir o.
Sanki dünyaya eğilip bakarken bile bir adım daha geri durur; çünkü bilir ki gördüğü şey aslında kendi içinin yankısıdır.
Ressam…
Kendi içindeki karanlığı ışığa çevirmeye çalışan, sessiz bir ilahî işçidir.
Ve ben...
Tuvalde beliren o siluet…
Ne tamamıyla bir yabancı, ne de bütünüyle anlatılabilen
Karanlığın soğuk saatlerinde, kendi iç sesinin arasından doğrulan
yarım kalmış rengin, titrek kıpırtısı, mazinin eşiğinde unutulmuş sesim.
Ressamın fırçasında büyüyen o beden, varlığımın derin yankısı, saklı renklerim, iç benliğim.
O portrede duran kişi,
dışarıdan bir yüz değil,
içeride yıllardır beni usulca çağıran iç yüzüm.
Ve resim..
---
Karanlığın içinden süzülen o ilham, ilk nefesimi fısıldadığı anda uyandım.
İçimde, yarım kalmış bir renk gibi titreyen o ince kıpırtı…
Sanki biri, adımı bilmeyen bir mazinin eşiğine bırakmıştı beni.
Dünyanın gürültüsü çok uzakta,
yalnızca tuvalin yek nefesi dokunuyordu omuzlarıma.
Sonra bir el—sessizliğin içinden çıkıp yüzüme dokunan o ince, kararlı el,
beni bir çizgiye dönüştürdü önce;
kendi sınırlarını arayan çelimsiz bir izdim,
zamanı yoklayan ürkek bir gölge.
Ressam, gözlerinin kıyısında gizlediği o derin sükûtla beni seyrediyor;
Bakışlarında, hem beni yoğuran
hem de benden bir şey eksilten bir tedirginlik vardı.
Fırça, gecenin nabzını dinlemiş gibi ağır ağır yürüdü üzerimden.
Her dokunuşunda, içimde kim olduğuma dair kopuk bir hatıra uyanıyor;
her renk, yarama değen bir anıyı yeniden çağırıyordu.
Ben çırılçıplak bir hayal iken,
o beni gerçeğe doğru çekiyor;
bedenimle ruhum arasında uzun bir köprü kuruyordu.
Zaman ilerledikçe çizgilerim çoğaldı, kıvrımlarım genişledi;
ama ben yalnızca bir resim değildim artık—
varlığım, ressamın kalbinden yükselen bir iç dalganın,yeryüzündeki karşılığına dönüşüyordum.
Fırçanın son hamlesinde kendimi gördüm:
Ne tamamen ben, ne de tamamen o.
Bir yarım ses, bir tereddüt soluğu, bir haykırış ışıltısıydım.
Tuvalde durduğum yer, kendi içime açılan bir kapıya dönüştü.
Ve o an anladım:
Beni çizen el değil,
bana bakarken titreyen bakış büyütmüştü beni.
Fırçanın ucunda titreyen bir sırdım önce;
henüz adı konmamış bir rengin karanlığa eğilen soluk nefesi…
Ressamın parmaklarında bir anlığına ürperen o ince çizgi dönüp yüzüme baktı
ve ben, varlığa ilk defa dokundum.
Bir göğün kenarından çalınıp getirilen ışık serpildi üzerime;
hiç konuşmamış bir mavinin sessizliğini giydim omuzlarıma.
Tuval, soluğumun ağırlığını taşıyamayacak kadar beyazdı
ama ben, yine de içimde büyüyen fısıltıyı gölgelere emanet ettim.
Ressamın gözleri fırtınadan sağ çıkan bir deniz gibiydi;
kalbimin kıyısına yeni bir dalga bıraktı her bakışında.
Ben de o dalganın içinde kendi sesimi aradım—
bulduğum şey, renge dönüşen bir yalnızlıktı aslında.
Şimdi tuvalin ortasında zamanı eğip büken bir kıpırtıyım;
yarım kalmış bir gülümsemenin kendine yol arayışı,
düşmüş bir yaprağın göğe dönme arzusu,
bir ressamın kalbinden taşarak dünyaya sızan o titrek yankıyım.
Ve fırçanın her darbesinde biraz daha doğuyorum kendime;
çizildikçe değil,
sevildikçe çoğalan bir yürek oluyorum orada.
Ben artık bir resim değilim;
bir yüzün, bir hayalin, bir kalbin içinden geçip yeniden kurulan
tenha bir varoluşum.
Rengin karanlığa temas ettiği yerde
yavaşça doğan o derin
O sessiz yaşayan, sahibine yanık bir portre.
---
/Çizildikçe nefes alan, renklerine kavuşan bir ruhun hikâyesi ./
5.0
100% (9)