0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
115
Okunma

Âşık, ey âşık, ey kalbi kavuşamamaktan yorulmuş kişi. Daha seni üzmek istemem. Ben yeterince üzüldüm. Üzülmenin değiştirmediği görecek kadar uzun bir süre hem de. Sonra ondan da yoruldum. Seyircisi oldum kendi hayatımın. Karışmaktan usandım. Karıştıkça karıştırmaktan usandım. Karıştırdıkça uzaklaştın. İnsan acıya bile ülfet peyda ediyor. Ülfet bizim kabuğumuz-zırhımız. Ülfet korunma yöntemimiz. Değiştiremiyorsak sıradanlaştırırız. Denize düşmüşsek yılana alışmak olağandır. Âdîleşirse canımızı o kadar yakmaz belki. Vücud da bir zaman sonra sancısına alışıyor. Burun kötü kokuları almaz oluyor. Dil yangınını duymaz oluyor. Kulak sağırlığa vuruyor kendini.
Derin giderek nasırlaşıyor. Aklın da gafleti var işte. Yetmezse de inkârı. Kalbin de katılaşması. Hatta taştan da katılaşması. Kâfirin kalbinin neden ’taştan da katılaştığını’ anlatıyor Kur’an biliyor musun? Çünkü kâfir, Allah’ı reddetmesine bedel, o kadar çok acıya muhatap olur ki, buna ancak taşı da utandıran bir kalple dayanabilir. Zaten bellidir, mesela, Gazze’deki müdhiş katliamı hissiz izleyen her ’gavur oğlu/kızı gavurun’ kalbi taştan da beterdir. Hissizleşmesi lazım yani. Bir kusuru daha var kâfirin hem. Evet. Kâfirin gaybı olmaz. Bilmediğine ihtimal verse kâfir olarak kalmazdı çünkü. Bilmediğine iman edenler bilebileceklerinin sayısını arttırırlar. Gaybına iman etmeyenin öğreneceği kalmamıştır. O yüzden Bakara sûresinin 3. ayeti bizi böyle övüyor işte: "Onlar ki gayba iman ederler..."
Eğer ’beş duyu organıyla bilinemeyeceğe’ iman etmeselerdi ’dört boyutlu âlem’in içinden çıkamazlardı. Akılları bu sayede şirkten firar etti. "Fefirru ilallah!" Hüda’ya kaçışları-koşuşları böyle başladı. Eğer ’maddeden ötesini görmez’ bir tek gözlü gibi davransalardı gaybın bilgisi onlara açılmayacaktı. Hem şuna da dikkat buyur: Her bilgi gaybına ihtimal verene açılır. Eğer bilmediğini bilmesen bilmen gerekeni nasıl öğreneceksin? Öğrenmeye yer açılması için bilmemeyi de buyur etmek gerek. Dolu bardağı kimse dolduramaz a âşık. Biz de gayba imanımızla bardağımızın boşluğuna inanıyoruz. Belî. Âlem bizim gördüğümüzden ibaret değil. Belî. Âlem bizim işittiğimizden ibaret değil. Belî. Âlem bizim tattığımızdan ibaret değil. Belî, belî, belî... Âlem bilmemizden aşkın. Bilmekse âlemden de aşkın. O zaman bilmenin yollarına koyulabilmek için bilmemenin yükünü sırtına almak gerek. Sen cahiliye nasıl ’cahiliye’ oldu sanıyorsun? Onlar cehaletlerini kabul etmedikleri için cahiliye oldular. Asr-ı Saadet’i ’saadet’ yapan da bilmediğini bilmektir. Ümmî Sultan’ın önünde dizini kırıp ilim dilenmektir. Saadet öğrenmektir.
Aleyhissalatuvesselam Efendimiz bize ilk neyi öğretti? "Okuma bilmem!" Subhanallah. Âlemi okumaya gelmişin ilk sözü "Okuma bilmem!" Okumayı bilmediğini bildiği için âlemi okudu o. Öyle ki, ’Okumak bilirim’ sanan herkesi talebe etti kendisine o. O Ümmî Sultan’ın "Okuma bilmem!" deyişidir âlemi ilimle dolduran. Sana-bana bilmeyi tattıran. Denizler gibi ulemayı ilme kandırıp taşıran. O ne mübarek bilmez idi ki bilenler hep Onunla bildi. Zaten o Alîm-i Hakîm’e karşı rahmet dilenciliği "Ben varım!" diyerek yapılmazdı a dost. "Yokum!" diyene lütfederdi rahmeti. Bilmediğini bilmeyenler bilmenin kablarını boşalttılar. Hidayet topladılar. Kur’an da methetti işte: "Onlar ki gayba iman ederler..." Âşık, ey âşık, hâlâ gaybına iman ediyor musun? Yoksa ayrılık gibi ondan da mı yoruldun? Fakat şuna bir dikkat et: Neyin ayrılığı öğretilmişse onsuz tamam olmadığın da öğretilmiş. Yoksunsan varolursun.
5.0
100% (2)