8
Yorum
21
Beğeni
5,0
Puan
275
Okunma

Ayaklarımın altındaki demir, bir nefes kadar soğuktu; geçmişimden bir el bileğimi sımsıkı kavramış gibiydi. İnsan, kaderine değil, gömülmüşlüğüne çok önce teslim olur; fark etmesi ise en sona kalır.
Köprüye ilk adımı attığımda içimde görünmez bir mahkeme kuruldu. Vicdan hâkim, korkular tanık, sessizlik delildi. Hepsi aynı anda çığlık atıyordu ama sesimi duyan yoktu. Sırat bir yol değildi, bir düş, bir sızıydı; kendi ayak seslerim bile bana ihanet etti.
Eski anahtar konuştu. Yıllar önce kapattığım bir kapıyı, sonra bir daha açmadığım için suçluydum. “Birini içeri almamak, onu dışarı atmakla aynıdır,” dedi. Parmaklarımda hâlâ kalan soğukluk, yılların unutturamadığı hatırasıydı. Haklıydı; hep haklıydı.
Annemden kalan ayna fısıldadı. Köşede sessizce duran, dokunmaya korktuğum ayna. “Sen hep kendi yansını sakladın, içine bakmayı erteledin. Ama gerçeklerden kaçtın,” dedi. Sesini duyduğum anda, çatı katından düşmüş gibi bir sızı çöktü ciğerime; zaman katlandı, dünyalar küçüldü, ve ben oradaydım, kendi içinde kaybolmuş bir çocuk gibi.
Köprü daraldıkça sırtımdaki yük ağırlaştı. İçimde uğultu, yakıcı bir ateşten keskin, tahammülsüz bir ceza. Bu ceza başkasından değil, yalnızca kendimden geliyordu.
Bir makas belirdi, paslı ve sessiz. “İlk neyi kestin?” diye sordu. “Saçlarımı,” dedim, çocukluğumun küflü köşesinden fırlayan bir hatırayla. Nenem neden diye sorduğunda “Ağırdı” demiştim; ama saç değildi ağır olan. Duyulmamışlığım, yok sayılmışlığım, içimde büyüttüğüm sessizlikti.
Köprünün ortasında vicdan (hâkim) sesini yükseltti: “İnsan, söylediği kadar sustuklarından da sorumludur.” Düğüm çözüldü içimde. Sessizlik, çığlıktan daha derindi, sızısı ömür boyu taşıyacağım bir yara gibi.
Darağacı belirdi, ip gölgesi boynuma değdi. Karar çoktan verilmiş, ben sadece tanık oluyordum. Köprünün ucunda bir karaltı durdu; ne insan ne gölge, karanlığın içindeki benliğim. Elinde yıllardır ellerimi sıkan bir ip vardı. “Mahkeme yeniden toplansın,” dedi, sesimle.
Ve sessizlik çöktü. Çığlık göğsümde kaldı; dışarı çıkmadı. Gölgem fısıldadı: “Suçların?” Jüri yoktu, eşyalar sustu. Suçlarım, sessizliklerim, kaybolmuş sözlerim, kırılmış zamanlar önümdeydi.
Karar verildi: “Suçlu.”
Vicdan fısıldadı: “İnsan, kendine karşı kurulmuş bir mahkemede asılmaktan kaçamaz.”
Korkmadım; ceza çoktan içimdeydi. Gölgem ipi uzattı: “Bu, senin sessizliğin için.”
Güçlü sanılmıştım ama yıllardır kendimden kaçıyordum. Hayatım boyunca pişman olmadıklarıma… işte şimdi dizlerimi çöle gömecek kadar pişmanım. Köprünün ucu karanlığa açıldı, ip avuçlarıma bırakıldı. Titredim, ama tuttum.
Gölgem son kez fısıldadı: “Son sözün?”
Başımı kaldırdım, daralan yolun ucunda karanlığa karşı tek bir cümle kurabildim: “Kendimi affetmiyorum.”
Rüzgâr durdu, Sırat sessizleşti. Ve ben ilk kez kendi hükmümle yüzleşmenin ağırlığını hissettim; çığlıklarım içimde yankılandı, hiçbir yere gitmedi. Zamanın içinde bir deli rüzgâr gibi savruldüm, ama sessizlik hem yakıyor hem de saklıyordu her şeyi.
5.0
100% (8)