0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
82
Okunma
Kime kalır bu dünya? Zalime mi, mazluma mı, varsıla mı, muhtaca mı? Saygısıza mı, sevgiliye mi, aşka mı, nefrete mi yoksa yoksa nisaya mı? Islandığında kabir kokan topraklar kalsa kalsa var olmayana ve aynı zamanda yok olmayana kalır. Aciz bedenlerin arkasına saklanan vahşi ruhlar birer kukladan başka bir şey değil. Zulüm de, acı da, keder de aynı mutluluk ve huzur safsataları kadar hayali, gerçeklik dışı. Her ne olsa ahı çıkar diye sabır taşına dönmüş yanık yürekler ıstırabını kusarken bilinmezliğe, cemaat şeytana cenaze namazı kılma peşinde. Anadır, babadır, kayındır diye hoş görülen vahşetler kendi ölümleriyle taçlanınca utanmazca bir sureyi, göğe kaldırılan bir çift eli de dilenirler. Dilenirler, dilenecekler… Şeytan diye bir meleğe yer kalır mı bunca canavar varken? Sönen yıldızlar öyle kurallarla kanunlarla değil hıçkırıklarla soğuyor. Solan çiçekleri bile güzelleyen narin ruhları yiyip bitiriyor akbabalar. Ardından bir çakal ölüyor, az önce leş yiyen kendileri değilmişçesine yas tutuyorlar. Bir kuzu ağlıyor uzaklarda, bacakları ve kulakları kesilmiş kan içinde, yine de “çakal” diye inlemekte…