0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
103
Okunma

Her yıl gelenek haline gelen Adana Çukurova Edebiyatçılar Derneğinin başkan Halise Tekbaş ve yönetimin düzenlediği 11. Türk Dünyası şiiri müzik, Sanat etkinliğine davetli olduğun için yollara düştüm. İlk etkinliklerinden bu güne dek bir kaç etkinliğin haricinde hep katıldım, onlara destek olmaya çalıştım. Her yıl bir sefer etkinlik yapılmasına rağmen bu yıl etkinliğin ikincisi oldu. İlk etkinlik Nisan ayının son haftasında Kazakistan Almaata’da gerçekleşmişti. Orada da muhteşem etkinlik olmuştu Alay dağlarının karlı serinliğini soluyarak, güzel şehrin tarihi mekanlarını gezerek. Türk dünyasından pek çok şair, yazar, akademisyen ve ressamlar katılmış, onlarla kaynaşarak yarınlara birlik adına güzel adımlar atılmıştı. Hayalimizdeki Turan illerini bize yaşanma duygusunu ÇED yaşatmıştı ve yaşatmaya devam ediyordu. Turan ülküsü yolundan geri adım atmadan koşar adımla Türk dünyasını kucaklıyor, yüz yıllara varan özlemler gideriliyor, kardeşlik bağları güçlendiriliyordu.
Bu yıl ikinci kez yapılması gerekliğine inanmış başkanımız Halise Tekbaş ve dernek yönetimi güzel Adana’mızda şiir, sanat ve müzik (Ozanlarımız) etkinliğinin yapılmasını uygun görmüşler Türk dünyası adına. Türkçü, Turancı ülkücü olan benim de katılmamam fikriyatıma ters düşeceğinden ve inancımın, ülkümün samimiyetine gölge düşürmemem için her yıl olduğu gibi bu yılda kendimi mecburi görevli olarak hissederek canı gönülden davetlerine icabet ettim. Halise başkan davet ettiğinde yüreğimdeki sevinç çığlıklarını duymanızı isterdim. O kadar mutlu olmuşum. ’’Başkanım beni ilk sıraya yazabilirsin’’ dedim telefonda. Öylede oldu. Bir iki hafta geçmeden katılım kimliğim hazırlanmıştı. Artık Türk dünyasından gelecek yazarlarımızla, şairlerimizle ve ressamlarımızla tanışmak için etkinliğin yapılacağı 24-27 ekim tarihleri arasında yapılacak etkinliğin gününü heyecan ve sabırla bekledim.
Memleketim Akşehir’den 23 ekim perşembe öğleden sonra etkinlik için otobüs yolculuğum başladı güzel havanın atmosferinde. Otobüsümüzde güzel olunca yolculuğum bayağı keyifli geçti. Yolculuk sırasında gözlerim geçtiğimiz şehirleri, kasabaları, köyleri, dağları, ovaları, akarsuları, ormanları, akar sularımızı taradı. Ne kadar güzel bir memlekete sahibiz. Cennet vatan boşu boşuna gelişi güzel söylenmemiş. Gerçekten cennet bir vatana sahibiz ama maalesef bu cennetin kadrini, kıymetini bilmiyoruz. Her şey doğal. Hele muhteşem dağların yapıları sanat eseri dehalar. Tanrı özenle yaratmış bu memleketin her bir köşesini.
Memleketimin doğal güzelliklerini izlerken otobüsün camından, Avrupa’da gördüğüm ülkeler ve diğer gittiğim ülkeler gözlerinin önünde canlanıyor. Ülkemin güzelliği ile karşılaştırırken kendi kendime fısıldıyorum. ’’Şu güzellikler Avrupa ülkelerinde olsaydı kim bilir nasıl kıymetlenir ve bilyonlarca turisti ülkelerine çekerek büyük kazançlar elde ederlerdi.’’ diyerek. Anlayamadığım doğal yapıları, tarihi miraslarımızı kalkın, definecilerin ve maalesef üzülerek söylüyorum ki; devlet eliyle yok ediliyor. Ve nice tarihi eserlerimiz çalındı, çalınmaya devam ediliyor. O kadar zor mu bu değerlerimizi korumak? Ormanlarımızı, doğal hayattı yok ediyor, beton yığınları arasına gömüyoruz ve bizlerde hüzün dolu bakışlarla izliyoruz enkazımızı! ’’ne acı?’’ diyerek derinlerden bir ’’of’’ çekiyorken muavin gelip başıma dikildi. ’’Beyefendi ne içiyorsunuz?’’ derken kafamın karışıklığı arasında ona ’’şiir’’ demez miyim!!!. Muavin tuhaf tuhaf yüzüme kakarak ’’ ne şiiri beyefendi? Ne içeceksiniz?’’ öfkeli hali ile. ’’ Ya özür dilerim kafamda bir şiir canlandırıyordum da. Bi dörtlük yazacaktım telefonuma’’ deyince gülümseyerek çay verdi. ’’şairler çayı sever!’’ diyerek. Tebessümle uzatılan çayı aldım. koydum çay masasına. Aklımdan uçup gitmemesi için şu kısacık yürek sesimi hemen telefona yükledim.
Gün batımında
Yine gidiyorum uzaklara
Seni bulabilir miyim ki
Ülkenin saklı bahçelerinde
Bir menekşe, gül kokusu
Hissedersem eğer
Bil ki doğru izdeyim
Seni bulmama ramak kaldı
Ne olur gitme benden öte
Bu son şansımdır
Ömrümün son çeyreğinde...
Nice şehirlere, kasabalara, köylere ve seyrine doyamadığım doğa manzaralarını geçe geçe Adana’nın göz bebeklerinden birisi olan Pozantı’ya vardık. Dinlenme tesislerinde soluklanalım diye yarım saatlik mola için kaptanımız otobüsü park etti. Pozantı’yı gün ışığı ile görmesem de ışıl ışıl bir şehir. Dağ yamaçlarından düzlüğe uzanan, yazın sıcaklığından bunalıp gelen Adanalıların yaz dinlence ve serinlik yeri Pozantı. Malumunuz üzre çok değerli bir sanatçımızın da dinlenme tesislerinin birinde katledilmişti eski kocası tarafından. O vahim olayla da adını dünyaya duyurmuş şehrimiz.
Pozantı’nın görkemli, çam kokulu dağlarının serin rüzgarını ciğerlerime kadar çekmek için dinlenme tesisin içine girmedim. Dolaştım aheste aheste dışarıda. Akşamın sessizliğinde sadece otobüslerin homurtulu sesleri vardı girişlerinde çıkışlarında. Oldum olası dinlenme tesislerindeki insanları enayi yerine koymak gibi pahalı fiyatları da canımı sıkan durum. Bizim şehirde 40 ile 60 lira olan çorba, dinlenme tesisinde 140 lira olması bana ’’yuh artık!’’ dedirtti. Dinlenme tesisleri neden kontrol edilmez yiyecek içeceklerin fiyatları konusunda. AVM’den aldığım limonata içecek 7.5 - 10 tl arasında iken orada neden 30 tl.? Baktım da yemek yiyen hiç yok gibiydi bizim otobüsten. çivisi çıkmış bir memleketi andırıyordu fiyatlar!
Olumsuz düşüncelerden sıyrılarak gökyüzüne baktım. Masmavi, pırıl pırıldı. Yıldızlar cilve satarcasına bana göz kırpıyorlardı. Ay hilal çekline bürünmüş ’’Ben Türk bayrağının kutsalıyım’’ dercesine onurlu duruşu etkiliyordu beni. Öylece dalıp gitmiştim hayallerimin peşinden. Neler geçmediği aklımdan? Ötüken ve Tanrı dağları, Ergenakon ve demir yüklü tanrı dağlarından kükreyen bir bozkurt sesi kulaklarımı çınlatırken dinlenme tesisinden bir ses yükseldi.
’’ Haydin gidiyoruuuzzzz! Kimse kalmasın!’’
Otobüsün homurtusu ile dinlenme tesisinden ayrılırken şiir yolculuğum istikametinde yol almaya başladık!..
Devam edecek
Zafer Direniş
...