0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
120
Okunma
Kimdim ben? Neydim, neyin nesiydim? Tüm dünyası başına yıkılınca elleriyle akan kanı tutmaya çalışan küçük bir kız çocuğu. Sahipsiz bir piç, kalpsiz bir hortlak, ağlak bir bebek…
Boş bir odada solan son papatya ve açelyalar… Kopan fırtınalar yerini asi ama lafta poyrazlara bırakırken neyin nereden gelip de beni alabora edeceğini nasıl bilebilirdim ki? Girdaptan kurtulamaz genç, denizin dibini boylarken açılan yelkenler nasıl hala daha umutla, mutlulukla bakabilir ki ufuğa? Kan kalmadı avuç içlerimde, susamış bir melek geldi de içti hepsini, giderken parmaklarımı da götürdü. Ha, bir de! Göğsümü pençeledi, bu kadar öfke neye gerekti?
Buz gibi bir yaz gecesi, dar sokaklara atılırken gördüğüm gözlerin hepsi neden elaya çalıyor? Genzim tıkanıyor ve zorlukla kaldırıma çöküyorum. Melek karşımdan binlerce kez süzüle süzüle giderken nispetine ancak boncuk döküyorum. Elim cebimi buluyor ama içine sokamayacak kadar acizim. Gecenin şavkında Güneş kavururken tenimi nasıl da ölmeden durabileyim?
Utanç, keder…
Gün Ay’ı terk etmiş.
Ay, Gün’e unutmak istediklerini hatırlatıyor, duymak istemediklerini koklatıyormuş. Ama Gün neden kamamış ki o zaman?
Ahlaksız çünkü.
“Vur piçe!” mi yoksa “Vur güzele!” mi?
Gebert, dirilince de gözünü alama.
Ama göze de alama.
Ela gözlü kahpe melek, kaç hayatımı daha karartacaksın? Tekrar doğmayı başarsam da güneşi göremiyorum. Bırak artık beni, günahlarım ve karanlığımla baş başa kalayım.
kama-mak: ışığını aktarmak, ışık yaymak.