Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
olricx
olricx
VİP ÜYE

Karanlık

Yorum

Karanlık

5

Yorum

17

Beğeni

0,0

Puan

674

Okunma

Okuduğunuz yazı 13.10.2025 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.

Karanlık

İçinde uyandığım karanlık odanın çıplak zemininde sırt üstü uzanıyordum. Üstümdeki yıldızların sarı ışıkları altında, keskin dişli, kanatlı bir köpek balığından sürekli kaçan, odanın üç duvarında basılmadık yer bırakmayan kadın, karşımdaki duvarda yıldızların sinsi bakışları eşliğinde çapkın iki aya yakalanmış, tüm çıplaklığıyla, muhteşem bir tabloya erotizm katıyordu. Doğruldum ve başımı hayretle ona çevirdim; yanımda yatan Siyahlı Kadın’a. Gözlerimi üzerinde gezdirdim, upuzun saçları altındaki tüm güzelliğiyle kara boşlukta asılı bir silüet gibiydi.

“Başarmışsın, nasıl yaptın bunu?”

Sessizlik.

“Sen gerçek bir sanatçısın” dedim, öpmek için ona eğilerek. Dudaklarım dudaklarına değdiğinde silüet dağılmaya başladı, yavaşça, çatlayarak… Yüzlerce yıldız gökyüzünden düşerken beliren kırmızının, önce zemine, sonra tüm odaya ağır ağır hakim oluşuna eşlik eden sese yöneldim. Siyahlı Kadın penceredeydi. Elinde keskin nişancı tüfeği… Korkuyla onu izliyordum. Ateş etmeyi keserek bana döndü, silahı açık iki avucu üstünde tutup bana uzattı. Ayağa kalktım. Ağır, ürkek adımlarla ona yöneldim. Pencereden baktım. Sert bir rüzgar esiyordu. Ve bulutlar… Bulutlarla iç içeydik. Silahı aldım, gözümü dürbüne dayadım. Binlerceydiler. Kanlar içinde yerlerde yatıyor, kanlar içinde ceset dağları oluşturmuşlar, kanlar içinde… Binlerceydim.

Gözlükleri ve nefes cihazını sinirle çıkardım ve aptal dikdörtgen metal yığınını yumruklayarak nefesim yettiğince bağırmaya başladım.

“Çıkarın beni buradan, çıkarın!”

Adi görevli sesimi dakikalar sonra duyabildi. Cihazın kapağı açılır açılmaz tekmeyi savurdum. Üstüne yürüdüm.

“Beni öldürmek mi istiyorsunuz siz, ha, öldürmek mi?”

Etrafım bir anda sarıldı. Karnıma yediğim yumrukla kıpırdayamaz olmuştum ki suratıma yediğim yumrukla yere serildim. Tekmelenirken bağırmamak, tüm nefretimi üstlerine kusmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Lütfen, özür dilerim, lütfen”

Beni oda görevlisiyle bırakıp görev yerlerine dağılırlarken mırıldanıyordum.

“Güzel bir rüya istemiştim, sadece güzel bir rüya…”

Üstümü başımı düzelterek, görevli eşliğinde odadan çıktım. İki yanı odalarla dolu uzun koridorda topallayarak yürürken az önce üstüme çullanan gönüllülerin sinirli bakışlarını ve sırasını bekleyen bitkin müşterileri görüyordum. Gönüllüler ve müşteriler aynı sınıftandılar: İşçiler. Danışmaya yöneldim.

“Paramı geri istiyorum” dedim sakince, “ne yapmam lazım?”

“Böyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyorsunuz.”

“Bakın” dedim kibarca, arkamı dönüp parmağımla koskoca ışıklı yazıyı işaret ederek, burası Rüya Dükkanı değil mi? Ben sizden güzel, şirin bir rüya istedim, siz bana kabus verdiniz!”

“Zaman zaman böyle olabiliyor” dedi pişkin pişkin, “bazı müşterilerimizin geçmişi öylesine kirli ki…”

Bizi dakikalardır uzaktan izleyen iki gönüllü bize doğru geliyordu. Tüm öfkemi içimde tutarak asansöre yürüdüm.

Sabah saatlerindeki aşırı sıcak havadan öğle vakti görevi teslim alan yağmurun, yerini hava kararmak üzereyken kar yağışına teslim ettiği görülüyordu. Merdivenlerde bir an öylece durdum; suratıma çarpan dengesiz rüzgar yüzünden kıstığım gözlerimle çevreyi taradım. Etrafı koca gölge gibi görünen ağaçlarla çevrili boş tarlaya gelişigüzel dağılmış yıkık dökük tek tük bina, ağaçlar, hurda arabalar ve her yanı saran yaban otları ve görünürde ölü diri ne varsa kara bulanmışlardı. Merdivenlerden indim; tam kırk basamak. Arkamı döndüm. Girişteki dev tabelaya baktım: ANIBRİKA kara bulanmıştı. Kana bulanmasınaysa yıllar vardı. Sözde liderimizin bize sunduğu hizmetlerden biriydi, tıpkı pazar gibi. ANIBRİKA! ANIBRİKA! Geçmişinizi mi unuttunuz? Eski boktan dünyanıza ait bölük pörçük anıları birleştirmekte zorluk mu çekiyorsunuz? Gelin birleştirelim! Diyorlardı pis yalancılar. En son yeni açılan bölüm Rüya Dükkanı olmak üzere bu binaya üçüncü gelişimdi. O aptal dikdörtgen metal yığınlarına tam üç kez girdim. İçine uzanıp kapalı kapağın altında kalan cihaza zihninizi kurcalayan anının kodlarını girdikten sonra sırayla iki avucunuzu cihazın üstüne koyup sizi tanımlamasını bekliyordunuz. Gözlüklerinizi takıyor ve başrol oyuncusu olduğunuz filmi izliyordunuz. İlkinde bir katildim. Sevgilimi öldürüyordum. Olamazdı. Böyle bir şey olamazdı. Kafamdaki o güne ait anılar böyle değildi. İkincisinde sevgilisini öldüren bir katil ve tecavüzcüydüm. İtirazımın bedelini dayak yiyerek ödedim. Direnmedim. Direnmenin bedelinin Aylaklar sınıfına dahil edilmem olması kaçınılmazdı. Asilere Aylaklar ismi verilmişti. Ve bir aylak vahşice öldürülmeyi hak ediyordu.

Yürüdüm. Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Elimi Lider’in, şimdiye kadar hiç görmediğim, kimsenin gördüğünü de sanmadığım Lider’in, söylentiye göre üç metrelik iri bir vücuda sahip Lider’in emrettiği gibi kısacık kesilmiş saçlarımın üzerinde gezdirdim, karları temizledim ve cebimden çıkardığım sarı başlığı kafama geçirdim. Biz işçilerin rengi sarıydı. Ne olduğunu bilmediğim bir maddeden yapılma sarı çoraplar, botlar, pantolon, yelek, başlık hem yenidünyamızın değişken hava koşullarına hem yaptığımız işe uygundu. Yaptığımız iş neydi? Taş taşımak. ANIBRİKA’nın tam ortasında yer aldığı bu devasa tarlanın bir köşesinde biz yüzlerce kişi eli silahlı Koyu Yeşiller gözetiminde, yüklendiğimiz taşları yaklaşık elli metrelik bir mesafeye taşıyor, taşıyacak taş kalmayınca da taşıdığımız taşları geri taşıyorduk. Ayda bir günlük izin hakkımız dışında sabahtan akşama böyle geçiyordu. İşçilerin birbirleriyle konuşması yasaktı, iş süresince ve hava kararınca. Sarılıların en büyük eğlencesi izinli oldukları günlerde kurulan pazardı. Aldıkları günlük çeyrek parayı biriktiriyorlar ve izin günlerinde pazara koşuyorlardı. En çok ilgiyi iki tezgah görüyordu: Ölüm ve Seks. Bu tezgahlarda ele geçirilen Asiler sergileniyordu. Beğendiğiniz bir Asiyi kiralayıp onu belirli para karşılığı orada öldürebilir ya da onunla hemen orada seks yapabilirdiniz. Ücret, öldürme ya da seks şeklinize göre değişiklik gösteriyordu. Mesela Asiyi bıçakla öldürmek istiyorsanız farklı pompalıyla kafasını dağıtmak istiyorsanız farklı, hem seks hem ölüm derseniz farklı tarife geçerliydi. Kadınlara özel indirimler de mevcuttu. Öldürülen asiler söylentiye göre tarlayı çevreleyen ormanda yaşayan Köpekbaşlılara yem ediliyordu. Asilerin nerelerde yaşadığı, nerede ve nasıl ele geçirildikleriyse çoğu şey gibi muammaydı. Bunun dışında pazarda yiyecek kapsülleri de bulmak mümkündü. Fakat bunlar oldukça pahalıydı. Mesela en pahalı ölüm ve seks tarifesi 3 buçuk parayken, ufacık bir tatlı kapsülü için tüm aylık birikiminizi vermek zorundaydınız. İşçiler çoğunlukla buna yanaşmıyor, iş alanına girişte kendilerine verilen ve gözetim altında yuttukları tek kapsülle yetiniyorlardı. Tadının neye benzediğini söylemek zor; hiçbir şeye benzemiyordu. Fakat açlık da hissetmiyordunuz.

Evime yöneldim, tüm benliğimi saran mide bulantısıyla. Zihnimi sürekli delik deşik eden, öncesini hatırlayamadığım dünyaya ait o görüntülerle. Anımsıyorum. Bir kafedeydik, kafenin cam kenarında. Siyahlı Kadın karşımda… Resim çiziyor. Keyfimiz yerinde.

“Belki tam da buraya, şu iki evin arasına, şirin mi şirin bir köpekbalığı gizlenmiştir, dişleri sipsivridir, herkesi yemeye hazır."

“Böyle mi, oldu mu?”

“Olmadı, şu köpekbalığına kanat da çiz, dişleri bıçak şeklinde... hatta... dur bir dakika... kısa kızıl siyah saçlı, gözlüklü, 35 yaşlarında bir kadını kaçarken bacağından yakalamış olsun."

“Aysel mi bu?”

“Evet! Dur bir dakika, sonra da çapkın iki ay ve yıldızlar da çiz, aralarına Aysel’i, çıplak olsun. Tarihi de yaz şu köşeye.”

“9 Mart 2016, oldu mu?”

Anımsıyorum. Kafenin önünde küçük bir çocuk… Üç tekerlekli bisikletinin kornasına dakikalardır basıp, bağırıyor.

“Yağmur yağacak! Yağmur yağacak! Şemsiyelerinizi alın, şemsiyelerinizi alın!”

Anımsıyorum. Az sonra gürleyen gök. Çocuk bisikletinden iniyor. Kollarını açıyor ve etrafında dönmeye başlıyor. Yağmur damlalarına aldırmadan…

“Ha ha, demedim mi ben size, demedim mi! Yağmur yağıyor, yağmur yağıyor!”

Anımsıyorum. Siyahlı Kadın kalemi bırakıp çocuğu izlemeye başlıyor. Elimi cebime atıp çıkardığım yüzüğü ona uzatıyorum.

“Benimle evlenir misin?”

Anımsıyorum. Bu ses gök gürlemesi değil. Çocuğun bir anda göğe yükselişi... Kaçışan insanlar… Havada uçuşan kollar bacaklar... Ellerindeki silahlarla rasgele ateş eden maskeliler.

Siyahlı Kadın’ı elinden tutup kafenin bahçesine koşuşumuzu anımsıyorum. Duvardan atlayıp koşmaya devam edişimizi. Sağa sola düşen bombaları. O mermer merdivenden yuvarlanışımızı… Merdivene adım atamadan düşen kızın yalvaran bakışları. Kopan kolu. Anımsıyorum. Siyahlı Kadın’la göz göze gelişimizi… Ve onun gözleri… Sonrası yok. Gözlerimi o harabe binanın bir köşesinde açtığımda çırılçıplaktım. Eli silahlı iki Koyu Yeşilli beni ayaklarıyla dürtüyorlardı. Ayağa kaldırdılar. Sarı giysilerimi uzattılar ve taş alanına geldik.

Hurda arabanın önünde durdum. Arkamı döndüm ve birkaç kilometre ötede tüm iğrençliğiyle duran ANIBRİKA’ya baktım. Zirvesindeki ışık hava kararır kararmaz devreye girmiş ve her yanı hafifçe aydınlatıyordu. Sonra bakışlarımı birkaç yüz metre ilerdeki kuleye diktim. Tarihi gösteriyordu. Sadece tarihi. Parlak ışıklarla, onu ilk gördüğüm günkü gibi 2682 yazıyordu. Tüm sırrı çözmeme yıllar vardı. Büyük savaşa yıllar vardı. Eğildim ve hurdanın aynasında kendime baktım. Çatlamış tüysüz suratıma. Morarmış, patlak gözlerime… Elimi tenimde gezdirdim, derim günden güne kalınlaşıyordu. Arabanın kapısını açtım, evime girdim. Arka koltuğa uzandım ve gözlerimi uyumaya kapadım, bir daha uyanmamayı dileyerek.

2016

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Karanlık Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Karanlık yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Karanlık yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Tevfik Tekmen
Tevfik Tekmen, @tevfiktekmen
14.10.2025 13:30:11
bir rüyadır bu desem, uyurken görülen. olabilir. bir düş bir hayal desem uyanıkken, olabilir. bir kurgudur desem beyni çalışan bir aklın. olabilir. her ne ise güzel bir yazı, ben beğendim. bir de küçük bir notum olsun naçizane; "bu çağda ve bu şartlar altında işçiler emekçiler de sağcı ise solcular veya sosyalistler daha ne yapsın? tek kendisi değil herkes için..."
sevgilerimle...
İbrahim Kurt
İbrahim Kurt, @ibrahimkurt
14.10.2025 11:43:34
çalışmanızı kutluyorum hocam
Ke
Keomaagain, @keomaagain
13.10.2025 22:29:21
Camus’nun Sisifos söylencesi mi desem George Orwel mi? sınıf sınıf dizilmiş bir sürü renk. Siyahlı kadın sığınılan liman gibi bir şey. Güzeldi. -- Kafam iyi, yazmayayım artık-
Gule
Gule, @gule
13.10.2025 21:31:14
Yazı kafamda birçok film sahnesini çağrıştırdı. Rüya satın almak isterken biraz "The Game" vardı sanki biraz "The Island", taş kırarken biraz "Esaretin Bedeli" biraz da "Escape Plan" ya da diğer hapishane sahnelerin hepsi birden gözümde canlandı birden. Lider derken de aklıma ilk gelen isim 1984 oldu. Daha ismini hatırlamadığım birkaç film sahnesi de var...Siyahlı kadın da Kill Bill'di sanki:)

Sinematik film tadında bir yazı şöleni olmuş Oli...
Hörmetler:)
turgaykurtulus
turgaykurtulus, @turgaykurtulus
13.10.2025 20:25:08
Değerli Olrics,

Yazınızı okurken kendimi rüya ile distopik gerçeklik arasında buldum. O kadar sarsıcı ve çarpıcı bir metin ki, her satır zihnimde yankılandı. Beş yıldızı fazlasıyla hak ediyor!

Başlangıçtaki o sanatsal rüyadan kâbusa geçişiniz harikaydı. Özellikle "Dudaklarım dudaklarına değdiğinde silüet dağılmaya başladı..." cümlesi, illüzyonun bittiği anı büyük bir güçle vurguluyor.

"Binlerceydim" ifadesi, tüm o vahşetin tek bir kişiye ait olduğunu gösteren en etkileyici vurguydu. Rüya Dükkânı'ndaki görevlinin “bazı müşterilerimizin geçmişi öylesine kirli ki…” cevabı ise sistemin acımasızlığını ortaya koydu.

"Ölüm ve Seks" tezgâhları sahnesi, insanlığın geldiği en yoz ve dehşet verici noktayı gösteren keskin bir aynaydı.

Eski dünyadan anımsanan masumiyetin aniden parçalanması, hikâyenin duygusal etkisini zirveye taşıyor.

Böylesine güçlü ve katmanlı bir distopya yarattığınız için tebrik ederim.

Devamını büyük bir heyecanla bekliyorum.

Sevgiler sunuyorum.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL