3
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
253
Okunma
Arif ve Fısıldayan Ağaç
Uzak diyarlarda, dağların koynuna saklanmış küçük bir köy vardı. Sabahları sis, evlerin çatılarına inci gibi düşer, akşamları rüzgâr, uzak diyarların tozunu getirirdi. Bu köyde Arif adında bir çocuk yaşardı; gözlerinde merak, yüreğinde sonsuz bir sessizlik vardı.
Arif, her sabah gün doğarken ormana gider, kuş sesleriyle konuşur, toprağın nabzını dinlerdi. Onu diğer çocuklardan ayıran bir şey vardı: Arif, dünyayı yalnız gözleriyle değil, kalbiyle de duyardı.
Bir gün, köyün yaşlıları, kuraklığın yaklaştığından söz etmeye başladılar. Gökyüzü günlerdir bulutsuzdu, dere yatakları su değil, susuzluk taşır olmuştu. Arif, bu sessizliğin ardında bir anlam aradı. O gece rüzgâr, sanki onu çağırır gibiydi.
Sabahın ilk ışığında, köyün dışındaki Sessiz Orman’a doğru yürüdü. Bu ormana kimse gitmezdi; çünkü oradaki ağaçların konuştuğuna inanılır, ama bu sesleri yalnızca kalbi arı olanların duyabileceği söylenirdi.
Arif, adım adım ormanın derinliklerine ilerledi. Yaprakların hışırtısı, bir melodinin ilk notaları gibiydi. Derken, ormanın tam ortasında, gövdesi bin yıllık sırlarla dolu bir ağaç gördü. Kökleri toprağın kalbine iniyor, dalları gökyüzüne karışıyordu.
Ve bir ses duydu — ne rüzgârdan, ne kuştan, ne de insandan gelen bir ses:
— “Neden geldin, küçük yürek?”
Arif etrafına baktı, kimse yoktu.
— “Siz misiniz konuşan ağaç?” dedi ürkekçe.
Ağaçtan, rüzgârla karışan bir koku yayıldı: bir de kısık bir ses...
— “Evet,” dedi Ağaç. “Ben Fısıldayan Ağaç’ım. Her yüzyılda bir, kalbinde saf bir ışık taşıyan bir çocuğa ses veririm. Şimdi o çocuk sensin, Arif.”
Arif nefesini tutmuştu.
— “Bana neden sesleniyorsunuz?”
— “Köyün kuruyacak,” dedi Ağaç. “Yağmurlar unuttu sizi. Çünkü siz gökyüzüne inanmaktan vazgeçtiniz. Eğer insanlara umudu hatırlatmazsan, toprak taşlaşacak, susuz kalacak.”
Ağaç, kalın dallarından birini eğdi ve Arif’in avucuna ışıldayan bir tohum bıraktı.
— “Bu tohumu köyün kalbine dik. Fakat onu suyla değil, sabırla ve inançla büyüt.”
Arif, tohumu dikkatle sakladı ve köyüne döndü. Herkes umutsuzdu; toprak çatlamış, gözler gökyüzünden vazgeçmişti. Arif, kimsenin inanmadığı o küçük tohumu köy meydanına ekti.
Günlerce yağmur yağmadı. Fakat Arif her sabah ağacın başına gidip fısıldadı:
“Sen büyüyeceksin.”
“Yağmur gelecek.”
“Biz inanmaktan vazgeçmeyeceğiz.”
Bir sabah, sessizliğin içinden bir kıpırtı duyuldu. Tohum toprağı yarıp gökyüzüne uzandı. Filiz bir günde dal oldu, dal bir günde yaprak... Ve tam o anda, gökyüzü birden karardı; uzaklarda şimşekler çaktı. Ardından yıllardır beklenen yağmur yağdı — önce usulca, sonra coşkuyla.
Köylüler şaşkınlıkla gökyüzüne baktılar, sonra Arif’e. Arif sadece gülümsedi. Çünkü biliyordu: mucize gökten geemişti ama, içlerinden filizlenmişti.
O günden sonra köyün ortasında yükselen o ağaç, hâlâ konuşurmuş. Rüzgâr estiğinde yaprakları birbirine sürtünür, bir fısıltı yayılırmış köy boyunca:
— “Kalbinle dinle... Doğa konuşur, umut yanıt verir.”
Ve Arif, her akşam o ağacın gölgesinde oturup, kalbinin sesini dinlermiş.
5.0
100% (2)