4
Yorum
17
Beğeni
5,0
Puan
314
Okunma


Üç atasözü öbeğini özellikle önemserim. Çin, Kızılderili, Afrika atasözleri. İnsan gerçekliğinin derinliğini duyuran bir bilgelik süzülür satır aralarından.
Söz gelimi “Bilmeyen ve bilmediğini bilen bir öğrencidir. Ona öğretin. Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır. Onu uyandırın. Bilen ve bildiğini bilen akıllıdır. Onu izleyin. Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.” Demekte bir Çin atasözü. Benzerlerine farklı kültürlerde de rastlanamaz mı? Neden olmasın?
Bu cümlelerden yazımız açısından dikkate değer olan “Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.” Şeklinde olan, değil mi? Yerine göre ukaladır ya da şarlatandır şeklinde de karşımıza çıkabilir elbette. Bir Afrika atasözü de “bilge değil, yalnızca aptallar her şeyi bilir” demektedir. Bugünlerde sosyal medyada karşımıza çıkan cehalet ne güzel, her şeyi biliyorsun cümlesi de ironik duruşuyla anlamsız olmasa gerek. Kuşkusuz kim cahil derseniz somutlaştırmak meseledir. Bizim gibi düşünmeyen, hissetmeyen mi? Aykırılık, zıddiyet arttıkça cehaletin üstümüze üstümüze geldiğini hissediyorsak algı yanılması ancak olabilir bu.
İnsanlık tarihinde bunun aksine işaret eden haller yok mudur peki? Hani pek çok alanda yetkinlik kazanmak? Mesela bilginin günümüzdeki kadar yoğunlaşmadığı, branşlaşmanın belirgin bir hüviyet kazanmadığı çağlarda matematikten, tıbba, felsefeden, teolojiye, ekonomiden, pedagojiye, hukuktan, politikaya kadar farklı disiplinlerde söz sahibi olmuş, otorite hükmü kazanmış filozoflar, feylesoflar yok mu? Var da onların bu sahaların hemen hiçbirinde ortaya attıkları söylemler günümüzde referans kabul edilmiyor ki. Ancak bu alanların tarihi olarak anılan disiplinlerde mevzu edilen birer genel kültür kırıntısı hükmündedirler. Mesela hukuk tarihi, iktisat tarihi, tıp tarihi, felsefe tarihi, vs.
Başka bir ifadeyle aktüel tatbiki bilim bu eski zaman filozoflarının, bilginlerinin görüşleri etrafında problem çözmemektedir. Şöyle ki bu hal o entelektüel dehalara haksızlık edildiği anlamına hiç gelmez. Nihayet merdivenin ilk basamağından en üst basamağına da bir sıçrayışta çıkılmaz. Ve nihayet günümüz bilim ve düşünce insanlarının, akademisyenlerinin reçetelerinde bu saygın tarihsel kişiliklerin akıl yürütme biçimleri sudaki çözünmüş oksijen ya da havadaki toz zerreleri misali karşılığını bulacaktır. Bunun detaylandırılması ise üstte arz ettiğim gibi bilim ya da düşünce tarihinin konusudur.
Öte yandan devrim, ihtilal, inkılap gibi toplumsal, siyasal değişimin keskin bir virajın alınmasıyla benzeşen dönüşüm evrelerinde de geçmiş müktesebatın büsbütün yok olup gitmesine mani olmak isteyen entelektüel sanat, edebiyat, fikir insanlarına rastlayabiliriz. Farklı alanların kadastrosunu üstlenmektedir bir nevi bu tip ansiklopedik şahsiyetler irfanları dairesinde. Devirlerinde yaşanan sirkülasyonun bir cinnet hali almamasını birazda bu simaların beyinsel emeklerine borçlu olmalıyız. Hiç kuşkusuz ele aldıkları her konuda sundukları görüşler noksanlıklarını salmak suretiyle daha sonraki nesillerde tartışılır da kılabilir bu üstatları.
Hiç şüphesiz madalyonun iki yüzü her alanda olduğu gibi buradada bizleri karşılayabilir. Her şeyi bilen bir şey bilmez dendiği gibi, her şey her şeye bağlıdır, her şeyden anlamayan hiçbir şeyden anlamaz da denir bazı. Disiplinlerarasılık gibi mi? Kurallı ve sistematik bir hale bağlıdır elbet bu. Bir başıbozukluktan söz edilemez. “İki ya da daha fazla akademik disiplinin bir akitivitede birleştirilmesine denir. Disiplin sınırlarının dışına çıkarak, bağdaştırıcı düşünerek, bir yenilik yaratma çabasını ortaya koyar.” Şeklinde bir Vikipedi notu karşımıza çıkmaktadır örneğin.
Ya da Çoklu potansiyel kavramıyla karşılaşabiliriz. Bu da tabi tanımlanmaya muhtaçtır. “Özellikle güçlü bir entelektüel veya sanatsal merakı olan bir kişinin, iki veya daha fazla farklı alanda başarılı olma yeteneği ve tercihini ifade eden bir eğitim ve psikolojik terimdir.” Şeklinde tarif edildiği görülebilir. Kişinin kendisine dönük ürettiği bir vehim mi, bilimsel bir gerçekliği var mı? Ölçüme muhtaçtır şüphesiz. Söz gelimi kişi bir sahaya odaklanacak disiplinden yoksun mu? Miadlı çalışmaktan hoşlanmıyor mu? Hobiyle mesleği karıştırıyor muyuz acaba. Öyle ki meslekte standartlar vardır, işte görev duygusu, zaman zarfı işler. Hobide bunlar işlemez, “nerede akşam orada sabah” misali bir keyfiyet boyutu vardır. Kimse senden standart bir çıktıyı istemez.
Yanlış anlaşılmasın kendi hayatında bu duyguları yaşamış biriyim. Önceleri eğitimsel ve mesleki kulvarda farklı alanlara müsait olduğumu zannederdim. Sonra sonra ah derbeder gönlüm ah dedim. İkisi de öğretmen olan anne babamın üstün çaba ve emekleri olmasa ne köy olurdu benden ne kasaba. Dediğim gibi bir şeyden hoşlanmak tek başına anlam ifade etmiyor. Sistematik çabalar önemli. Hayatını vakfetmek önemli. Kişinin kendini tanıması, erken dönemlerde tanıması, profesyonel insanlardan destek alması ve edindiği bilgi tecrübeyi tatbik etmesi bu doğrultuda başlıca parametredir elbet. Açıktır ki Yunus Emre’nin “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır” söyleyişi hayatın her alanında bizleri kucaklamaktadır.
Bu kıymetli mısraların öz suyu mu? Haddini bilmektir, ummanda bir zerre ancak edebileceğini bilmektir. Efendim sofiye sormuşlar: Neyi bilirsin? O da: Haddimi bilirim. Demiş. Yine sormuşlar başka neyi bilirsin? O da: Hiçbir şey bilmediğimi.” Der.
Bu tarz söylemlerin varacağı nokta ise söyledikleri ile yaptıklarının birbirini tutması olacaktır. Aksi mi? “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” sözünün hükmü olabilir ancak.
Büyük mutasavvıfımız Mevlana’ya bırakalım mı sözü?
Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiralar ve kurumla oturur yerine. Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandır. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılır, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istemektedir.
Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sorar:
-Sen hiç gramer okudun mu?.. Dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı:
-Hayır efendim der, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-Vah vah der Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!..
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgâr şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başlar. Denizde fırtına çıkar, Bilgin korkmaya başlar. Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışmaktadır. Görür ki artık kurtuluş ümidi yok, Bilgine dönüp sorar:
-Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin:
-Ne yazık ki bilmiyorum diye inler.
O zaman kayıkçı:
-Vah vah der, şimdi ömrünüzün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız...
Demek fayda ve lüzum da önem arz ediyor hayat yokuşunda. Gramer önemsiz mi? Tabii ki değil ama Gramer bilgininin asli problemi bu değil ki. İlmi doğrultusunda öğrenci yetiştirecek sırasında, kendi eğitilmeye muhtaç. Yine tasavvufi kulvarın meşhurlarından “hamdım, piştim, yandım!” düsturunu anımsayabiliriz. Aksi ise hamhalat bir hayat çizgisinde yandım anaaammm! Nidasının ayyuka çıkması olsa gerek.
L.T.
5.0
100% (3)