11
Yorum
23
Beğeni
5,0
Puan
426
Okunma

Bir Yaz Sabahı
Sıcak bir yaz mevsimiydi.
O akşam erkenden yatmıştık ama gözlerime bir damla uyku girmemişti. Başımı yorganın altına çekmiş, zorla uyumaya çalışıyordum. Erken kalkmam gerekiyordu; fakat nafile... Sabaha kadar bir an bile uyuyamamıştım.
“Hadi oğlum, kalk!” diye seslendi babam.
O sesi duyunca içim burkuldu. İstemeye istemeye doğruldum, bir süre öylece kaldım. Ama babamın ikinci, bu kez daha sinirli seslenişiyle kalkmak zorunda kaldım. Sessiz bir çığlığa benzeyen gece nihayet bitmiş, ışıl ışıl parlayan gökyüzüne bırakmıştı kendini. Gün böyle başlamıştı.
“Hadi bakalım, yürü! Hayvanlar gitti, sen hâlâ buradasın!” diye seslendi babam yeniden.
Hem üzülmüştüm hem de korkmuştum. “Hişt, deh!” diyerek koşar adım çıktım evden. Yetiştim sonunda, sonra ağır ağır yürümeye başladım.
Köyümüz hayvancılığa elverişliydi; meraları genişti. Hayvanlar serin otlaklarda keyifle otluyordu. Ben bir yandan onları gözetiyor, bir yandan da kendi kendime türküler söylüyordum. O güzelim doğada bir tane bile çöp bulamazdın. Her yer yemyeşildi; otlar sabah çiğinden ıslanmış, toprak mis gibi kokuyordu.
Biraz daha ilerledikçe otlakların yerini tarlalar aldı.
O zamanlar tarım kolay değildi. İşin büyük kısmı insan emeğine dayanırdı. Köyümüzde traktör sadece bir-iki kişide vardı. Kara sapanla sürülürdü tarlalar; ne gübre bilirdik, ne ilaç... Ama tohumlar doğaldı, genetiğiyle oynanmamıştı. Az ürün alınırdı belki ama bereketi bambaşkaydı.
İnsanlarda da vefa vardı o zamanlar.
Yardımlaşma, şükür, sabır, dostluk, sevgi… Hepsi yüreklerdeydi. Güzellik, insanın içinde yaşardı.
Ben o yıllarda çocuktum.
Çocuk olmanın verdiği o delice cesaretle, akşamı geceye katmak niyetindeydim. Bana emanet edilen hayvanları güdüyordum, hem de oruçluydum. Evdekilere küçük bir sürpriz yapmak istemiştim. Akşam olunca dönecektim; babam da, annem de gururlanacaktı.
Ama işler planladığım gibi gitmedi.
Akşam ezanı okunmuştu. Hayvanlar kuzeyin eteklerinde hâlâ sakin sakin otluyordu. Ben ise orucumu tarlaların kenarındaki bir yemlik otu koparıp onunla açmaya kalkıştım. O sırada köyde annem kıyameti koparmış:
“Çocuk gelmedi! Başına bir şey mi geldi?” diye ağlıyormuş.
Herkes tedirgin olmuş, oruçlarını bile açamadan beni aramaya çıkmışlar.
Bir süre sonra sesleri duydum:
“Ali Rıza! Ali Rıza! Nerelerdesin oğlum?!”
Sonunda beni buldular. Eve vardığımızda babam çok kızgındı:
“Ya başına bir şey gelseydi!” diye bağırdı.
Ama annem…
O her zamanki merhametiyle bana sarıldı.
Ne günlerdi be annem! Bir kez daha o şefkatin sıcaklığıyla kuşatılmıştım. O gün, çocuk aklımla yaptıklarımın sonuçlarını ilk kez anlamıştım belki de.
Yıllar geçti…
O köyün yeşil meraları, o tertemiz doğası hâlâ yerinde duruyor aslında.
Ama artık o meraların pek fazla sahibi kalmadı. Bir zamanlar sabahın serinliğinde yankılanan insan sesleri şimdi yerini sessizliğe bıraktı. Çoğu köylü şehre taşındı; kimisi iş bulmak, kimisi çocuklarını okutmak için… Evler boşaldı, tarlalar yetim kaldı.
Oysa doğa hâlâ aynı cömertliğiyle orada bekliyor.
Rüzgâr yine aynı yoldan esiyor, çiçekler yine sabah çiğiyle gülümsüyor.
Ama o günlerin içtenliği, insanın insana olan sevgisi sanki rüzgârla birlikte uzaklara savrulmuş.
Ne zaman gözlerimi kapatsam, hâlâ o sabahın serinliğini, annemin şefkatini ve köyün yeşil kokusunu hissediyorum.
Not: Kendi gerçek hikayemden...
5.0
100% (10)