1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
236
Okunma

YAŞLI BİLGE (1)
Zaman, usulca akıp giderken ömrümden, her yeni gün, yeni öğretilerle hayata tutumama vesile oluyordu. Saçlarımdaki aklar her gün biraz daha çoğalırken, gözlerimin geri ve dizlerimin takati biraz daha azalıyordu.
Bir sabah erkenden çıkıp yürüyüşümü yapmış, eve dönüyordum. Sokakta yürürken, içimden; “Aman Allah’ım,” dedim, “gün geçtikçe biraz daha yaşlanıyor, biraz daha ölüme yaklaşıyorum.”
Yaşlılık ve yalnız ölecek olma düşüncesi, adeta beynimi kemiriyordu.
Tam da böyle bir anda, bir delikanlı yaklaştı yanıma. Gözlerinde samimiyet, sözlerinde inanılmaz bir incelik vardı; “Bey amca,” dedi, “çok şık ve bilge birine benziyorsunuz. Aynı yöne gidiyoruz. İsterseniz poşetinizi taşımaya yardımcı olabilirim.”
Belli ki, tecrübelerimden yararlanmak, birşeyler öğrenmek istiyordu.
Gencin söylediği o cümle, zihnimde yankılanmıştı. Bilgiye, deneyime, yön gösteren birine ihtiyaç duyanlara, önder, öğretici olabileceğimi hatırlatmıştı.
Dolayısıyla yaş almanın vazgeçmek değil, biriktirmiş olduğun deneyimleri, tecrübeleri birilerine aktaracak bir güzellik olduğunu keşfettirmişti.
Ertesi gün Kolej’deki Kurtuluş Parkı’nda oturmuş, uzaklara dalıp gitmiştim. Düşüncelerim, haylaz gençliğimle flört ederken, bir futbol topu ayaklarımın dibinde belirdi. Ardından 7–8 yaşlarında bir çocuk koşarak yanıma yaklaştı. Nazik, ölçülü ve terbiyeliydi. Belli ki, ebeveynleri, o çocuğu ahlaki değerlerle yetiştiriyordu.
“Dedeciğim,” dedi saygıyla, “topumu alabilir miyim?
Tebessüm ederek; "tabi yavrum," dedim.
Çocuk; "İstersen birlikte oynayabiliriz. Ben kaleci olmak istiyorum, bana kaleciliği öğretirsin, olur mu dede.”
O küçük çocuğun sözleri, o anda kulağıma büyük bir gerçeği fısıldamıştı; Öğrenmenin sonu olmadığı gibi, öğretmenin de sonu yoktur. Bu yüzden yaş almak, bir kenara çekilerek vazgeçmek değil, biriktirdiğin tecrübeyi, yediden yetmişe, ihtiyacı olan herkesle paylaşmanın yeni yollarını keşfetmek ve büyük bir nimettir.
Sonraki günlerde, her sokağa çıktığımda, öğrenip öğretmenin verdiği canlılığı hissediyor, eve döndüğümde ise, yalnızlığın emsalsiz güzelliğine sarılıyordum. Bir zamanlar yabancısı olduğum o sessizlik, şimdi kıymetli bir konfor gibi geliyor bana.
Evimin huzurlu sakinliğinde, yemek yaparken, gömleğimi ütülerken ya da televizyon karşısında otururken kendi kendime sorular soruyorum; “Ne zaman, nerede, hangi hataları yaptın?” kimin kalbini kırdın, kimin kalbini onardın?" diye...
Kendine yanıt vermekte acele etmiyorum artık. Üstelik de, ne yanlış cevap vermekten korkuyorum ne de bilgiçlik taslayarak ukalalık yapıyorum. Nasıl olsa vakit bol. Üstelik de, düşünmek, anlamak ve kendimle konuşmak için geniş bir alanım var.
Hayatım boyunca özgürlüğüme düşkün oldum. Kalıplara sığmayı, kısıtlanmayı hiç sevmedim. Şimdi, yalnızlığın bana sunduğu bu özgürlük alanında, mum alevinde bile sabırla kahvemi pişirip huzurla yudumlarken, ertesi gün oynanacak Millî Takım maçına gitmenin heyecanını yaşıyorum.
İşte o an, lanet olası yaşlılık denen kavramın, üzerimdeki ağırlığı kalkıyor ve zamanın bana bıraktığı miras, dinginlik ve özgürlüktür diyorum.
Sıkıysa birileri bana yaşlı desin! Vallahi canına okurum…
Efkan Ötgün
5.0
100% (3)