0
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
147
Okunma
Böyle bir kafe, dünyanın başka hiç bir yerinde yoktu. Hayatının uzun yıllarında gezdiği hiç bir şehirde, içtiği hiç bir kahve burada duyduğu hazzı vermiyordu.
Sabahın dokuzu kapıdan içeri girer girmez, gözünü sandalyelerin hiç değişmeyen bordo kaplamasına dikti. Sonra aynı kahverengi masalara. Kafedeki tek oval masaya geçti; yıllar öncesinde de aynı yerde duran o masaya… çantasını yanındaki sandalyenin arkasına astıktan sonra pardüsösünü çıkarırken oturdu. Çıkardığı pardüsösünü oturduğu sandalyenin arkasına astı, ellerini masada birleştirerek sağına soluna bakındı.
Duvarda asılı duran bir kaç küçük tabloyu izledi. Hala orada olduklarına ve renklerinin dahi değişmediğine şaşırdı. Onlardan birini biraz daha uzun seyretti. Bu Charli Chaplin’in “the Kid” adlı filminden bir kareydi. Toplumsal eşitsizliği, yoksulluğu, zor şartlar altında hayatta kalma mücadelesini ve sevgiyi simgeleyen bir kareydi. Öyleydi ama bu kareyi ne zaman, nerede görse içinde bir çocuk üşüye üşüye ağlıyordu. Elleri hala masada birbirine kenetliydi.
Barmen yaklaştı ve tanıdık bir tebessümle “Heey! Uzun zaman oldu, yıllar! Nerelerdeydin böyle!” Top sakallarının ardındaki tebessümle yaptığı bu konuşma masada oturmuş, elleri birbirine kenetli adamı, tanıdık, uzak bir geçmişe götürdü. On sekiz yıl evveline…
Elinde kocaman defteriyle sabahları uğradığı bu kafeterya, onun yazmak için kendisine ayırdığı o özel zamanlarının küçük sığınağıydı. Fransızlardan aşırdığı ismi “Madama,” yazılarına bilmediği bir sebepten ilham oluyordu.
“İyiyim. Uzun yıllar oldu evet ama hiç değişmemişsin, hala aynı güler yüz… seni görmek ne güzel!” kahvesini söylemeden önce barın taburesine koğuşlanmış yaşlı adamlara takıldı gözü. Tanıdık yüzlerdi bunlar ama selamlaştığı, konuştuğu insanlar değillerdi. Hepsi bu şehrin, bu sokakların emeklileriydi. Her şeyi ve herkesi yerli yerinde görmek onu hüzünlendirdi.
Kahvesini söyledikten sonra çekingen tavırlarla çantasına uzandı ve küçük not defterini çıkardı. Hala boş birkaç sayfası vardı. Belki sığdırabilirdi içine sığdıramadıklarını. ‘Cümleleri kısa tutarsam ve kendimin anlayacağı gibi yazarsam neden sığmasın’ diye düşündü.
Sütün acısını bastırdığı kahvesinden bir yudum aldıktan sonra yazmaya başladı. Birkaç satır sonra durdu, havayı kokladı ve devam etti.
Hala aynı koku. Bir zamanlar öylesine soluduğum bu kokunun, yıllar sonra beni o zamanlara götüreceğini nereden bilebilirdim. Eksik yanlarımı ve hüznümü paylaştığım şu masaların, şu taze süt kokusunun yıllar sonra beni aynı samimiyetle karşılayıp ağırlayacağını… ah çocuk! Gel de sarılayım sana şöyle sıkı sıkı. O ağrıyan omuzlarından tutup sıka sıka anlatayım sana insanın hep eksik olduğunu, yalnızlığın daha anne rahminde başladığını, hayatın bir de bu yüzünü.
Defterinin son birkaç sayfasını doldururken aynı havayı derin derin çekti ciğerlerine birkaç kez ard arda. Defterini kapattı, gözlerini masalarda gezdirdi. Duvarların rengi değişmişti. Tuvaletin anahtarı barın aynı köşesinde duruyordu, anahtarlığı değişmişti. Barmen aynı kilodaydı. Yaşlanmmamıştı. Kafe kalabalık değildi, tıpkı eski günlerde olduğu gibi.
İzledi, izledi… masada duran defterini kaldırıp çantasına yerleştirdi. Bir şey daha içmek istedi ama dışarıda onu bekleyen sokakları düşününce vazgeçti. Kışın ilk ayında, bu güneşli havada ziyaret etmek istediği daha bir çok sokak vardı. Bir şeylere duyduğu vefa borcunu ödemek gibiydi hissettiği. Toparlandı, uzun pardüsösünü omuzlarına geçirip kasaya yöneldi.
“Borcum ne kadar?”
“İki euro altmış kuruş.”
Kasanın arkasındaki bozukluk tabağına iki euro yetmiş kuruş bırakıp, teşekkür ederek buruk bir tebessümle bardan ayrıldı. Dışarı çıkar çıkmaz cebindeki paketten bir sigara çıkardı, çakmağıyla yaktıktan sonra durduğu kaldırımda söyle bir sağını solunu kolaçan etti. Evler, yollar, trafik ışıkları ve çevredeki dükkanlar hala aynıydı. Bitişikteki dükkanda hala bilezik, yüzük, saat satılıyordu.
Sigarasından bir nefes daha çekip, buz gibi havaya savurdu, gülümsedi. Omuzlarındaki pardüsösünü giyindi, önünü ilikledikten sonra kemeriyle sıkı sıkı bağladı. Aynı vitrinin önünde bir önceki kendisine yabancı bir adam gibi durmak garip gelmişti. Zaman her şeyi değiştirmişti ama binalara, dükkanlara ve yollara dokunmamış gibiydi; asfalta açılan birkaç oyuk haricinde. Yarıya kadar içtiği sigarasını yere attı ve üstüne basmamaya özen göstererek ağır adımlarla uzaklaştı.
5.0
100% (1)