3
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
220
Okunma

Otuz sonbahar yaprağı düştü avuçlarımdan. Her biri saçıma düşen ilk akların habercisiydi, ben onları toprağa değil, yüreğimin kırık kuyusuna gömdüm. Bir kuyu ki dibi görünmez; attığım her "keşke" taşı, senin adını fısıldayarak derinleştirdi çukuru. Artık içinde yaşıyorum: Karanlık nemli, rutubetinde senin teninin tuzu var. Bir duvar ördüm sessizliğimle. Her yıl bir tuğla... Sustuğum her gece harç oldu. Şimdi öyle yüksek ki, gölgesi güneşimi öldürüyor. Ama biliyor musun? Bu duvarın arkasında sen varsın. Her taşın aralığından sızan ışık, senin bakışından yansıyor, yıldızları aydınlatıyor. En sağlam hapishaneler, kendi ellerimizle ördüğümüz ve içinde sevdiklerimizi sakladığımızdır.
Seni sevmek; bir kış gecesi camdaki buza parmak ucuyla adını yazmaktır. Erir, silinir... Hemen altına yeniden çizerim. Parmaklarım üşür, nefesim buğu olup dağılır. Israrla yeniden çizerim ! Çünkü o an, buğunun titreyişinde senin dudaklarının sıcaklığını görürüm. Her kaybediş, yeniden yazma cesaretidir işte. Bu döngüye "umut" derler; delilerin çıplak elleriyle yanan ateşi tutması gibi...
Otuz yıldır aynı rüyayı görüyorum: Bir ormanda kaybolmuşuz. Sen önde yürüyorsun. Ben adımlarının izlerini takip ediyorum. İzler bir nehir kenarında kayboluyor. Suya bakıyorum... Yansımanda ben yokum. Uyanıyorum. Her seferinde aynı ıslak yastık, aynı kuru boğaz. Rüya değilmiş aslında: Sen hep bir adım önde, ben ise hep izini kaybeden bir hayalet. Sana ulaşamayan mektuplar yazdım. Mektuplar gözyaşıyla sulandı. Kağıtlar ıslanınca senin adın dağılıyordu. Dağılan her harf, kalbime mermi gibi saplandı. Şimdi o kurşunlarla dolu bir bedenle yürüyorum. Ağır! Ama her ağrı, senin varlığının kanıtı. Acı çekmek; sana dokunamamanın bedeli değil, seni hâlâ seviyor olmanın tapusudur.
Belki de asıl mucize kavuşmak değil, kavuşamadığın halde sevmeye devam etmektir. Bir çölde susuzluğundan öleceğini bile bile, kumlara "vaha" resimleri çizmek... Benim aşkım bu işte: Hiçbir pınardan su içmedim, ama dudaklarım hep senin adınla nemli kaldı. Çatlasın dudaklarım, kurusun damağım ki susuzluktan ölsem razıyım yine de senin çölüne.
Seni sevmek; bir dağın zirvesinde tek başına yanan ateş olmak gibi. Rüzgâr alevleri büküyor, yağmur dövmeye çalışıyor, kar örtmek istiyor... Ama o kor, kırmızı bir inatla titremeye devam ediyor. Kimse görmeden, kimse bilmeden. Isısı sadece ayazı daha keskin kılıyor. İşte bu yanış, kendi küllerimden yeniden doğduğum an. Sönmek üzereyken, içimdeki fırtınanın çakmağıyla tutuşuyorum yeniden.
Ve sevmek... Ah, sevmek! Bu, hiçbir nehrin denize ulaştıramadığı bir damlanın inatçı yolculuğu. Kayadan kayaya çarpa çarpa, güneşte buharlaşıp bulut olup, sonra yağmur olup yeniden düşmek toprağa. Milyon kez ölmek, milyon kez yeniden doğmak..
"Tanrım! Eğer bir dahaki hayatta yine kavuşamayacaksak... Aynı açlığı, aynı susuzluğu, aynı bitmeyen otuz yılı lütfet bana!" Çünkü seni sevmek; cehennemde yanarken cennetin kokusunu alabilmektir.
Bu aşk, bedenimi toprağa değil, bir ibret taşına dönüştürdü. Üzerinde tek bir cümle kazılı:
"OTUZ YIL BOYUNCA BİR KADINI SEVDİM; DOKUNMADAN, SARILMADAN, AMA BİR KERE BİLE VAZGEÇ’MEDEN’’
Ve ben otuz yıllık bekleyişimi, "Hoş geldin"in tek hecesine feda ederim.
Çünkü biz senle kadere inat kavuşmayı değil , kadere rağmen kavuşmamayı seçtik...
Çünkü kader istemeseydi bizi tekrar ,, tekrar , tekrar ve tekrar birleştirir miydi ?
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (1)