3
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
258
Okunma


TREN
Üniversiteden kalan eşyaları karıştırırken, eski bir kutunun dibinde küçük bir not defteri buldum. Sayfaları sararmış, köşeleri yıpranmıştı. Rastgele çevirdim ve gözüm, yıllar önce yazdığım bir şiire takıldı. Unuttuğumu sandığım o iki kıta, bir anda içimi burktu. Hatırladım… O şiiri, Ankara’dan memlekete dönerken, daha yola çıkmadan önce yazmıştım. O an gözümde, o uzun tren yolculuğu canlandı. Her detayıyla, her duygusuyla…
Safranbolu kavakları uzun olur
Zalim düşman birer birer can alır...
İşte bu satırlarla başladı, yıllar sonra yeniden içimde o geceyi yazma isteği…
Ankara’ya gideli dört ay olmuştu. Memleket gözümde tütüyor, her sabahın sisli havasında Sivas’ın bozkır kokusunu arıyordum. Finallerin bitmesine iki gün vardı ama içimde bir huzursuzluk… Kalmakla gitmek arasında asılı kalmış gibiydim. Bir karar verdim: Sınav sonuçlarını bile beklemeden, valizimi topladım ve doğruca Ankara Garı’na gittim. Biletimi aldım; akşam bineceğim tren, sabaha karşı Sivas’a varacaktı.
Tatil dönemi olduğundan trenler tıklım tıklımdı, yer bulmak neredeyse mucizeydi. Şanslıydım, tek kişilik bir koltuk kapmıştım. Trene geçtim, yerime yerleştim. İçerisi kalabalık, havasız ve gürültülüydü. Her istasyonda birileri biniyor, bazıları biletsiz... Lavaboya gitmeye kalksan döndüğünde yerinde bir başkasını buluyordun. Küçük küçük tartışmalar, insanların öfkelerini yüzlerinde taşıdığı kısa anlar… Kondüktör gelene kadar ortalık pek durulmuyordu.
Bense tartışmalara karışmamak için yerimden kıpırdamamaya çalışıyordum. Zaten içimde bir yorgunluk, bir eziklik… Kitabımı çıkardım, birkaç sayfa okumaya çalıştım ama koridordan geçenler, ağlayan çocuklar, anne sesleri, uyarılar… Hiçbir şey bitmek bilmiyordu. Sayfalarda kaybolmak istedim ama cümleler bile kafamda dağılmaya başladı. Kitabı çantama geri koydum.
Uyumam gerekiyordu. Aklımda, trene binmeden önce duyduğum uyarılar dönüp duruyordu: “Trende hırsızlık çok olur, paranı iyi sakla!” O korkuyla ellerimi cebime sokarak, cüzdanıma sarılarak gözlerimi kapattım. Tren, rayların üzerinde içimi titreten bir ezgiyle ilerlerken dalıp gitmişim.
Bir ara uyandım. Gecenin sessizliği içinde hafif sallanan trenin ritmine doktor çantasıyla koridordan geçen biri eşlik ediyordu. Göz göze geldik.
— Abi, neredeyiz? dedim.
— Şarkışla’ya bir saat kaldı, dedi.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Gürültüden, uykusuzluktan başım ağrıyordu. Birkaç saniyelik bakışmamızdan sonra tekrar uykuya daldım.
Gözlerimi açtığımda tren başka bir istasyonda durmuştu. Kondüktör ileride yürüyordu.
— Abi, geldik mi? diye seslendim.
— Son durak, kalkmak üzere, deyince aceleyle çantamı alıp trenden indim.
Ama inmemle trenin hareket etmesi bir oldu. Etrafıma baktım: Bomboş, ıssız, taşra bir istasyondu burası. Dağın başıydı. Gözümü kapatalı daha on dakika bile olmamıştı oysa. Geri dönemezdim. İstasyonun çevresi karanlık, köy uzakta ve ışıkları sönük... Güneş doğmak üzereydi. Köpek sesleri yankılanıyordu. Geri adım atsam, karanlık yutacaktı beni.
İstasyondaki bekleme salonuna girdim. Camları kırık, zemini beton, soğuk... Ortada paslı bir soba, iki eski bank. Titriyordum, korkuyordum. Gecenin sessizliği, içimde yankılanan çaresizlikle birleşmişti.
Tam o sırada, kapı gıcırtıyla açıldı. Yerimden sıçradım. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Kapıdan genç biri girdi.
— Abi, ne yapacağız? dedi.
Kendimi toparlayıp sordum:
— Sen de kimsin?
— Ben bu köylüyüm. Sen de bu köylüsün herhalde, tanıyamadım.
— Yok, ben köylü değilim, dedim.
Kısa bir sohbet başladı aramızda. Adı Hasan’dı. Kayseri’de bir mobilya fabrikasında çalışıyormuş. Ramazan Bayramı için köyüne dönüyordu. Benden birkaç yaş küçük, ama bakışlarında taşrada büyüyenlerin olgunluğu vardı.
— Hasan, şu sobayı yakalım, sabahı burada bekleyelim, dedim. O da kabul etti.
Biraz sonra elinde birkaç çalı çırpı ve odunla geldi.
Soba tütmeye başladı, hafif bir sıcaklık sardı içimizi. Açık pencereye duvardaki eski bir portreyi dayayıp, banklara uzanıp uyuya kaldık.
Uyandığımda Hasan gitmişti. Gözüm sobanın sönmüş közlerine takıldı. İçimde garip bir boşluk... Yalnızlık, korkunun bıraktığı izlerle birleşmişti. Çantamı aldım, ana yola çıktım. Elimi kaldırdım, ilk geçen araca otostop çektim. Şarkışla’ya doğru yola koyuldum.
Sonunda… memlekete bir adım daha yakındım.
5.0
100% (5)