1
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
192
Okunma
Bir kaç ay sonra… büyük, küçük baş hayvan sürüleri satılır, toprak dam ev, derlenip toplanır, yüklenir traktörün kasasına…
Aradan o kadar vakit geçmiştir ki, Besey, artık sadece anne değil, altı torununa da Besey anadır.
Üç çocuğunu evlendirmiş, henüz bekar olan altısıyla atlar traktör kasasına, İbrahim nereye götürürse oraya.
Gecenin bir vakti, henüz yollarına asfalt dökülmeyen ilçede, kısa bir süre önce kiralanan evin önümde dururlar.
Ne büyük şehirdir ilçe…
Her yerde yanan lambalar, pencerelerden sokağa sızan ışıklar ve elbet tabii evler…
Besey, baba ocağından ayrıldığından bu yana ancak ailesini ziyaret ettiği zamanlarda görür konu komşuyu.
Zira İbrahim’in evi, kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağın başındadır.
Bunca ev kalabalığı, bunca insan ağzı, bunca perdeli ev… haliyle garip gelir Besey’e.
Ama mutludur. Kırk altı yıllık yalnızlığı nihayet son bulmuştur. Bir komşu, bir sohbet, dertleşecek bir nefes olacaktır artık hayatında.
En büyük oğlunu evlendirip Almanya’ya uğurlayan Beseyin, yanında beş oğlu ve tabi tekne kazıntısı bir de küçük kızı vardır.
Büyük abiler, ilçeye yerleştiklerinde diğer küçük olanların okul kayıtlarını yaparlar.
Böylelikle Ali üniversiteye, hasan ortaokula, tekne kazıntısı da ilk okul ikinci sınıftan eğitimine devam eder.
İlçeye gelmiş, yerleşmiş, her şey çok güzel geçmiştir geçmesine de, İbrahim yine ortalıklarda yoktur.
Daha önceden yaptığının aksine, ilçeye taşındıktan sonra sabah erkenden uyanır, kahvaltısını kimi gün yapar kimi gün yapmaz, cilalı kunduralarını giyer ve ver elini köyün toprak yolları der, yine ayrılır evden.
Böylelikle Besey, ilçede de yalnız kalır. Evden başını çıkarmayı yeltenecek olsa, İbrahim geldiğinde evde olmalıyım korkusuyla oturur.
Birkaç komşusu ziyarete gelir, bir kaç kadınla tanışır ama o kadar ısrar edilmesine rağmen bir gün evinden çıkıp, komşu ziyaretine gitmez.
İbrahim sevmez, İbrahim hoşlanmaz… böyle olunca Besey de İbrahim’in hoşlanmadığı hiçbir şeyi yapmaz.
Besey, köyde maruz kaldığı şiddet bir gün olsun frenlenmezken, belli aralıklarla dünyaya geliş sebebini sorgulamaya devam eder.
Bu şekilde aylar ayları, yıllar yılları kovalayarak geçer.
Hayvan sürülerini sattıktan sonra elde ettikleri paralar, bir süre sonra suyunu çeker.
İbrahim, bırak o parayla çocuklarına bir ev almayı, kıraç bir tarla bile almaz.
Gönlünce yer, yedirir, gezer, içer, içirir arkadaşlarına. Her akşam başka bir mekanda söndürür feneri.
Hal böyle olunca dünya olsa dayanır mı? Dolayısıyla paralar suyunu çekince İbrahim’in aklına çok akıllıca bir fikir gelir.
Bir gün döner Besey’e, ve “babanın sana bıraktığı evler, bağlar ve arsaları gidelim de benim üstüme yap tapu dairesinde,” der.
Besey neye uğradığını şaşırır. İçinden hiç gelmez ama düşer İbrahim’in peşine ve bağların üçünü devreder.
Bir kaç zaman sonra İbrahim, eve kasa kasa meyveler, çuvalla bulgur, pirinç, şekerle döner.
Kahvaltılık zeytin, beyaz peynir almayı da ihmal etmez.
Bu emsalsiz ziyafet, çocukları ve Beseyi bir süre oyalamaya yeter de artar. Kaynana baskısıyla yarı aç büyüttüğü çocuklarının midesi ilk kez meyve, yiyecek görüyordur. Bir ana daha ne isterdi.
Fakat hiçbir zaman yolculuğun sonuna kadar aynı raylar üzerinde gitmeyen tren gibi Besey de aynı huzuru uzun süre yaşayamaz.
Aradan bir sene kadar zaman geçer ki İbrahim bir akşam yemeğinde Besey’e Hacı Bektaştan miras kalan evlerden bahseder.
Beseyin kaşıkladığı bulgur pilavı, boğazında taş keser. Ne tükürebilir, ne yuta…
Çaresizlikle çırpınırken yer sofrasında, ağzından belli belirsiz, anlaşılır anlaşılmaz şu iki sözcük çıkar: evleri vermeyeyim. Çocuklarımın olsunlar…
Sanki haddiymiş gibi İbrahim’in evlatları için plan kurmak. Sanki üstüne vazifeymiş gibi…
İbrahim elbette cüret edip de ağzından Bu sözcükleri yer sofrasına yuvarlayan Beseyin, oracıkta verir ağzının payını. Bu öyle bir paydır ki, aynı sofrada oturan altı evladı da ikinci kaşığından sonra doyar. Sofradaki bir tepsi bulgur pilavı bereketlenir, bereketlenir… haftalarca, yüzlerle insanın karnını doyuracak kadar tükenmez hale gelir.
O gecenin sabahında, her zaman ensesinden geçirdiği tülbentinin uçlarını, yanaklarından ve burnunun üstünden peçe yapıp bağlayarak açar kapıyı çaya gelen komşusuna.
“Hayrıdır Besey hasta mısın?” Der komşusu.
O sırada tekne kazıntısı annesinin gözlerinin içine bakmaktadır. (Açsa peçesini, yüzünü gösterse, polisler gelip alıp götürse İbrahim’i….) aklında bir sürü hayalle annesinin ağzından dökülenleri içi ezilerek, çaresizliği en iyi öğretmeninden öğrenerek dinler, “biraz üşüttüm…” der Besey.
O gün, Beseyin komşusunu belki üç, belki de dördüncü ve maalesef son ağırlayışı olur. Zira Beseyin o halini gördükten sonra, bir daha hiçbir komşusu kapısını çalmaz.
İbrahim, Besey’e ettikleriyle mahallede hiç görünmemesine, pek kimseyi tanımamasına rağmen, gaddar, kötü diye tanınan biri olur çıkar.
Birkaç gün sonra bir sabah evlerinden çıkar, ilçedeki iki müstakil evi, iki daire ve üç dükkanını İbrahim’in üzerine devretmek için peşinden başı önünde yürüyerek tapu dairesine varır Besey.
Nihayet İbrahim, babasından Besey’e kalan mirastan, sadece iki arsa bırakır. Geri kalan her şeyi satar, gençliğini doyasıya, hakkını vere vere yaşar..
İbrahim gençliğini yaşarken Besey boş durur mu? O da evde çocuklarına bir gün salçalı makarna, bir gün şehriyeli bulgur pilavı, diğer gün pirinç pilavı derken, üçer gün aralıklarla aynı listeyi tekrar başa sara sara pişirir durur.
Kimse de şikayet etmez. Belki de her gün aynı yemeği yediklerini hiçbiri adam akıllı farketmez. Tıpkı ne pişirdiğini, yemeğin tadını tuzunu unutan Besey gibi… analarının çocukları; ağızları var, dilleri yoktur.
Koca koca oğulları, sabahın köründe yaz kış traktör tepesinde babalarının komutuyla, sakalları göğsünde, sırtlarında yırtık, eski esbaplar, köyün yolunda helak olurlar. Sabah gittikleri köyden, akşam yemeği saatinde döner, toz toprak kaplayan yüzlerini yıkar, iki lokma pilav ya da salçalı makarna kaşıklar, yorgunluktan oracıkta yığılırlar. Ertesi sabah Besey onları yine ayıltır, onlar İbrahim’in korkusundan yerinden fırlar, hop! Bir daha köy yolu…
Aradan on sene geçer.
Yıllar geçerken hiçbir şey değişmez. Sadece Besey kirada oturduğu evlerden iki defa mecburi sebeplerden taşınıp, yenisine yerleşmek zorunda kalır.
Fakat onuncu yılda bir şeyler yolunda gitmemeye başlar.
Besey eşyaları kaldırdığı yerleri hatırlamaz ve sıklıkla bir şeyler kaybetmeye başlar.
Bir söylediğini, kısa bir zaman sonra tekrar eder.
Lakin gel gör ki hiç kimse hele de İbrahim, bunu bir sorun olarak hiç görmez.
Ona göre Besey, zaten ciddiye alınmayacak biridir. Şimdi unutmaya başlamış olması, onu ancak: ciddiye alınmayacak bir unutkan, yapardı.
Gel zaman git zaman Beseyin çaresizliği, yüzüyle birlikte yaşlanıyor, kâmile erer. Hayatın yorgunluğu dizlerinden çıkar. Yürümesi aksamaya, sırtı bir daha eskisi gibi doğrulamaz olmaya başlar.
İbrahim on sene paşalar gibi yemiş içmiş gezmiş tozmuş, ağalığının hakkını helaliyle verirken Besey de yılların hakkını o on senede İbrahim’den faklı bir durumda verir… on senede, bir önceki bildiklerine bir de kalabalığın içindeki yalnızlık dersi eklenir. Öğrenmiştir yalnızlığın kalabalıklarda olsa olduğunu Besey.
İşte tam da bu öğrenim zamanında İbrahim bir sabah yeni baştan, “toparlanın köye taşınıyoruz,” der.
Beseyin yutmak üzere olduğu zeytin tanesi öylece kalır boğazında ve kimse farkında varmadan kök salmaya başlar.
Ev toparlanır, bir şeyler önden gönderilir, geri kalan çocuklarla tekrar toplanır, bohçalanır ve traktör kasasına konulur.
İbrahim traktöre şofördür bu kez. Besey gider yamacına kurulur.
Diğer gençler kasaya, bohçaların üzerinde düşmemek için sıkı sıkı tutunur.
Toprak dama yeniden yerleşen Besey’e, İbrahim bir sabah ilk sürprizini yapar, “bir ev yaptırıyorum ve bugün temeli kazılıyor.”
Besey neye uğradığını bilemez. Yeniden yalnızlığın ıssızlığına alışmak kolay olmayacaktır ama diyecek tek söz de toktur.
El mahkum inşaat ustalarıyla beraber temel kazan, biriket çeken evlatlarına yemekler yapar, çalışmalarınız eşlik eder.
Daha inşaat bitmeden, (kapısı penceresi takılmadan evin) kış gelir dayanır kapıya. Akıtan toprak damdan, mecbur taşınırlar sıvası daha kurumamış yarı inşaat yeni evlerine.
Ne pencere vardır yerinde ne kapı ne de camlar.
Gerip, çivilerle tutturdukları bez parçaları, kalınca poşetlerle kapatmaya çalışırlar evin dışarıya açık deliklerini. Sobanın etrafında gelin, torun, çoluk çocuk sıkı sıkı sarılarak geçirirler koca bir kışı. Yine kimse of demez. İsyan etmez kimse. Zira isyan etmek, biraz da öğrenilen bir şeydi. Ve kimsenin kimseden böyle bir şey öğrenecek kadar lüksü yoktu.
Atlatılan kışın ardından İbrahim beseyden iki arsasından birini daha ister. Besey artık patlama noktasına yakındır ve bir hata yaparak, rızası olmadığını, vermeyeceğini söyler.
İbrahim’in güçlü ikna kabiliyeti bir saniye bile beklemeden faaliyete geçer.
Kabuklarından biri kırık bir vaziyette, yarı baygın, bir şifacının elinde bulur kendisini Besey.
Ve İbrahim, kalan son iki arsadan birini de böylelikle almış olur.
Esasında mal mülk değildir Beseyin derdi. Kiralarda sürünürken, ilçenin en zengin kadını olmasına rağmen, evlatlarının sırtına, onlara yakışır bir elbise giydirememiş olmanın verdiği üzüntüdür hissettiği. Ne sofrasını bol etmiştir çocuklarının ne de ceplerine bir kuruş harçlık vermiştir o güne dek.
İşte Besey’i günden güne üzen tek şey budur.
Seneler, İbrahim’in sırtını okşayıp, Beseyin zihninden anılarını bir bir kopararak geçer gider.
Unutmaya seneler evvel başlayan Beseyin elinde kalan son arsasını da kendisiyle birlikte yaşayan evladı, kendi menfaati için satar, kimse yine hesap sormaz.
Beseyin son mal varlığı elinden alındığında sadece bir ah dökülür dilinden.
“Senelerce direndim. İbrahim’e dedim, dinlemedi. Evlatlarımızın yabancı memlekette ne işi vardı? Her şeyimiz vardı. Canı sağ olsun, sattı, gitti. Ama bu son arsayı satmasalardı iyi olurdu. Babamı kaybettiğimden bu yana arsalara çocuklarım kendilerine aile apartmanı yaparlar diye hayaller kurmuştum. Olmadı. Demek ki ben allahtan isterken, namaz kılarken ve dilek dilerken, bir şeyleri eksik yapıyormuşum.”
Besey topallar, Besey toprağa, filinta gibi iki evlat verir, Besey yatalak olur, Besey, kendi evinde misafir olur…
Kaybettiği oğlunun karısı, geliniyle kendi evinde yaşarken, aynı evin istenmeyen misafiri olur.
Oğulları ve tekne kazıntısı kızı bir bir evlenip yurtdışına çıkalı, seneler olmuştur.
İbrahim, sonunda ve nihayet gezilerine son verir. Son verir vermesine de evde olduğu zaman dilimlerinde de her fırsatta Beseyi aşağılar, Beseyi yerer.
Kendisine bakamayacak duruma gelen Beseyi, yurtdışında yaşayan büyük kızları yanlarına götür, bakımlarıyla bizzat kendi evlerinde ilgilenirler. Ne var ki alzheimer en yüksek evresinde, Beseyin elinden tutup, son nefesini verirken diğer elinden ikinci çocuğu Hatunun tutması için saatin sabah olmasını bekler.
Besey hayatta kendisi için bir gün, bir saat, bir an yaşamamış olarak geldiği yaşamdan, geldiği gibi; yine başkaları için yaşayarak, ayrılır.
Ardında bıraktığı anıların hiçbiri kendisi değildir.
Hiçkimse onun yalnızlığını, İbrahim zulmünü, korkularını ve çaresizliğini hatırlamaz. Herkes “Besey kafayı yemişti,” der.
İşte bu, tekne kazıntısının içine dert olur ve oturup, yapabildiğince, kendince, Beseyin hayatını kaleme alır.
Kimse bilmez belki ama Besey güzel, gönlü yüce, ayağındaki ayakkabıyı, kış ayında terlikle gezen bohçacı kadına giydiren merhametli bir kadındı.
Herkes unuttu ama güçlü kadındı Besey. Nasıl olursa olsun, İbrahim’in ardındaki dağ, çocuklarının önündeki siperdi Besey. Yaşadığı hayat anlamlı, nitelikli bir hayattı. İbrahim’in günahlarını örten namaz tespihiydi Besey.
Tesbih koptu, İbrahimler ortalığa savruldu.
Zeynep Perçin
5.0
100% (3)