2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
183
Okunma

Sabahın ilk ışıkları henüz şehri uyandırmamıştı. Garın köşesinde buharı tüten ince belli çay bardakları dizilmişti. İnsanlar aceleyle peronlara koşuyor, kimse önündeki sandalyeye oturan küçük çocuğu fark etmiyordu. Sekiz yaşında ya var ya yoktu. Üzerinde bol gelen bir kazak, dizleri delinmiş pantolon… Adı Yusuf’tu.
Yusuf, tren sesleriyle büyüyordu. Yolcuların ayak sesleri, onun için kimsenin okumadığı ama her satırını ezbere bildiği bir masal gibiydi. Ama o masalın içinde hep açlık vardı. Karnını doyurmak için boş şişeleri toplar, kimseye görünmeden çay ocağının sıcaklığına sığınırdı.
Bir sabah, istasyonda çantasını karıştıran bir kadın dikkatini çekti. Elinde kitaplar vardı, belli ki öğretmendi. Çantasından bozukluk ararken bir şişe yuvarlandı. Eğilip şişeyi aldı, Yusuf’a baktı.
— “Sen mi topluyorsun bunları?” diye sordu.
Yusuf başını öne eğdi, kısık sesle “Evet” diyebildi.
Kadın çantasını kapattı, yanına oturdu. Çaycıya seslendi:
— “İki çay.”
Yusuf şaşkındı. Uzun zamandır kimse onunla aynı masaya oturmamıştı. Kadın çayı önüne koyarken yalnızca şunu söyledi:
— “Birlikte içelim. Ellerini ısıtır.”
Yusuf çayı iki eliyle kavradı. Sanki bütün dünya o ince belli bardağın içindeydi. Sessizlikte içtiler. Kadın kalkarken cebinden birkaç bozukluk çıkardı, ama Yusuf’a vermedi. Onun yerine çaycıya eğilip fısıldadı:
— “Her sabah ona bir bardak çay ver. Borcu bende.”
Kadın gitti. Yusuf masada kaldı. Bardağın son yudumunu alırken dudaklarında beliren o küçük gülümseme, bütün soğuğu eritmeye yetti. Hayat hâlâ zor olabilir, ama artık onun bir bardak sıcak çayı vardı. Ve en önemlisi… birinin ona baktığını bilmek, en az ekmek kadar doyurucuydu.
"Bazen dünyayı değiştirmek, sadece bir bardak çay kadar küçük bir hareketten başlar."
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (3)