9
Yorum
29
Beğeni
4,9
Puan
483
Okunma

Selfie, çağımızın en sıradan ama en gizemli hareketi olabilir: Elini uzat, yüzünü ekrana sabitle, gülümse (ya da cool bak), çek. Sonra sil. Bir daha çek. Sonra bir daha. Ve yine mutsuz ol.
Bir an için düşün: Yüzünü görmek için aynaya bakmak artık yetmiyor. Biz kendimizi görmek için kameraya bakıyor, kendimizi tanımak için fotoğrafı paylaşıyoruz. Artık “Ben kimim?” sorusu bile tek başımıza değil, başkalarının “like”ları eşliğinde yanıt buluyor.
Ama selfie yalnızca bir fotoğraf değil. O aynı zamanda bir ritüel, bir performans, bir maskeli balo. Ve belki de en önemlisi: Selfie, “ben”i çoğaltan modern bir ayna.
Sosyolojik Perspektif- Görünürlük Kültürü ve Kimlik
Sosyologlar selfieye sadece “fotoğraf” demez; onlar için bu, modern toplumun görünürlük kültürünün en parlak örneklerinden biridir. Artık kim olduğumuz, nasıl yaşadığımızdan çok, nasıl göründüğümüzle ölçülüyor.
Bir arkadaş buluşması düşünün: Masada yemekler soğur ama fotoğraf sıcaktır. Çünkü “anı yaşamak” yetmez; “anı paylaşmak” gerekir. Selfie, aslında başkalarına şu mesajı yollar: “Buradayım, varım, görüyorum ve görünmek istiyorum.”
Bu noktada sosyolojinin klasik sorusu devreye girer: Ben kimim?
Selfie’nin cevabı: “Ben, kendimi gösterdiğim şeyim.” Ama işin ironisi, bu gösteri hiç bitmez. Çünkü hep daha iyi bir açı, daha uygun bir ışık, daha “ben gibi” bir poz vardır.
Burada hepimizin ortak bir deneyimi vardır: Aynı pozu 27 kere çekip hâlâ tatmin olmamak. Sonunda seçilen fotoğraf da genellikle “idare eder” kategorisindedir. Ya da turistik bir mekânda selfie çekmek için sıraya giren kalabalığı düşünün: Anıt, tarihi ihtişamıyla orada durur ama herkesin dikkati, kendi yüzündeki doğru gülümsemenin peşindedir.
Kısacası, selfie yalnızca yüzümüzü değil, kimliğimizi de performe ettiğimiz bir sahneye dönüşür. Ve bu sahnede hepimiz, hem oyuncuyuz hem de seyirci.
Felsefi Perspektif: Ayna Evresinden Filtre Evresine
Selfie çekerken aslında Lacan’ın ayna evresi teorisini yeniden yaşıyoruz. Lacan der ki: Bebek ilk kez aynaya baktığında kendini “bütün” bir varlık olarak görür; ama aslında bu bir yanılsamadır. Gerçekte parça parça deneyimlediği bedeni, aynada kusursuz bir imge halinde belirir. İşte bu yüzden “ayna” kimliğin doğum yeridir.
Şimdi günümüze gelelim: Artık aynaya değil, telefon kamerasına bakıyoruz. Ama mekanizma aynı,hatta daha yoğun. Filtrelerle kendimizi “daha iyi, daha bütün” görüyoruz. Yani selfie, ayna evresinin 2.0 sürümü.
Nietzsche ise başka bir şey söylerdi: “İnsan maskelerden oluşur.” Selfie’nin o meşhur “ben”i de aslında bir maskedir: gülüş maskesi, cool maskesi, “doğal” gibi görünen ama 15 dakika ayarlanmış maskeler… Ve ironik olan şu: Her yeni maskeyle aslında biraz daha kendimizi arıyoruz.
Burada felsefe bize şunu fısıldıyor: Selfie yalnızca yüzümüzü değil, varoluşumuzun sürekli ertelenen “gerçek” halini temsil eder. Ve belki de hiçbir zaman “tam biz” olamayacağımızı en komik şekilde selfie anlarında fark ediyoruz.
Mizah ve Trajedi Arasında: “Plastik Gülüşler”
Selfie kültürü bizi bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor. Komik yanını biliyoruz: 27. pozu çekip hâlâ tatmin olmamak, bir kafede önce masadaki ışığı saatlerce ayarlamak, sonra kahveyi soğutmak… Mizah burada bolca var.
Ama işin bir de trajik yüzü var. Çünkü o kahkahalar bazen yalnızca “algoritmaya uygun” kahkahalar. Ve içimizde olup biteni, dışarıya verdiğimiz maskeler tamamen gizleyebiliyor. Selfie’nin kamerası, bir noktadan sonra ruhun derinliklerine girmiyor; sadece “paylaşılabilir olanı” yakalıyor.
Bu çelişkiyi en iyi anlatmanın yolu belki de şiir. Çünkü şiir, maskelerin altına sızar. İşte bu yüzden burada daha önce yazdığım “Plastik Gülüşler” şiirine kulak verelim:
Plastik Gülüşler
Her sabah bakıyorum aynaya,
yine başkası çıkıyor karşıma.
Dudağımda yapıştırılmış bir sevinç,
İçimde kaç kat var, bilmiyorum.
Sabah haberleri: mutluluk şart.
Story’lerde gülmek mecburi.
“Nasılsın?” diye sormak
İçgüdüsel bir hareket.
Plastik gülüşler!
Fabrika çıkışı hepsi.
Aynı açı, aynı ışık,
ama içi boş bir yansıma.
Plastik gülüşler!
Şekle sok beni sistem,
ama ruhum girmez kalıba!
Bunu unutma…
Göster bana en iyi pozunu?
Gerçek olanı değil, hayır.
Paylaşılabilir olanı
İçim ağlıyor
ama gülümsedim.
Çünkü üzülmek
algoritmaya aykırı.
(...) — şiirin devamı burada akmaya devam ediyor, ta ki final çığlığına kadar...
Plastik gülüşler!
Kalıplara sığmayan duygular!
Gülüyorsun, çünkü istiyorlar.
Ama benliğin
o gülüşün altında boğuluyor.
Görüyoruz ki selfie yalnızca bir poz değil; kimliğin, görünürlüğün, mutluluk baskısının bir aynası. Lacan’ın “ayna evresi” artık filtre evresine dönüşmüş durumda. Nietzsche’nin maskeleri artık telefon ekranında takılıp çıkarılıyor.
Ama en vurucu gerçek şu: Gülüşümüz bazen bize ait değil, sistemin bizden istediği bir jest. Ve işte tam da bu yüzden, şiirdeki gibi, hepimizin içinde bir sessizlik çığlığı var.
Belki de mesele selfieyi bırakmak değil. Belki mesele, selfie çekerken kendi yüzümüzün ardındaki yüzü “ yani gerçekten biz olanı” görmeye çalışmak. Çünkü filtreler silinse de, hatırlanmak isteyen bir yüz hep kalıyor.
5.0
92% (11)
4.0
8% (1)