2
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
393
Okunma

İçimden geldiği gibi çıkacak yüreğimden cümleler...Sabahın bu erken saatinde ,yalın,yalansız ve kendime karşı dürüstçe...
Zamanını ben seçmedim, sözcükleri de...Çünkü samimiyet , kendi zamanını seçer.
Uzayda bağsız desteksiz dönen üstü tonlarca suyla kaplı şu mavi küre var ya...İşte onun akıl almaz mümkünatı kadar saçma acılar yaşıyoruz o kürenin içinde...Her şey burda olup bitiyor.
Olanca hızıyla dönen dünyanın işleyişini fizik kanunları açıklasa da,açıklamaya yetiyor mu milyarlarca yıldır sürüp giden kolektif ve bireysel acılarımızı ilimler, bilimler, fikirler?
Zulmün her formunu...Açlığı mesela ,Gazze’yi...Şiddeti mesela, yalnızlığı... Çaresizliği mesela; korkuyu ; ölüm ya da yaşama dair...
Senin kendine öğretemediğini, acılar öğretir.Sınırına dayandığın sabrın,sağlığın ve ömrün öğretir. İş ki ;hayat seni buraya getirmeden önce bilinçli bir tercihle bu yüzleşmeyi yapma cesaretini sergilemekti aslında. Var oluş...Öyle gizemli, öyle kıymetli, öyle her şey olmaya hazır bir süperpozisyon durumu ki...
Fizik kanunlarıyla açıklamaya çalıştıklarımızı beş duyu ötesiyle kavramak daha kestirme bir yolken, maddeye takıldık, söze takıldık ve hikayelere...Kendi masallarımızın kör kahramanları olduk.
Her şey zamanına mahkum yine de...Bir oluş zamanı var saniyesi bile şaşmayan. Şu ezan vaktinde bu kendiliğinden dökülen satırlar mesela...Bunları ben mi yazıyorum ,yoksa bir kanal mıyım içimden çıkmak isteyen benden öte bene...Kanal ne kadar temizse,içinden akan da o kadar yakındır gerçeğe...
Nasıl da unutmuşum gölge benliğimi güneşin önünde perde gibi öylece ...Oysa bırakmak daha kolaydı hakikati örtmeye çalışmaktan.
Şimdi usulca çekiyorum onu penceremin perdesini açar gibi ,dağıtıyorum tüm arızi yanlarını varlığımın. "Ben yokum " diyorum artık,sahne senin "en sevgili"...Hükmünü sür gövdemde.
Bir duman gibi dağıt boşluğa yalan olan her zerremi...Sen kal ben gideyim. Dinginlik kalsın, sevgi kalsın, merhamet kalsın, zarafet ve gerçeğin parlak yüzü kalsın, ben gideyim...
Çünkü;
Başaramadım , biliyorum, başaramadık insan-kamil vasfını taşımayı. Her şeyin bir sonu vardı, şimdi ödeşme vakti.Taşıyamadığımız ruh emanetiyle, yeryüzünü kana bulayan nefs açmazlarıyla yüzleşme vakti...Hesap gününden önce hesaplaşma vakti...Kıyısındayız çünkü cinnetin, cennet ihtimalini katleden körlüğümüzden sebep...
Ne uyandırır bizi ya Rab? Melekler sorduğunda "yeryüzünü kana bulayacak birini mi yaratacaksın?" Bilmediklerimizi bilenin güvenli kolları sükunetle bölmeseydi tüm cevapsız soruların telaşlı cümlelerini...Sürdüremezdik ,sürükleyemezdik cürmün sessizliğini.
Üflediği ruha uygun kalibrede bedenler olamadık. İnsanoğlu neyin temsilcisi oldu,yeryüzünde kimin halifesi,hangi halikatin gölgesi ve kimin kılıcı?
Neyi halleder bilmiyorum, yüreğimden öylece dökülenleri yazıya aktarmak.Ama en azından görünmeyeni bir nebze de olsa görünür kılmak değil midir, bir tür vücuda getirme işlemi değil midir küçük çaplı da olsa? Ve şuna inanırım ki; kalpte doğan samimiyet er geç bir dua olur tüm gerçekliğimizi usulca inşa eder.Yeter ki O’ndan gelene perde olmasın zihnimiz. Akışı tıkamasın benliğimiz, egomuz .
Dilerim; bu sancılı çalkantılı dünyayı sükuna erdirir her birimizin içinde yaşayan Allah’ın nuru...Bedenimizde misafir ettiğimiz TEK ruh...
Çoğul dünya, tekil ukba...
Fark etmek dışına çıkmaktır duvarların, biliyorum. Gerisi zaman meselesi...Bu milyon yıllık tiyatronun yazanı yazdıranı, oynatanı belli...
Kendini bilmek , bütün düğümleri çözmek demekti...