2
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
290
Okunma

İnsan dünyaya ilk adımını attığında, minicik elleri ve boncuk gibi gözleriyle herkesin kalbine dokunur.
Bir gülüşü vardır ki, evin duvarlarını ısıtır, kalplerde yer açar.
Ama her ev, bu neşeye kavuşamaz.
Bazı anne babalar yıllarca hastane koridorlarında umut arar.
Bir telefon, kimilerine bayram havası getirir, kimilerine ise asla gelmez.
Sessizlik, zamanla eve yerleşir. Yıllar geçtikçe mağazalardaki minik pabuçlar, oyuncaklar, vitrinlerde değil, kalplerinde yaralar açar. Sokakta oynayan çocuklara bakmak da bakmamak da ayrı acıdır.
Ve biri “Kaç çocuğun var?” diye sorduğunda, baş hafifçe öne düşer, ses kısılır: “Olmadı.”
Kimi acıyarak bakar, kimi ise farkında olmadan yarayı derinleştiren sözler söyler.
Daha da üzücüsü, çocuğu olduğu hâlde ona sevgisini, ilgisini vermeyenlerdir.
O küçük ellerin sıcaklığını hissetmeden büyüyenler, geleceğe soğuk adımlar atar.
Çocuklar hızla büyür.
Doğdukları yer, hayatlarının yönünü çizer. Kimi bolluk içinde, kimi savaşın ortasında, kimi de yokluk içinde…
Kimi eğitimle güçlenir, kimi okula bile adım atamaz. İnançlarını, hayallerini ve karakterini ya ailesinden, ya çevresinden ya da hayatta kalma mücadelesinden alır.
Ve gün gelir, o minik bebek yetişkin olur.
Kimi takdir edilen, kimi korkulan birine dönüşür.
Biz buna “kader” deriz, ama kaderin üzerinde çoğu zaman toplumun eli vardır.
Bir ülke refah içindeyse suç azalır; yoksulluk içindeyse, masumiyet bile yavaş yavaş çürür.
Gerçek değişim, liderleri popülerlik ya da makam için değil, liyakat için seçmekle başlar.
Çünkü başka türlü, bu döngü hiç kırılmaz.
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (1)