17
Yorum
55
Beğeni
4,7
Puan
995
Okunma


Saçlarıma dokunarak uyanmamı istedi.
Uyumuyordum aslında, ama gözlerimin ardındaki karanlık, uyanıklığa da hiç benzemiyordu.
“Beni izle” dedi, sesi suya düşmüş bir yıldız gibi titriyordu.
.
Gözlerimi açtığımda, önümde beyaz tüylere bulanmış bir dere vardı.
“Bu dere nereye gidiyor?” dedim.
Sözcükler dudaklarımda buhar olup dağıldı.
“Gideceğin yere değil, seni bekleyen yere” dedi.
Bakışı, kalbimin en tenha odasını aydınlatan ince bir şafaktı.
Sislerin arasından bir ceylan çıktı. Gözleri öyle derindi ki, bakmaya devam etsem düşeceğimi biliyordum.
“Biner misin?” dedi, sanki yeryüzündeki tek doğru cevap “evet”miş gibi.“evet” dedim bağırarak
Ama ben, daha önce hiçbir rüyanın sırtına binmemiştim, ürküyordum.
Rüyalar bazen at gibi koşar, bazen taş gibi yere oturur.
Ben hep kaya dibindeydim.
“Elini uzat” dedi.
Uzattım.
Parmaklarım değdiğinde, yıllardır tutmadığım bir sıcaklığa tutunmuş gibi oldum.
uzun zamandır unutulmuş bir dua gibi
Anlamadan, sanki yıllardır bu anı beklemişim gibi ceylanın sırtına atladım.
Sımsıkı sarıldım ,hiç duyulmamışları duymak istercesine kulağımı yapıştırdım .
parkta misketini arayan bir çocuk gibi gidiyorduk.. Ben ise bir yanımız uçurum, arkamızda bizi kovalayan eşkiyalar var
aman! yetişecekler gibi yüzümü sırtına gömmüştüm. Neşeli bir ilkbaharın tadını çıkarıyordu ağaçlar, inanılmaz güzellikte
kokular salgılıyordu dallar çiçekler.
Ne çok hızlı gidiyorduk, ne de duruyorduk.
Adımlarımız, göl kıyısına taş atıp dalgaların büyümesini bekleyen bir çocuğun ritmiyleydi.
“Başını kaldır” dedi, “Gökyüzü sana bakmak istiyor.”
Göğe baktım; bulutlar ağır ağır salınırken, kuşlar kanatlarını yalnızca sessizliği bölmek için çırpıyordu.
Her şeyin rengi değişti.
içimdeki en kapalı kapılar ardına kadar açıldı
Şehrin gürültüsü, odamdaki unutulmuş kokular, içimdeki kararmış köşeler eridi.
Sis, bütün geçmişimi şefkatle sardı.
Hafifledim, sanki içimdeki taşlar kuş tüyüne dönüştü.
O an, dünyada hiçbir korkunun beni bulamayacağına inandım.
Buhar olan bir söz yankılandı
“Aradığın ne?” diye sordu.
Cevap veremedim.
Bilmiyor değildim ama kelimeler, suya yazılmış harfler gibi silinip gidiyordu.
“Aradığın nehir miydi?” tekrar sordu
“Evet” dedim,
Gülümsedi, gülüşü suya düşen ay ışığı gibiydi.
Sağımızda gölgelerin içine saklanmış ağaçlar, solumuzda bulutları taşıyan tepeler vardı.
Her şeyin bir anlamı var gibiydi ama hiçbirini çözmeye kalkmadım.
Yol daraldığında, karşımıza bir baykuş çıktı.
Kanat çırpmadan havada asılı durdu.
“Geçmek istiyorsanız” dedi, “unuttuğunuzu hatırlamalısınız.”
bana döndü:
“Senin sırrın neydi?”
Günün en sessiz saatinde ceylan durdu.
“İn” dedi.
Buradan sonra yalnız gitmelisin
Ayağım toprağa değer değmez, sisin içinde kendi siluetimi gördüm.
Göğsünde eski bir sandık açıldı.
İçinden, yıllardır söylemediğim bir kelime çıktı: “Ben.”
Kelimeyi dudaklarında taşırken sis inceldi.
Toprağın altında, uyuyan yıldızlar göründü; her biri benden eksilmiş parçaları tamamladı.
Siluetim elini kaldırdı; avuçlarının içinde ince bir nehir kıvrılıp akıyordu.
Su taşarak gökyüzüne yükseldi.
birbirimize baktık.
“Artık uyanabilirsin.”
5.0
92% (12)
1.0
8% (1)