1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
258
Okunma

“Sen hep böyle yaparsın zaten! İşine gelmediğinde, görmezden gelirsin.”
O kıvırcık saçlı, şirin kız mıydı bunları söyleyen?! Bu kadar yakın olmasaydım onlara; kesinlikle bu söylenenlerle onu eşleştiremez, hatta bu kafeteryada o kelimeleri kullanacak en son insanın o olduğunu bile düşünebilirdim.
Yanındaki annesi galiba… Bu teklifsizliğe, dolu dolu boşaltılan öfkeye; bu kadar yakın olduğun biri muhatap olabilir ancak çünkü. Tabii anneden anneye de değişiyor bu durum. Öfke, sevinç, endişe, huzur ve bilimum ruh hâlini olduğu gibi boca edebileceğin kıvamda olmayabiliyor her annenin anneliği.
Eğer bu kadın tahmin ettiğim gibi gerçekten de kızın annesiyse; sırf bu duygu boşaltımına tanıdığı özgürlük bile, ona büyük bir saygı duymama fazlasıyla yeter…
“Nasıl tanıyacağım onu peki, söyler misin bana anne? Sizin belirlediğiniz günlerde ve ortamlarda topu topu birkaç saatlik görüşmeyle mi birbirimizi anlayacak, bütün bir ömrü birlikte geçirip geçirmeyeceğimize karar vereceğiz? Üstelik görüşmeye bile biz değil siz karar vermişken…”
“Bu zamanda böyle şeyler oluyor mu hâlâ” diye düşünürken; böyle durumlara kafa yorduğumda asla çay ya da başka sıcak bir şey içmemem gerektiğine emin olmamı sağlayan o deneyimi yaşayıp da boğulma tehlikesi geçirmeseydim; sonraki cümleleri de işitip durum hakkında daha net bir karar verebilirdim belki. Ama o an duyduğum şaşkınlık ve öfke karışımı duygu daha ılımamış, sıcacık çayı haddinden fazla miktarda yudumlamamla sonuçlanmış, bu da o tatlı genç kızın geçici olarak misafir olduğum dünyasından bir çırpıda çekip çok ötelere fırlatmıştı beni… Öksürük krizine girmiştim resmen.
“İyi misiniz?” dedi bir yerlerden tanıdık gelen bir ses…
Evet, o kızın sesiydi bu. Kıvır kıvır saçlı, gamzeli, şirin kız… Bir yandan da sırtıma vuruyordu, tam bir teklifsiz arkadaş tavrıyla. Öksürüğüm kesilip de rahata erdiğimde “Kusura bakmayın…” dedi kocaman bir gülümsemeyle. “Ancak böyle yardım edebilirdim size.”
“Sakın vazgeçme direnmekten!” dedim, kocaman gözlerini daha da büyüten, dolu dolu bir şaşkınlığa boğarak onu. “Gönlün almıyorsa zorlama kendini. Evlilik bu, çocuk oyuncağı değil… Gerekirse O’nunla hiç görüşme bile!”
Evet, anlamıştı şimdi. Teşekkür ediyordu gözleri… “Şimdi nasılsınız?” diye sordu. Gerçekten işe yaramıştı yaptığı.
“Sağ ol!” dedim. “Boğulmaktan kurtardın beni.”
“Siz de…” dedi kendi masasına yönelmiş, giderken… “Siz de başka bir anlamda aynı şeyi yaptınız.”
Onun masasıyla benimkinin arasındaki masaya birileri geldi de çayımı rahat rahat yudumlayabildim neyse ki. Yoksa dayanamaz, anneyle kızın sohbetini kaldığı yerden dinlemeye devam ederdim. Ama her ne kadar duyamasam da bulunduğum noktadan onları görebildiğim için; kadının yüzünden yansıyanlardan bir şeyler çıkarabiliyordum yine de. En azından duyduklarının yüzünde bir karşılık bulduğunu, söylediklerini duyacak kadar kızına önem verdiğini, dolayısıyla da onu incitecek bir şeye izin vermeyeceğini…
Öyle duvarlı yüzleri bilirim çünkü. “Hiçbir şey değişmeyecek! İstediğin kadar konuş, bağır çağır, hatta ortalığı birbirine kat; en küçük bir gedik bile açamayacaksın bende!” diyen… Konuşanı bin pişman eden, nefesini boş yere tükettiğine… Neyse ki o duvarlardan yoktu bu kadının yüzünde…
İçim epey bir rahatlamış, kızı annesine emanet ederek hesabı ödedim ve masadan kalktım. Dışarıda olmamın esas nedenine de yeniden odaklanabildim böylece.
Sahi, ne yapacaktım ben?! Anneme nasıl söyleyecektim? Kardeşim yurt dışına yerleşeceğini pat diye söylerken benim bile nerdeyse yüreğime inecekken bir de aynı şeyin annemdeki yansımalarını düşünemiyordum bile. ‘Kızın Kanada’ya yerleşiyor’u nasıl bir ambalaja sarıp sunarsam daha az zayiata neden olabilirim, buna kafa yoruyordum günlerdir. Birkaç günlüğüne bir yerlere kaçırırdım onu belki… Abimlerin yazlığına giderdik mesela. Biraz olsun havası değişir, bir yandan da torunlarıyla hasret giderirdi.
Aslı’nın; buradaki güzelim işini, çevresini; doğa gezileriyle, çeşit çeşit etkinliklerle dolu rengârenk yaşamını bırakıp da bambaşka bir diyara sürüklenme isteğinin kaynağı neydi, bir türlü çözemiyordum. Bu düşünceler içinde, kafamda evirip çevirdiğim yumağın kaybettiğim ucunu bir ihtimal, belki bulabilirim diye kardeşimle randevulaştığımız yere doğru ilerlerliyordum.
“Çok güzel bir işin ve çevren varken, bu çekip gitme isteği de nerden çıktı şimdi?!” diye soracaktım ona. “Eksik olan ne? Yoksa doktorluktan mı sıkıldın? Her gün acı çeken, binbir derdi olan insanlarla uğraşmak bir noktadan sonra çok yorucu gelebilir.”
“Herkesin gıptayla baktığı bir yaşamdan uzaklaşmak istemek, bazen bir gökyüzü arayışı da olabilir.” diye okumuştum bir yerlerde. Bir resme bakmak gibi tıpkı… Çok güzel bir manzara vardır karşında. Şahane bir doğa manzarası… Yemyeşil tepeler, ağaçlar… Şırıl şırıl akan şelaleler ve bir dere… O derenin kenarında piknik yapan, gülücükler saçan, kendilerinden taşıp o güzelim manzaranın bir parçası olan insanlar… Ve kenarda köşede o görünüme hiç uymayan, aykırı kaçan biri: Boynu bükük, küskün bir kadın…
Onun da gülmesi, şen şatır olması, koşturup durması gerekmez mi? Ya da bu soru sorulamayacak kadar saçma mı kaçıyor ‘insan’ denen varlık söz konusuysa? Resme dışarıdan bakınca görünmeyen şeylerle mi ilgili? İnsanları da dereler, ağaçlar gibi aynı görecek kadar dar bir bakışla görülemeyecek şeylerle… Herkesi farklı, kendine has birer evren kılan bir şeyle mesela… ‘Kendin olmak’la…
“Tamam, başlayabilirsin sitem etmeye.” Sevgili kız kardeşim, karşımdaki sandalyeden bana gülümsüyordu bunları söylerken. Hangi ara gelmişti de masaya oturmuştu, ruhum bile duymamıştı… Birden irkilince “O kadar mı derinlere daldın?” dedi kocaman bir kahkaha patlatarak. “Kardeşinin, yıllarını verdiği işini gücünü bırakıp dünyanın bir ucunda maceralara atılacağını, sersefil olacağını düşünüp şimdiden karalar mı bağladın yoksa?”
Sesiyle gülücükler saçarken bir yandan da çantasında bir şeyler arıyordu. Birkaç saniye sonra kabul edildiği hastanenin belgelerine bakarken buldum kendimi.
“İşimi bırakacağımı mı sandın gerçekten?” dedi. “Gideceğim yerde de yeterince hasta insan var, korkma! Kanada’ya gitmem doktor olmaktan vazgeçmem anlamına gelmiyor yani. İnsanlara her yerde yardım edebilirim.”
“Peki ya annem, ben ve diğer sevdiklerin..?!” diyecektim ki o manzara resmi geldi birden aklıma… Ve kıyıda köşede kalmış o kadın… “Birilerini mutlu eden bir resim herkeste aynı karşılığı bulmak zorunda değil!” diye fısıldayan; o küskün, yalnız, aykırı görünümüyle… “Benim içinde var olmak istediğim bu değil, çok başka bir resim!”
5.0
100% (1)