5
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
360
Okunma


Aklın alabildiğine hudutsuz ve sınır da konulamayan yanlarıyla, duygu anlamındaki rengi ve derinliğiyle ne de mühim bir değerdir insan. Bu anlamda yeri ve vakti gelince bir insan bin insan, cihan demektir.
Yarının kendi içinde sakladığı ve bazen bizi türlü şekillerde de dumura uğratan, çok azında yüz güldüren sürprizleri ihtiva eden yapısı, onu daima bir merak algısı içinde beklememize ol açmış olabilir. Gerçekte durum bu mudur , yoksa yarın denen dünlerdeki bazı eylemlerin bir sonucu mudur?
Günlük yaşamımızda ;yarın, yarınlar, gelecekte, yakın gelecekte, şu kadar yıl sonra gibi çokça söylemle geleceğe atıflarda bulunur, beklentiler içine girer ve onun daha güzel bir şafakla doğmasını, hayatımıza renk katmasını arzu ederiz. Bunu kim istemez ki? Ne yazık ki doğal süreci içinde kendiliğinden şekillenen ve bizi masalsı bir zemine taşıyan yarınlar pek nadiren ortaya çıkar. Onun yarın olabilmesinde bizim de diğerlerinin de bir şekilde payı vardır, olmalıdır da. Önümüze hazırca konan bir yarın, dünkülerden güzel bile olsa pek kıymeti bilinmeden de elden avuçtan gidebilir.
Yarın mevzuunun bir diğer yanı ise dün dediklerimizin bugün için bizzat yarın oluşudur. Yarınlara bazı göndermelerde bulunmanın bu anlamda bir karşılığı olabilir mi, ya da yarın dediğimizde bizler var olacak mıyız? Akılları karıştıran daha çok sorusuyla yarınlara bir şeyleri ertelemek yerine, bugün onun şafağı olarak görerek değerlendirmek, anlamak ve yorumlamak en akıllıcasıdır kuşkusuz. Hiçbir gerçeklik bize yarını kat-i olarak vaad etmemektedir. Her doğan günün bir öncekinin yarını olduğundan hareket ederek, gün kavramının hayatımızdaki yerini, önemini yeniden gözden geçirmemiz en akıllıca yol olsa gerektir.
Zamanı sorgulayan, onun hakkında bazı teoriler geliştiren ve kısacası onu anlamaya çalışan çokça kafanın ortaya koyabildiği bir gerçekçi tanım da henüz yoktur. Daha dün mahalle aralarında, boş arsalarda toz ve toprağın içinde devinilen çocukluk yıllarının nasıl da geçip gittiğini düşünmeyenimiz yoktur sanırım. Hali hazırda bulunduğumuz gençlik veya orta yaşlılık süreci içinde de gelecek dediğimiz kadrajdan baktığımızda yine aynı hayıflanmalarda bulunacağımız da ortadadır. Vaktiyle iki koca damacanayı en azından 25-30 metrelik mesafeye taşıyan kas gücümüz şimdilerde bu kütlenin yarısını taşır durumdaysa, gençlik emarelerinin verdiği o güçte de değişimler yaşanmış, o dünler mazi olmuş demektir. Benzeri şekilde bir dalışta koskoca teknen altından geçerek en az 20 metrelik mesafeyi su altında kat edebilen ciğer potansiyeli yıllar sonra yine aynı sonucu verir mi sorusu da düşündürücü ve zamanı, onun içinde de yarın sorgulamasını irdeleyiş bakımından manidardır.
Yaşça ve veya fizikçe henüz olgunlaşmamış insanlara küçük muamelesi yapılması tarafı olmadım ve bunu etik de görmedim. Nihayetinde bizlerdeki gelişim bir noktada durduğunda, daha küçük dediğimizi insanlar adeta bizi yakalamaya çalışıyor gibi büyümeye, olgunlaşmaya devam ediyorlar. Bu durum bir bakıma, onlara bizle eşitlenmede avantajı verirken, daha olgun veya yeterince olgunlaşmış olanlar için de bir duraklama ve gerileme ve nihayetinde de çökme ( ebedi hayata intikal- ölüm) değil midir? Altılı yedili yaşlarında çocuk, daha ileri yaşlarda genç adayı, sonrasında genç dediğimiz yakınlarımıza bakış açılarımız da devinim içindedir aslında. Medeni hayatında evlilik müessesesi ile müşerref olan yakınlarımız sosyal bakımdan bizle eşitlenmiş, fizik olarak da bizi de geçmiş ölçülere sahip olabilirler. Sadece bu bakımlardan dünlerin küçüklerine yarınların büyüğü gözüyle bakmak ne de doğru bir seçimdir. Onları sadece daha az tecrübeli ve olgunlaşma yolunda da henüz yolun başında olmaları bakımından görmek esas olmalıdır. Konunun bir diğer yanında da ellerimizde büyürken bize son derece muhtaç olan o sevimli küçüklerin bir zaman sonra çokça konuda; bize fikir veren, türlü konularda hizmet eden, yönlendiren ve hayata dair ciddi konularda da sohbet eden hale gelmeleridir değil mi? Bu duruma en güzel örnek, kızımla dünyanın çeşitli bakımlardan gidişatına yönelik öngrülerimizi mukayese etmemiz, karşılıklı eleştiriye dayanan çokça görüşü birlikte ele alabilmemizdir. Ele avuca sığmayan ve türlü hazlarıyla kalıcı olmasını ümit ettiğimiz hiçbir gerçeklik yerinde durmamaktadır.
Hangi konuda ve içerikte olursa olsun bu konu ve içeriklerin duruşlarında o yol veya yolların finalini de göz önünde bulundurmak, kendi düştüğümüz hatalara diğerlerinin de düşmemesine, onca emek ve zamanı, parayı heba etmemek adına biz büyükleri “tecrübeleri aktarmak” anlamında bir asli sorumluluk göreve davet etmektedir. Bir kısım insanlar bu duruşa muhalif olarak, “Onlar da yaparak, deneyimleyerek öğrensinler” tercihi ile konuya yaklaşmakta olabilir. Her ne kadar bu süreçte doğru veya uygun tercihlere yönelim daha gerçekçi de olsa, zaman, para, enerji kaybının getireceği fatura da ayrıca düşündürücüdür. Bu durumun taraflarından iri yani tecrübeleri aktaranlar olarak bizler, öte yanda da hayatla daha da derinden yüzleşmeleri gereken gençler varken, asıl mesele tecrübe, birikim ve deneyimleri almaya gençlerin ne denli istekli ve veya hazır oldukları mevzuudur. Kimileri kendi doğrularını bulabilmek ve yanlış da olsa kendi kararlarının peşinden yürümek üzere karar almıştır. Çok az bir kısmı biz büyükleri kale alarak sağduyuyla hareket etmeyi tercih etmektedir. Böyle olunca, bizim düştüğümüz çukurlara, yandığımız çöllere, savrulduğuz rüzgârlara ve bedeni titreten ayazlara onların da yollarlının düşmesi kaçınılmazdır elbette.
Siz ne kadar iyi niyetle ne denli sağlam dayanaklar ile ve ne denli usulünce de anlatsanız, gerçeklerin karşı taraftaki o istenen seviyedeki yankılanışı mümkün olmayabiliyor. Hayatı bir hor görme, içi oldukça boş kocaman bir özgüven ve emek, planlılık, kararlılık gibi bizi geleceğe taşıyabilecek niteliklerin yokluğu, çok trajik sonuçların doğmasına, inlerce gencin yıllarını heba etmesine neden olmaktadır maalesef. Buradaki esas vurgu, “hayatla yüzleşebilmek”tir. Hayatı doğru yere konumlandıranların ona karşı duruş alabilmeleri de kolay olacaksa, onunla yüzleşme mevzuunu daha baştan itibaren her yaş gelişim seyrine uygun olarak vermek, biz büyüklerin sorumluluğundadır. Bir kollayıcı anlayış ile sürekli onların eli, ayağı, aklı, duygusu, kanayan yarası olma çabası ne de kötü bir tercihtir aslında. Onların yerine nefes almaya kadar giden bu patolojik durum asla sevgi olarak tanımlanamaz da. Onları sevmek, gelecekte incinebilecekleri alternatifleri elemine edebilmekten geçecek ise, bırakalım da hayatla yüzleşsinler. Gereğinde düşmeyi, ,incinmeyi, başarısız olmayı, alkışı duyamamanın hüznünü de yaşasınlar.
İnsanlara önce kendilerini, potansiyellerini tanıma, onları güçlendirme, bu konuda motive etme hususlarında yardımcı olunursa, karşılaşılan problemleri kendilerince çözüme götürebilme yetenekleri de gelişecek demektir. Bu duruş, hayatlarında onlara en çok yardımcı olan “sorumluluk” duygusunu da aşılar kuşkusuz. Öncelikle kendi sorumluluklarını almayı öğrenenler, zamanla diğerlerinin de sorumluluklarını veya çalışma sahalarının gerektirdiği zor koşulların kararlarını alma başarını da gösterebilirler. Her gelişim döneminde azar azar verilerek dozajı artan biçimde bu duygunun verilmesi gelecekte bizi büyük yüklerden de kurtarabilecektir. Kendine, yakınlarına, uzaklarına, davasına, gününe, dünlerin öğretilerine, yarınlarına, doğaya; canlıya, cansıza sorumluluk duygusu kazanabilmiş olmak ne kadar da büyük bir kazanımdır. Bu duygu ve düşünüşlerle beslenen gençlerin oluşturacağı toplum olsa olsa örnek, önder, masalsı bir hayatın, işleyişin, gidişatın toplumu olur. İşlerin seyrinde yürüdüğü, kazaların en aza indirgendiği, benlerin bizlere evrildiği bu dünyanın tohumları yine biz büyüklerin elinde değil midir?
Bir yıl değil, on yıl değil, belki de asırlara tesir edecek rüzgârın ivmesini, yönünü belirleyecek olanlar yeni kuşaklar olacaksa, onların köklerinin doğru yerde olması, aile ocağında doğru duygu ve düşünüşlerle, becerilerle beslenerek sorumluluk alabilmeleri gerekir. Bütün bir hayat yolunda onların yanında olamayacağımız gibi, her yardım istediklerinde de bu talebe gücümüz yetmeyecektir. Bizler kurtarıcı değil, onları geleceğin türlü senaryolarına hazırlamakla mükellef rehberleriz. Koruyuculuk anlayışını bir kenara bırakarak, hayatla onları yüzleştirebilmeyi başarmak, gözlerin arkada kalmadan yaşanılabilmesi de demektir bizler için. Her kuş bir gün gelip uçacaktır yuvadan. Önemli olan, nereye hangi irtifada, riske girebilmeden ve öngörülen hedeflere doğru uçabilecek yetileri vermektir.
Yetiştiği saksının içinde gereken gelişimi gösterememiş bir çiçeğin göçertme sonunda bahçede daha gürbüz ve verimli olması nasıl beklenilen bir şey değilse, çocuklarımızın, genlerimizin de aile ocağındaki beslenip büyütülmeleri hususları da bundan farklı değildir. Bu yuvada vefayı, sorumluluk duygusunu, zorluklarla mücadele güncü, hayatta kalabilecek kararları sağlıklı kararlar alabilmeyi ve zorluklar karşısında pes etmemeyi öğrenmek demek, aile toprağının dışındaki her türlü arazide “ben de buradayım, varım” demektir. Nasıl olsa hayat ona öğretir, düşünüsü bu bakımdan son derece şüpheli, zehirli ve gerçek anlamda da potansiyel riskleri de beraberinde getiren sakat bir anlayıştır. Pistte doğru ve sağlıklı performans olmadıkça, gerçek sahada daha da iyisinin yapılabileceğini ummak ve hatta daha da iyi neticeler beklemek ne kadar anlamlıdır? Aile ne denli önemli, gerekli ve son derece hassas bir müessesedir bakımdan. Ona yapılan destek,yatırım, toplumun gününe, geleceğine yatırımdır. Onu bunaltım, daraltım, göz ardı ediş ise, güne, yarına ve geniş anlamda da varlık nedenimiz olan dünlerin de gayretlerine, terine, gözyaşına, akıtılan kanına ve fedakârlıklarına, öğretilerine, davalarına en büyük ihanettir. Ailenin gücü, nihayetinde onların birbirine eklenmesi sonucunda toplumun, aidiyet duygusuyla son derece sıkıca bağlı olunan milletin ve hatta ümmetin de gücüdür.
İnsan öylesine mükemmel bir yaratılış ve yazılım ki, kendi imkân ve kabiliyetletini tanıdıkça onu daha ileri sınırlara taşıyarak mükemmeli zorlayabiliyor. Bu bir bakıma alt yapısı sağlam bir eğitim sürecinin, kendini tanıma, kendi olabilme ve bunu da dışa katarım meselesidir. İçi son derece dolu bir özgüven, bu özgüvene yaslanarak ne de büyük ufukların yolcusu kılar bizi,sizi. Yetiştirmekte olduğumuz her kuşakta bu duyarlılıkların, farkındalıkların gelişmesi demek, hakka, insafa, emeğe saygıya, hedefe yönelik yaşamaya, zorluklarla baş edebilmeye ve yaşam enerjisini yüksek tutmaya da vesiledir kuşkusuz. En ufak bir zorlanışta pes eden, kendi imkân ve kabiliyetlerinden bihaberdar, hedef belirlememiş ve en kötüsü de öğrenilmiş çaresizlik tuzağına düşmüş binlerce insan bir toplumu, milletin ikbali bakımından ne de büyük bir kayıptır.
Her birimizin omza alacağı küçük sorumluluklarla ne de büyük sorunların üstesinden gelinebileceğini bir düşünürsek, bir kenara itilmiş, kendini işe yaramaz hisseden, aidiyet duyguları körelmiş bu insanları kazamanın her birimiz için gün ve gelecek adına tarifsiz hazları ve katma değerleri ortaya koyabileceğini asla unutmamalıdır. İnsanları bir davaya inandırabilmek, onun öznesi kılabilmek ne de büyük, pahasız bir başarıdır. Aile kurumunun bu gerçekleri göz ardı etmeden, o anki yetersizlikleri, başarısızlıkları yerden yere vurmadan daha geniş bir kadrajdan meseleye eğilerek üzerine düşen görevleri en büyük duyarlılıkla yerine getirmesi son derece hayatî bir konudur. Ve burada şu söylem pek de anlamlıdır.
“Sevmeyi sevilmeyi, görev edinmeyi
Sonuç ne olursa olsun asla vazgeçmemeyi
Kökleriyle bağımızın asla kopmayacağı
Yıllara rağmen aidiyet duygumuzla beslediğimiz
Karşılık gözetmeden bizim de en özelimiz
Dünümüz, günümüz ve yarınımız olan ailemiz.
Bu coğrafyanın, kutlu ülkülerin, yönelişlerin
Esenliği getirecek asude bir hayatın zeminidir
İnsan olmanın dikte ettiği, fıtratın da yeşerdiği
Tüm hazinelerden de kıymetli, gönül evimiz
Varlığımıza anlam ve derinlik katanımız, ailemizdir…
İzi kalacaksa bu penceren her bakanın, ailesine yakın olmayı tercih etmelidir görevi insanın diyor, yarınların; şekline, niteliğine, duygu ve düşünüşüne beklen rengi verebilmesi ümidiyle bir nebze farkındalık için küçük adımların kıymetini dile getiriyoruz. Küçük şeyler bir araya gelince ne de büyük şeylerdir. İnsan küçüktür, biriciktir ve fakat gerektiğinde tüm insanlığa en büyük hizmettir, hikmettir, değerdir.
Oğuzhan KÜLTE
5.0
100% (7)