0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
194
Okunma

1849’un buz gibi bir Petersburg sabahında, Dostoyevski gözleri bağlı halde idam mangasının önüne çıkarıldığında insan ruhunun en karanlık dehlizleri de onunla birlikte infaz edilmenin eşiğine gelmişti. İdam mangasının kurşunları gerçekten patlasaydı eğer ve yalnızca büyük bir yazar değil ruhun edebiyattaki en derin anlatıcısı da sonsuza dek susacaktı. Ve biz, kendi içimizin karanlığını tanımada kaybolacaktık.
Eğer silahlar ateşlenseydi o sabah, Raskolnikov’un baltası hiç havaya kalkmayacak, Suç ve Ceza yalnızca hukuk kitaplarında geçen soğuk bir terim olarak kalacaktı. Vicdan, pişmanlık ve kefaret gibi kavramlar psikolojik derinliğini yitirerek sıradan ahlak kitaplarının tozlu başlıklarında unutulacaktı. İvan Karamazov’un Tanrı’ya isyanı, Prens Mışkin’in saf deliliği, Stavrogin’in nihilist uçurumu… Hepsi tarihsiz, hepsi sessiz kalacaktı.
Eğer o sabah idam mangasının silahları ateşlenseydi, Freud, Dostoyevski için "Rusların Shakespeare’i" demeyecek ve Bilinçaltını kavramlaştırırken, belki de onun karakterlerini örnek gösteremeyecekti. Yeraltından Notlar’ın isimsiz anlatıcısı, henüz bu terimler doğmamışken id, ego ve süperego arasındaki çatışmayı temsil ediyordu. Freud, bir yüzyılın zihnini analiz etti; Dostoyevski ise o zihnin romanını yazdı. İnsanı tanımak için her ikisine de ihtiyaç vardı: biri çözdü, diğeri can verdi.
Nietzsche’nin “Tanrı öldü” çığlığı, Karamazov Kardeşler’de yankılanmasaydı, varoluşçuluk edebiyatta bu kadar kanlı canlı bir biçimde görünür müydü? Sartre’ın tiksintisi, Camus’nün yabancılaşması... Hepsi, Dostoyevski’nin ölümle burun buruna geldikten sonra dirilen kaleminden ilham aldı. O kalem kırılmış olsaydı, yalnızca bir yazar değil, bir çağ ve bir düşünce biçimi de tarihten silinmiş olurdu.
Ama o sabah iyi ki kurşunlar suskundu. Son anda gelen emirle ceza sürgüne çevrildi. Dostoyevski hayatta kaldı ama artık o eski Dostoyevski olmayacaktı. Ölümün soluğunu ensesinde hissetmişti. Hayatı o andan itibaren ikiye ayrıldı: kurşun öncesi ve sonrası. “Sonrası”, edebiyatın en büyük dirilişlerinden birine dönüştü. Ve yaşadı. Biz de onun sayesinde insanı yalnızca akılla değil; tutkuyla, korkuyla, vicdanla tanımayı öğrendik.
5.0
100% (1)