Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
levent taner
levent taner

-KORTLARIN BETTY KATRİNA EMMA’LARI DERKEN ALACAKARANLIK KUŞAĞINDAN NAĞMELER Mİ?-(5)

Yorum

-KORTLARIN BETTY KATRİNA EMMA’LARI DERKEN ALACAKARANLIK KUŞAĞINDAN NAĞMELER Mİ?-(5)

1

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

208

Okunma

-KORTLARIN BETTY KATRİNA EMMA’LARI DERKEN ALACAKARANLIK KUŞAĞINDAN NAĞMELER Mİ?-(5)

-KORTLARIN BETTY KATRİNA EMMA’LARI DERKEN ALACAKARANLIK KUŞAĞINDAN NAĞMELER Mİ?-(5)

“Kasırgalar, gezegenimizdeki en güçlü fırtınalardır. Havanın bir alçak basınç merkezinin etrafında dönmesi sonucu oluşur ve hızı saatte 252 kilometreye ulaşan çok güçlü rüzgârlara, şiddetli yağışlara, sellere ve hortumlara sebep olabilirler. Kasırgalar genellikle Atlantik Okyanusu’nda meydana gelir.” Şeklinde yapılan tanımlama Wikipedi notu olarak karşımıza çıkmaktadır. Okyanusa kıyısı olan ülkelerde meydana gelen, Asya çevresindeki doğu Pasifik coğrafyada tayfun adını alan kasırgaların özellikle Amerika kıtası sahillerinde kadın ismiyle anılmaları da dikkat çekmektedir. Kim bilir “kadın deniz gibidir” sözünün hükmüdür belki de. Naçizane yazımızın başlığında yer verildiği biçimde Betty, Katrina, Emma, vs. örnekleri görülmüştür.

Doksanların sonlarında beliren, ilk nüvelerini gösteren bir örneği de milenyumun şu ilk demlerine damgasını vurmuş bulunmaktadır. Şu kadar ki genel yapının aksine günler içerisinde hız alıp haftalar içinde hızını kaybetmeyen bu yeni oluşum yıllarca hız kesmemiş, keser gibi olduğu kısa aralıkları müteakip yeniden doruk yapmalarıyla nam salmış bulunmaktadır. Allah Allah, nasıl bir şey ulan bu böyle dediğiniz kadar var hani. Evet, Williams kasırgası diyenler sektirmediler. Her şeyden önce tenis yıldızları içerisinde de güçlü servisleriyle tanınan sağlam füzeler gönderen, şöyle kodumu oturtan oyuncular görülmekte şüphesiz. Tek erkeklerde gördüğüm en etkinlerinden biri, başta geleni hatta, Hırvat tenisçi İvaniseviç olmalı. Tenis tarihinde en çok ace atan isim olarak tanımlanıyordu oynadığı yıllarda. Deyim yerindeyse tokat manyağı yapardı rakiplerini.

Kadınlar tenisi erkekler kadar sert geçmemesi, sete dönmesiyle oyunun daha seyirliktir genel olarak. Ne ki zaman zaman bu dediğimi boşa çıkartan ismi ve cismi etrafında müthiş fırtınalar kopartanlara da rastlanmaz mı? Elbette. Williams kardeşler Venüs ve Serena öne çıksa da Belçika’lı Henin’in de hakkı yenmez, şimdi kendi yok Allah’ı var. Öyle ki, iki binlerde kardeşlerden fırsat bulmanın pek el vermediği bir evreye girilecekti. Öyle olurdu hani, Grand Slam turnuvaların finalini iki kardeş oynardı, yahut yarı finalde birini eleyen finalde diğerine takılırdı. Serena’nın ilk büyük şampiyonluğu böyle gelecekti söz gelimi. Bin dokuz yüz doksan dokuz US Open’da yarı finalde Venüs Williams’ı geçen Hingis finalde on yedi yaşındaki Serena’ya takılıyordu.

Hemen belirtmeliyim ki Venüs fiziksel olarak daha güçlü, sırım gibiydi aslında. Bir seksen beş boyunda etkin vuruşlarıyla, servisleriyle dikkat çeken genç yıldız dünyanın saatteki hızı en yüksek topları gönderen ismi olarak tanımlanmaktadır o vakit. Şöyle ki bu arz ettiğim husus bir tenisçiyi başarılı kılan tek büyüklük elbette değil. Nitekim kardeşi Serena asıl milenyuma damgasını vuracaktı. Üstte söz ettiğim Henin ise ikiliden fırsat bulup araya en çok girendir bir ara. Dinamik, agresif oyun yapısıyla dikkat çekerdi. Ne ki bir doğum sonrası erken bir veda yapacaktı Belçika’lı. Bugün bile sosyal medya sayfalarında ah neredesin Henin ah! Ah! Diye fellik fellik Justine Henin arayanlara rastlıyorum da boş bir ünleme değil. Heniiiinnnn! Nidaları dünyanın dört yanında arşa yükselebilir de.

Yine hakkını vermemiz gereken bir isimde Rus tenisçi Sharapova olmalı. Wimbledon’u on yedi yaşında kazanan Mariya beş grand slam tekler birinciliği yakasına kartvizit olarak iliştirir. Ne var ki Serena ile oynadığı müsabakalarda yer yer rezil rüsva olmaktan kurtulamıyor, karta kaçıyordu bir anda. Yüksek desibelli çığlıkları dahi acı bir feryadın nişanesi olarak boğazında düğümlenip kalıyordu. 2007 Avustralya finalinde bir sakatlık evresinin ardından Sharapova’yı 6-2 6-1 ile geçtiğinde siyahi roketin şarap gibi olduğunu düşünmekten alamadım kendimi. Sharapova iyi bir tenisçi idi muhakkak. Ekseri model profili çizen oyuncudan çok daha başarılı olduğu, turnuva kazandığı da kuşkusuz. Ne çare ki ünlü tenisçiye hayranlığın ikonografik bir sarışın, podyum yıldızı gerçekliğine sıkı sıkıya bağlı olduğu da açık net. Bu anlamda gerçek bir spor izleyiciliğinden kopma gösterdiğini dile getirmek mübalağa olmayacaktır zannımca.

Bir diğer husus ise tenisin tarihsel olarak beyaz dünyanın sporu olmasına bağlı. Amatör ve profesyonel tarihte şampiyonlar hemen hep beyaz. Bin dokuz yüz yetmiş beşte Arthur Ashe’nin Wimbledon şampiyonluğu bir istisnadır. İki binlerde ise Williams kardeşler tam gaz damgalarını vuracaktı kadınlar tenisine. Ancak spor dünyasında konunun yankılanması aynı çizgide olumlu seyir takip etmeyecektir. Serena’nın hırçın, agresif yapısıyla da bağlantılı rakiplerini ezip geçen, parçalayan başarılarıyla goril, vahşi gibi nitelendirmelere maruz kalması bir ölçüde cinsiyetçi, daha ziyade ise ırksal çizgide okunmaz mı? Gerçi kendisi de özellikle 2018 Amerika açık finalinde Japon Naomi Osaka karşısında sergilediği tavırlarla kaprisli, şirret bir profil çizmedi mi zaman zaman? Ancak madalyonun iki yüzü vardır her vakit. İlk zamanlarından itibaren Serena’nın çaçaron yaklaşımlarının onun başarılarında ruhsal bir güç oluşturduğunu düşünmedim değil. Elbette zamanda gelir rakipleri ve genel seyirci üzerinde ters bir duruş sergiler.

Ancak dezavantajlı şartlarda o seviyedeki başarılar düşünüldüğünde siyasal, toplumsal, tarihsel arkaplanı gözetmemekte hakkaniyetli olmayacaktır. Siyahların son birkaç asırdaki kölelik, sömürgecilik, ırkçılık tarihini göz önüne almaksızın dahası göz ardı ederek sağlıklı, mantıklı, adaletli ölçüm yapmak bana pek mümkün görünmüyor açıkçası. Merkantilist çağın bir parçası olarak kölelik ve erken kapitalist dönemlerin getirdiği ırkçılık evrelerinin bireysel, ailevi, toplumsal izdüşümleri de yok mudur? Pamuk tarlalarında geçen kölelik evresinin Kuzey Güney savaşı sonrası fiili etkisini kaybetmesi, yerini kentsel sosyo ekonomik yapıda işçileşmeye bıraktığı tarihsel aşamada şehirlerin dışında gettolar inşa olmaktadır. Bu ise kaçınılmaz olarak dışlanma, ötekileştirilme, kötü yaşam koşulları anlamını verecektir.

Yine sosyo politik tarihin geçtiğimiz asrın ikinci yarısına karşılık gelen bölümünün sunduğu gelişmeleri izlemek gerekecektir. Bin dokuz yüz ellilerdeki meşhur Montgomery boykotu, Rosa Parks’ın sergilediği toplumsal yankısı ayyuka çıkan tavır alma, ki gerçekte gardını almadır, daha önceleri otuzlar Amerika’sında başkan Roosevelt’in karısı Elaanor’un insan hakları kulvarında ünlü first lady’i simge kılan tavırları mercek altına alınmadan, altmışlı yıllarda siyah Müslüman Malcolm X merhumun, toprağı bol olsun siyah rahip Martin Luther King’in, adı dünyayı tutan büyük boksör Muhammed Ali’nin mücadeleleri, yetmişlerin sonlarında TRT’nin tek kanal döneminde siyah beyaz ekranda gösterime giren Alex Haley’in aynı adlı romanından uyarlanan Kökler, seksenlerin sonlarında izlediğimiz bir Brezilya dizisi Köle İsaura göz önüne alınmadan Serena Williams’ın tenis ve spor tarihinde nasıl bir devrim yaptığını görüp gözetmek o kadar müşküllü ki. Sosyal medya çevrelerinde sevmem ama saygı duyarım, amaannn! Antipatik, iyi tenisçi o ayrı zırvalıkları düşündürmüyor değil insanı. Ondan sonra dünya niye şöyle, toplum niye böyle safsataları. Haydi canım sende!

Şöyle bir örnekte verebilirim. Bin dokuz yüz altmış üçte Martin Luther King öncülüğünde büyük bir miting düzenlenir. Meşhur I Have A Dream (bir hayalim var) konuşmasını yapar King. Ki ılımlı çizgidedir ünlü siyah rahip o vakit. Başkan Kennedy’nin eşi Jackie bir mecliste konu olduğunda King bir şarlatan diyecektir fütursuzca. Neden acaba? Orta sınıf kolej eğitimli bir ponpon kız geleneğinden mi gelmekte kendisi? Tam olarak elbet böyle değil. O orta sınıf vahşi kapitalizm evresinden daha oturaklı bir liberal demokrasiye de taşır Amerika’yı. İşin hazin yanı nedir biliyor musunuz? Şarlatan dediği Martin Luther King’de o zarif gelenekten gelmekte. Ama o bir zenci, ne yapsa, ağzıyla kuş tutsa hani bizler gibi olamaz değil mi? Nitekim ilerleyen yıllarda King’de bu paradoksu fark edecektir. Beyaz sarayda düzenlenen beş çaylarıyla bu işlerin hallolmayacağını fark eder ünlü aktivist ve twist yapmaya son verir. Bin dokuz yüz altmış yedide Vietnam’ı sorgulayan bir King vardır artık. rahmetli Muhammed Ali’de bu evrede düzenlediği mitingleri destekleyecektir. Ne ki sonun başlangıcıdır bu evre.

Bunları niçin anlattım? Cadaloz Serena kendi içinde ciddi tutarlı, duyarlı bir dünya sunmuyor. Bizde de dünya algımızı nesiller boyu körleten filmler, çizgi romanlar, klipler, mizah, karikatür misali popüler kültür unsurları yok mudur? Bu tarz şuuraltımızı biçimlendiren ırkçı, cinsiyetçi saplantılarımızla, takıntılarımızla yüzleşmeksizin sapla samanı birbirine karıştırmaktan, elifi gorse mertek zannetmekten kurtulmamız ham hayal teşkil etmez mi? Görünen o ki daha özgür, barışçıl ilişkilerin tesis edildiği, edileceği bir dünya orada tokalaşacak kadar yakınımızda ve fakat bir o kadar da ufuk çizgisiyle emsal uzaklarda göz kırpmakta bizlere.


-SON-


L.T.




Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
-kortların betty katrina emma’ları derken alacakaranlık kuşağından nağmeler mi?-(5) Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz -kortların betty katrina emma’ları derken alacakaranlık kuşağından nağmeler mi?-(5) yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
-KORTLARIN BETTY KATRİNA EMMA’LARI DERKEN ALACAKARANLIK KUŞAĞINDAN NAĞMELER Mİ?-(5) yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
levent taner
levent taner, @leventtaner
14.7.2025 08:50:56
Bu yılın Wimbledon şampiyonu Polonya'lı İga Swiatek, hemde ne şampiyon. 6-0 6-0 gibi iki setle rakibini atomlarına ayıran bir duruş. Rakibi Amanda Anisimova'yı adeta aman da aman haniymiş benim kuzucuğum yapan bir tek kişilik oyun sosyal medyadan aldığım izlenimlere göre de tat vermemekte genel olarak

Ben aslında bir Sabalenka Swiatek finali bekledim, gidişat o yöndeydi de ama yarı finallerde sürprizlere açık olmakta, öyle de oldu Anisimova zayıf kariyerine karşın güçlü, hırslı, agresif Belarus'luya bela oldu umulmadık biçimde, kimileri Sabalenka'nın çığlıklarına takılsa da bence bu oyuncunun içsel enerjisinin dışavurumu, art niyet göstergesi değil hani, ne ki Arina 2-1 kaybetti

Fakat finalde de ters bir durum doğurdu bu, yarı finale gelen bir oyuncunun nasıl sürpriz yapması mümkünse, finalde de tecrübesizliğin acısını çekmesi mümkünden öteye kaçınılmaz oldu, artık şampiyonun belirleneceği noktanında bir tansiyonu yok mu? Atletizmde rekortmen, müsabık kavramları vardır söz gelimi, rekortmen bir grand prix'de dalın tüm önemli isimlerinin bulunmadığı ortamda dünya rekoru kırar, ne çare ki dünya şampiyonası ya da olimpiyatlara sıra geldiğinde de sırıtıp kalır, büyük şampiyonalarda dereceler değil atletler yarışır çünkü, müsabık zirvelerin adamıdır, o tansiyonu kaldırır

Şu kadar ki bu hususun ayırımında olmayan yorumcular tenis sitelerinde İga'nın başarısını küçümseyebilmekte, Polonyalı 2-1 kazansaydı, adına yakışır bir final olsaydı küçümsenmezdi, o zaman aa Sabalenka'yı 2-1 yeneni Swiatek'te ancak 2-1 ile geçti denirdi, oysa şimdi Amanda finalde sudan çıkmış balığa döndü, Sabalenkacılar şimdi Arina olacaktı da İga görecekti demeye başladı

İyi de kardeşim Sabalenka çeyrek finali 2-1 ile geçti, yarı finalde de 2-1 ile kaybetti, muhtemelen rakibi hafife aldı, e şimdi Swiatek ne yapsın bu noktada?

Burada Sabalenka ile Swiatek arasında da bir mukayese yapmak gerekir bence, Sabalenka fiziksel güce dayalı agresif bir çizgide görünüyor bana, Swiatek ise daha oyun aklı yüksek oyuncu, Sabalenka daha duygusal bir karakter izlenimi uyandırmakta yine bende

Mesela geçtiğimiz haftalarda bir demeci vardı Belarus'lu oyuncunun, Swiatek ile antrenman yaptık, çokta eğlenceliydi, bir yandanda rakibimle temas stres yönetimi bağlamında da olumlu, finallerin çok sert çekişmelere sahne olmasını istemiyorum açıkçası demekte, ne yapıyor burada Sabalenka, yumuşak karnını gösteriyor gerçekte, Swiatek neden böyle demeç vermiyor mesela?

Sabalenka'nın sözlerinden insancıl biri olduğu izlenimi alıyorum, gündelik hayatta iyi bir insan profili gösteriyor, ancak profesyonel duruş zayıf, Swiatek'te de tam tersi daha iç dünyasını belli etmeyen, rengini salmayan kurnaz bir damar var gibi, çehresine de baktığımda İga sıradaki gelsin mesajı veriyor devamlı, kuşkusuz bunlar spekülasyona açık yaklaşımlar, nihayet ikilinin finalde karşılaşmaması kötü oldu, işin keyfini kaçırdı açıkça...
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL