0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
210
Okunma

"Bu adam tenis tarihini değiştirdi, bundan hiç şüphem yok. Monica çok şey kazanırdı," demektedir tenis efsanesi Martina Navratilova, Seles’in kariyeri sona erdikten sonra.
Evet, Monica Seles… Bir Sırp tenis yıldızı. Bin dokuz yüz doksan yılından itibaren tenis kortlarında fırtınalar estiren mucizevi solak değil mi? Ne sağlak yıldızları sendeletir de salak durumuna düşürür yer yer. Aaaa! Ne kadar kabayım yaa! Halbuki en etkin yıllarında benim yıldızım değildir. Bende yıldızı düşüktür açıkçası. Neptün ile Uranüs arasında ters bir açının etkisinde mi kaldım o yıllar bilmem de sevmezdim Seles’i. Alman tenis yıldızı Steffi Graf’a derin bir sempatim vardı o dem neme lazım şimdi. Fraulein Forehand nam-ı diğer. Yıllar boyu güçlü forehand vuruşlarıyla tanıdığımız, deyim yerindeyse biçimine getirdiği oyuncudan eser bırakmayan Graf’a hayrandım ben açıkçası. Bu hal bin dokuz yüz seksen yedi de başlar bende. Chris Evert ununu elemiş eleğini asmış makamda çalarken, antipatik bulduğum Navratilova’ya yeni bir rakip aranıyordu tarafımdan. Boş tutmaya gelmezdi Martina’yı. Amaaannn! Vurdu mu devirir kodu mu oturturdu şimdi kendi yok Allah’ı var.
Beklenen taze kan gecikmeyecekti. Kazandığı, Navratilova’ya karşı kazandığı Roland Garros finaliyle tanıdım sarışın genç yıldızı. Aman aman güzel değilse de donuk, soğuk profili, oyuna dönük ciddi tutarlı duruşu etkileyecekti kısa sürede. Mesela erkeklerde daha ziyade saman alevi gibi parlayıp sönen vatandaşı Boris Becker misali magazine takılmazdı Steffi. Fraulein’in evlenmemiş kadın, küçük hanım, eli eline değmemek vurgusu, kız oğlan kız manaları Feminist çevrelerde eleştirilse ne gam, bana uyardı açıkçası. Yıllarca kendi sosyokültürel dünyasına taban tabana zıt biçimde bir manastır rahibesinden farksızdır bendeki izdüşümü. Aman canım izdüşümleri bilirsiniz işte. Ön yargılardan da beslenmediği söylenebilir mi? Şu kadar ki Steffi disiplin abidesi, meşhur deyişle buz gibi profesyonel duruşuyla, rakiplerini allak bulak eden gücüyle dominant karakterdir. Bin dokuz yüz seksen yedi doksan arası zirve yıllarıdır. Özellikle dört Grand Slam turnuvayı bloke ettiği bin dokuz yüz seksen sekiz yılı. Seul olimpiyatlarında altın madalyayı da takar boynuna. Ertesi yılda genel olarak etkinliğini sürdürecektir. Wimbledon’da ikinci kez bir Navratilova zaferi yaşaması, Avustralya ve Amerika açığı da kazanması dikkat çekicidir. Ne ki Fransa açıkta genç bir İspanyol rakete Arantxa Sanchez Vicario’ya takılacaktır. Yıllar içerisinde sempatik, sıcak kanlı duruşuyla da tanıdığım Arantxa toprak kortunda etkin yıldızlarındandır. Öyle ki fraulein tokadı fena yer. Sonraları da toprak kortta ikilinin müsabakalarında Vicario, çim kortta ise Graf etkinlik sağlayacaktır.
Şöyle ki bin dokuz yüz doksandan itibaren Steffi inişe geçecektir. Öyle ki Wimbledon’da hak getire. Rolland Garros ise yeni bir yıldızın sahne aldığına tanıklık edecektir. Monica Seles’dir bu isim. On altı yaşında şampiyonluğu yakalamaktadır. Hem de Steffi Graf’a karşı. Doksan doksan üç arası ağırlıklı olarak Seles yıllarıdır. Tokatlamadık ünlü bırakmayacaktır Sırp roket. Sağlam bir rampada konuşlandığı anlaşılmaktadır. Ford Lauderdale’den mi kalkış yapıyordu leyn yoksa. Aabooo! Graf iki yıl üst üste Wimbledon’u kazanacaktır. Çim kort maharetiyle yangından kurtarılacakları kurtaracaktır o vakitler. Bin dokuz yüz doksan iki Fransa açığı tiebreak ile Seles 2-1 alsa da Graf’a karşı Wimbledon’da Graf hem de 6-2 6-1’lik setlerle 2-0 alır şampiyonluk müsabakasını. Yine de Seles toprak ve sert kortta hakimiyetini sürdürecektir. Ta ki o lanetli güne, meşum hadiseye kadar. Evet, takvimler 30 Nisan 1993’ü göstermektedir. Hamburg’da düzenlenen bir turnuvada sonradan kendisini Steffi Graf hayranı tanımlayacak zırdelinin teki bir fanatik tarafından sırtından bıçaklanmaktadır Monica, mola esnasında. Başlarda öyle aldık çoklarımız belki. Kimmiş kimmiş? Graf’a aşık fanatik bir Alman hayranmış! Ah şu lanet fanatizm, bir bitemedi yaa!
Tam olarak böyle miydi acaba? Seles hayranlarını dinlersek Steffi ya da babası yaptırır. Kesin, net. Baktılar olmayacak, para yedirip bıçaklatırlar kızcağızı. İyi güzelde Alman devleti yok mu birader, istihbaratı, derin devletiyle, hatta Nazi tarihiyle anlı şanlı Alman militarizmi, nasyonalizmi, dazlak grupları akla gelmiyor da fraulein’in küstah, arsız, yılışık biçiminde ikincil anlamı mı ritim basmakta? Sporcu rakibini bıçaklatır da ortaya çıkmaz mı bugüne kadar, rengini salmaz mı? Mafya dahi öldürdüğü, öldürttüğü kişilerin cenazesine çelenk göndermesiyle açık verirken. Efendim adam, babam Steffi Graf’ın bu işi organize ettiğini söylerdi, Almanlardan her şey beklenir derdi demekte sosyal medyada. Parmak ormanı gösterirken parmağa bakmak mı? Yahu arkadaş, Alman İngiliz Fransız Namık Kemal uçakta gidiyorlar diye başlayan fıkralar gerçek galiba dedim kendi kendime. Sonra Graf gerçek anlamda kazandı mı rakibinin bu biçimde saf dışı olmasıyla? Sözüme mim koyun lütfen gerçek anlamda ve bu biçimde vurgusuyla şeklinde soralım derim. Dünyanın dört yanında yaygın kanı bu saldırı olmasa Steffi aynı yüksek performansı gösteremezdi yönünde iken, hatta Alman sporcunun kendisi dahi tereddütlüdür kendi adına muhtemelen. Kuşkusuz dehşetengiz bir olaydır. Sporcu adına büyük yıkımdır. Graf hayranlığının zaman zaman öne sürdüğü biçimde canım fiziki olarak kısa sürede iyileşti, döndüğünde yine genç yaşta idi, doksan altıda Avustralya’yı dahi kazandı, kendi kişisel hayatında farklı problemleri de vardı onun gibi çıkışlar da bir başka deli saçmasıdır ya. Manen çökmüştür sporcu. Seles, saldırıdan sonra depresyon ve yeme bozukluklarıyla mücadele eder ve iki yıl sonra sahalara geri döner ancak bir daha asla Alman topraklarında oynamayacağına da yemin edecektir.
Nasıl bir oyun yapısı vardır Seles’in peki? Vikipedi notuna göre “Seles, güce dayalı, oldukça agresif oyun stiliyle tanınan bir temel çizgi oyuncusuydu. Alışılmadık çift elle yaptığı forehand ve backhand vuruşları, amansız bir hız, güç ve derinlikle düz bir şekilde vuruluyordu. İki elle yaptığı temel vuruşların bir sonucu olarak, kortun etrafında keskin açılar yaratabiliyor ve istediği zaman kazanan vuruşlar yapabiliyordu. Agresif bir dönüş oyuncusuydu ve servisleri karşılamak için temel çizginin içinde duruyordu. Diğer güçlü yönleri arasında kondisyonu, hızı ve kort kapsamı vardı ve bu sayede mükemmel bir geri alıcı olabiliyor ve kortun herhangi bir pozisyonundan kazanan vuruşlar yapabiliyordu. Bıçaklamadan önce en kuvvetli yönleri güçlü temel vuruşları ve zihinsel dayanıklılığıydı ve WTA turunda yenilmesi en zor oyunculardan biri olarak tanımlanıyordu. Seles ayrıca vuruşlarına yüksek sesle homurdanma eşlik etmesiyle de tanınıyordu ve bunu yaptığı için sık sık eleştiriliyordu.” Bu homurdanma bahsi enteresandır. İki elle raketi kavrayarak vuruş yapmasıyla birlikte volümlü bir ses zorlanmanın nişanesi olmalı. Eğer acımasız saldırıya maruz kalmasa Graf’ın o dönemlerde kort hakemlerine yaptığı itirazlar hiçte ağlak görünmesine neden olmazdı zannımca. Elbette Graf Seles’in uğradığı yıkıcı saldırıdan fayda sağlayandır. Hiçte öyle canım belki de düşüş yaşardı, ne malum sürgit başarılı olacağı denemez. Hiç yoksa birkaç yıl epey turnuva kazanırdı. Burada şu söylenebilir. Rakipleri Seles’in oyununa daha ziyade adapte olabilirdi. Ya da fiziki güce dayalı oyunculuğu dolayısıyla uzun süre o ivmeyi koruyamazdı. Mümkün olsa da bu unsurlar dediğim gibi bir müddet domine ederdi tenisi Sırp yıldız. Her ne kadar tarihsel olayların kör noktaya takılan yüzüyle hadiselerin olmamış halinin teyzemin sakalı olsaydı deyişine meyletmesi akla yatsa da görünen o ki fiziki saldırıyla yaşamı allak bullak olmasaydı Seles o tarihte sekiz olan Grand Slam tekler birinciliğini hiç değilse ikiye katlar hatta yirmiye dahi yükseltebilirdi.
Graf’ın Seles’in yaşadığı hadiseye ilgisiz kaldığı ise doğru olmamaktadır. Bilakis Monica’yı hastanede ziyaret eden Steffi olayın kendisinden kaynaklandığını, sonuçta fanatik bir hayranın buna sebep olduğunu vurgulamakta ve iki tarafta ağlayarak birbirlerine sarılmaktadır. Ne var ki en azından o seneki turnuvaları boykot edebilirdi Steffi. “Mal bulmuş mağribi” gibi o yıl Fransa, Wimbledon, Amerika açık şampiyonlukları sıralaması gerçek bir başarıya insanları inandırmamakta doğallıkla. Gerçi Graf doksanlı yıllara Seles ile oynadığı müsabakalardan bağımsız olarak düşüşle girmekte. Bin dokuz yüz doksanda Amerika açığı Sabatini’ye kaybetmesi mesela, yine doksan iki olimpiyat finalini on altı yaşındaki Jennifer Capriati’ye yitirmesi örneğin. Demek zannedildiği gibi salt Seles’e bağlı bir düşüş hali yok. Nitekim Doksan iki Wimbledon’u da Seles’e karşı 2-0 almadı mı Graf?
Hani derim ki kimse kimseyi keriz yerine koymamalı. Futboldaki Messicilik, Ronaldoculuk saçmalığı anlaşılan bir hayat gerçeği. Öyle ya ne Messi ne Ronaldo bıçaklanmadığına göre. Seles’çi ile Graf’çının insanlığın zırtapoz evlatlarından olduğundan gayrı bir köy görünmüyor bana. Bunun ötesinde elbette Graf’ın gelmiş geçmiş en büyük tenisçi olduğu ya da Seles’in Graf’tan çok daha iyi olduğu bir şehir efsanesidir gözümde. Biri çim kort diğeri toprak ve sert zemin efsanesidir gerçekte.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
5.0
100% (3)