3
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
319
Okunma
Çocukken bir örümcek ağını dakikalarca izlediğini hatırlıyor.
Beyaz sıvalı tavanın köşesinden başlayan o ince ip, gözünün tam üzerine inmişti bir gün.
Korkmamıştı.
Sadece bakmıştı.
Minik ayakların düzensizliğinden doğan bir matematik vardı orada — küçük bir geometri, belki de yırtık bir müzik.
O zaman anlamamıştı.
Ama büyüdüğünde, kelimelerin de tıpkı o ağlar gibi örüldüğünü fark etti.
Ve her defasında biri gelip şöyle dedi:
“Bu ip eğri.”
“Bu örümcek fazla küçük.”
“Bu ağ, bizim bildiğimiz ağlardan değil.”
Önce sinirlendi şair.
Sonra sustu.
En son yazmamaya başladı.
Yıllar geçti.
Kitaplar sarardı.
Ruhunda bir kıpırtı, hiç erişemediği bir kuyuya doğru çekiliyordu.
Bir gece, sustuğu bütün kelimeler bir örümcek gibi sarktı ruhunun tavanından.
Kimseye bir şey söylemeden, oturdu.
Teker teker dizdi kelimeleri.
Zamanla kırılır kalıplar,
Sarı yaprakları yer bitirir kurtlar.
Beyaz taze yapraklar açmalı,
Yeni kalıplar kurmalı, dedi kendi kendine.
Hiçbir kalıba sığmasınlar diye,
Ama içinden taşmasınlar diye de…
Yeni bir kalıp doğdu.
Ve o an anladı:
Yetersiz olan dil değilmiş.
Yetersiz olan, dile güvenmeyenlermiş.
O yüzden bir şiir yazdı.
Bir örümcek gibi, minik.
Belki torbaya bağlanmış bir yazımı genişletir diye.
Sessizliğin tam kalbine tutunan.
Mef‘ûlü / Mefâ‘îlün / Mef‘ûlü / Fe‘ûlün