Atatürk uygarlık devrimcisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini kurmuş; devlet ile halk arasında köprü niteliğinde Cumhuriyet Halk Fırkasını ihmal etmemiştir. Partizan değil devlet adamı olduğu için, çok partili sistemi öngörmüş, Terakkiperver Fırkanın kurulmasını özendirmiş ve kendisinin partilerüstü olduğunu kanıtlamıştır.
Partilerüstü olduğunun dünyaca kanıtı ise, Tükiyede hangi parti iktidarda olursa olsun; yabancı devlet adamlarının Anıtkabirde mozolesini ziyaret etmeleridir. CHP Atatürk’ün elbette kurduğu partidir, inkar edilemez. Partilerüstü Atatürk abartılarak sadece CHP’lilerinmiş gibi sahiplenilmemeli, particiliğe alet edilmemelidir. "Sizin partiniz Atatürklü, bizim partimiz Atatürk tarafından kurulmadığı ve siz sahiplendiğiniz için Atatürk kalmadı" ortamı oluşturulmamalıdır.
Paylaş:
3 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Görüşlerin farklılığında şaşılacak bir şey yok özünde, birey üzerinden aldığımızda insanların genetiği, yetiştiği muhit farklı, aşağı yukarı aynı eğitim sisteminden çıksak da farklı bireysel damarlardan geldiğimiz muhakkak, yanı sıra Anadolu'nun, Türkiye'nin kıtalararası geçiş yeri konumu da toplumsal yapımızdaki çeşitliliği açıklar, Avrasya olmanın avantajlarını da dezavantajlarını da yaşıyoruz, zengin bir medeniyet tarihi bahşediyor, dünya çapında açık hava müzesi kılıyor bizi, öte yandan kozmopolit bir damarda açıyor bünyemizde, batı dünyasının Oryantalist kapanlarına açık da kılıyor ülkemizi, aydınımızı, insanımızı
Ne ki tarihi dönemleri ele alırken olgular üzerinden eğilmekte sıkıntılıyız konulara, salt olay döküm bizi ancak vakanüvis kılar, devirlerin iç ve dış dinamikleri, süreç, evveliyat hani?
Batılılaşma tarihimiz Tanzimat'tan hatta 3'üncü Selim'den bu yana iki asır, oysa biz kalkıp yüzyıldır şöyle oldu böyle oldu diyerek geviş getiriyoruz, kılık kıyafetle uğraştık diyoruz da 2'inci Mahmut fesi getirdiğinde gavur padişah tabir edilmedi mi? Atatürk şapka kanunuyla alışkanlıklara, tutuculuk eğilimine vurgu yaptı aslında, yoksa şapkayla gelişme sağlanmayacağı zaten belli değil mi? İlk yıl başı kutlamaları saray çevresinde sultan Abdülmecit dönemi değil mi? Hani derim ki şekilci batılılaşma ögelerinin bir günün meselesi olmadığı da aşikâr
Öte yandan İslam dünyası bin yıl önce Endülüs, Abbasiler, Selçuklu, beş yüzyıl önce Osmanlı eliyle medeniyet merhalelerinden geçmekte, ya peki sonra? Batı dünyası birkaç asırdır iktisadi, teknolojik, bilimsel gelişme gösterirken İslam dünyası Atatürk ile mi geriledi? Karlofça'dan itibaren yitirilen nice toprakları Lozan'da mı arıyoruz? Elbette Atatürk ve erken Cumhuriyet sorgulanır, ancak nasıl, hangi ölçekte? Bir gecede cahil kaldık şeklinde beylik laflarla mı? Sonra bin dokuz yüz yirmilerde otuzlarda dünya ne merkezde? İki dünya savaşı, dünya ekonomik krizi, yeryüzü genelinde sanat, edebiyat, felsefe aleminde dinsiz, ateist cereyanlar hakim, bir buhran çağı çok açık net, dinin, mistisizmin merkezi figür teşkil etmediği bir zaman bu, Atatürk tayfunlarla, tsunamilerle örülü bir devirde dümende, ortasında kalarak kasırgayla birlikte hareket ediyoruz bir nevi, evet Jakoben laisizm siyasetini bende sorgularım ama devrin dünya konjonktüründen bağımsız değil, uluslararası ilişkiler sahasında bu atmosferden reel politik çizgide faydalandığımızda muhakkak
Bir örnek vereyim, Ayasofya'yı müze yapıyoruz, neden peki? Hıristiyan alemine saygı mı gösterdik, değil elbette, Montrö sürecinde Ortodoks alemini yanımıza çekiyoruz, Rusya ve Yunanistan boğazlar üzerinde egemenlik haklarımızı kazanmamızda desteklemekte bizi, işin ilginç yanı Montrö sözleşmesini imzaladıktan sonra aynı Atatürk Ayasofya'yı tapuya Camii Kebir statüsünde kaydettirmekte yeniden, bir örnek bu, bir doktrin adamı ya da filozof değil ki Atatürk, pragmatist bir şahsiyet, değerlendirmelerimizde bunları da gözetmeliyiz derim
Sonra hiç seçim yapmadı derken Cumhuriyet, demokrasi dünyanın neresinde bir günde tesis edildi? Fransa'da bugün beşinci Cumhuriyet yürürlükte, 1789'da bir kalemde Cumhuriyet, demokrasi mi geldi? İngiltere'de Cromwell tarafından kralın boynunun vurulması 1650'de, üç yüz elli yılı geçiyor bakın, demem şu ki her şey bir süreç meselesidir
Nihayet çok söz götürecek konulardır o ayrı Saygı ve selamlarımla.
Merhaba hocam Önemli noktaların altını çizdiğiniz şüphesiz, ben kendi hesabıma kalıp Atatürkçülüğe, Kemalizm'e taraftar değilim, hiçbir zaman olmadım da, elbette nesiller boyu empoze edilen hususlar insanı şu veya bu biçimde etkileyebilir, ben düzene, sisteme karşıyım demekle de içinde yoğrulduğumuz sistemin dışına çıkmış olmayız
Buna karşın öteden beri hiçbir partinin, "izm"in mensubu olmadığımı söyleyebilirim
İzm bağlamında aldığımda herhangi bir izm'in kavramın bizatihi kendisi olması mümkün görünmüyor bana, kavramın kendisi ayrı, nesiller boyu topaklanması ayrı, izm'ler eklendikleri kavrama bir nevi dinsel hüviyet kazandırırlar, formel dini kabul etmedikleri halde, kendilerini dinsel kılarlar, mutlak bir çerçeve çizerler ama formel dini de çimdiklemeyi, eleştirmeyi ihmal etmezler
Gerek modern ideolojiler gerekse onlara tepki olarak ortaya çıkan gelenekçi ideolojiler değişen düzeylerde seküler/dünyevi duruştan nasibini almakta bence, gelenekçi, İslamcı, Osmanlıcı yaklaşımlar Modernist, kapitalist, sosyalist, Kemalist, materyalist, pozitivist yaklaşımların tazyikiyle yan etki, komplikasyon özelliği gösterir
Hani derim ki kapitalizm sermaye demek olmadığı gibi, sosyalizm toplum, kamu demek olmadığı gibi, Kemalizm Mustafa Kemal, Atatürkçülük Atatürk demek değil, Osmanlıcılık Osmanlı, İslamcılık İslam demek değil, gelenekçilik geleneğin bizatihi kendisi anlamı vermez, bir şeyi izm kılmak açıktır ki onu objektif değerlendirme hudutlarını daraltıyor
İslamcı, gelenekçi, Osmanlıcı yaklaşımlar komplocudur, "öküz altında buzağı ararlar" hem Allah'ın sonsuz kudretine inanır, onun müsaadesi haricinde yaprak kıpırdamayacağını söyler hem de Siyonist, Mason mahfilleri son bir iki asırda ilahi takdirin üzerinde vurgularlar, niyet bu değil de tatbikat böyle hocam, mesela eski zamanları o denli komplocu ele almazlar, o çağlarda tıpkı tabiat kanunları misali tarihin yasalarına daha sadık kalırlar, ne var ki modern zamanlarda böyle bir komploculuk "kerameti kendinden menkul" misali hal almakta
Bizde bu komploculuğu tayin eden şişirilmiş bir "Gardrop Atatürkçülüğü" hali olduğu gibi İnkılap Tarihi derslerinin de nesilleri iğdiş ettiği kanaatindeyim
İnkılap Tarihi genel tarihten kopuk bir üst tarih formasyonu inşa etti, beyin yıkayıcı nitelik göstermekte bu, 1908-38 arası bir anlatım nesilleri inşa etti, bu formasyon birbirine zıt iki kesim inşa etti, biri Amerika'da Kennedy'nin öldürülmesini tarih zannetmek misali Osmanlı'nın son on on beş yılı ve erken Cumhuriyet'ten mürekkep bir tarih kültürü edindirdi bize, haliyle zıddıyla bu formatlama ardında çapanoğlu arayan determinist bir komplocu damar açtı, bu damara mensup düşünce insanları Osmanlı'yı İslam tarihini, Roma'yı, Sümerleri böyle okumuyorlar hemen hiç, son yüzyılı ele alırken ise nedensiz biçimde tarihin yasalarından uzaklaşıyorlar, bu halin Kemalist sistemle onun statükocu tutum ve davranışlarıyla malul olduğunu söylemek isterim
Kemalizm özünde belirli bir aydın, bürokrat, asker tabakanın statükocu, darbeci zartzurtlarından mürekkep aslında, temelde İnönücülüktür Kemalizm, Marxist ideolojinin sevmediği bir küçük burjuva köylü sosyalizmi anlayışı vardır hani, kentle köy arasında kasabayı yüceltir, kasabanın eczacı, doktor, mal müdürü, kaymakam, avukat, öğretmen gibi yarı aydın insanlarına öykünür, Kemal Tahir ve Attila İlhan Köy Enstitülerini dahi köylüyü kentte, Anadolu'yu Ankara'da görmek istemeyen bir küçük burjuva köylü sosyalizmi zihniyeti telakki ederler
Tek parti dönemi Ankara valisi Nevzat Tandoğan kendisine milliyetçi olduklarını söyleyen genç Osman Yüksel'e ulan öküz Anadolu'lu bilmez misin ki bu ülkeye milliyetçilik ya da komünizm'in gerekip gerekmediğine biz karar veririz diye hitap eder söz gelimi, bin dokuz yüz altmışlı yıllarda halkın Florya plajına hücum ettiği bir günün ertesi bir gazetemizin attığı başlık misali ya da, halk plajlara hücum etti, vatandaş rahatsız oldu söyleminde yatar Kemalizm gerçekte, dış siyaset alanında biraz üçüncü dünyacı sos döker ki aldatıcıdır
Nihayet hocam Konu girift, yaz yaz bitmez, ne ki her yaz kışa açılır, her kışta yaza, sorgulayalım ama olguların ışığında, kuru olay döküm değil, iç ve dış dinamikler, süreç, evveliyat, vs. Osmanlı'nın son devrinden Cumhuriyete süreçler, bin dokuz yüz yirmilerde otuzlarda dünya ne merkezde, beş yüzyıl, bin yıl önce neydik son birkaç asır ne olduk vesselam
1) Mustafa Kemal cumhuriyeti sıfırdan düşünüp kurmuş gibi lanse ediyor kemalistler. Yanlış bir telakkidir. Osmanlı zaten meşrutiyet sistemine geçmişti. Meclis sistemini kurmuştu. (Bugün İngiltere'de varolan hanedanlı parlamenter sistem gibi.) Ankara'da kurulan ilk meclis büyük ölçüde İstanbul'dan gelen vekillerle kurulmuştur. Sonra Mustafa Kemal onları lağvedip kendisinin tabiriyle 'kız gibi' bir meclis kurdu. Vekillerin tamamına yakınını kendisi belirledi. Böyle bir sistem sadece diktatörlüklerde bulunur. Buna cumhuriyet denmez.
2) Ayasofya'yı Mustafa Kemal büyük ölçüde Amerikalılar için müzeye çevirdi. Mustafa Armağan'ın sürece dair yaptığı çalışmalar bunu açıklıkla ortaya koyuyor. Süreç Amerika'daki bir vakıfla beraber yürütülüyor zaten.
3) Mustafa Kemal'in pozisyonu da biraz abartılıyor. Mustafa Kemal yine Abdülhamid Han'ın kurduğu harbiyelerde yetişmiş subaylardan bir subaydı. Eğer Kazım Karabekir Paşa ona arka çıkmasa daha yolun başında işi bitmişti. (Bunu Kazım Karabekir Paşa 'Paşaların Kavgası' ismiyle yayınlanmış hatıratında anlatıyor.) Yetkiyi isterse paylaşabilirdi. Hayır. Sistemli bir şekilde yetkiyi kendisinde toplamayı seçti. Konuya dair kitap tavsiyeleri yapabilirim.
4) Osmanlı Padişahlarının Batılılaşma temayülleri gösterdikleri doğrudur. Ama bunun alanı çok kısıtlıdır. Bir kere halka kesinlikle dayatmamışlardır. Mustafa Kemal'se bilakis halka dayatarak, zorlayarak, gerekirse Dersim'de, Diyarbakır'da tekrarlandığı şekilde, bombalayarak değiştirmeyi seçmiştir. Şapka kanunu için adam asılmıştır mesela. İnanmak zor ama. Said Alpsoy Hoca'nın youtube kanalı bu açıdan faydalı bir bilgi kaynağı...
5) Mustafa Kemal hakkındaki farklı düşüncelerimiz bence Orwell'ın 1984'ünün içinde yaşamayı seçip seçmemekle ilgili. Sistemin anlatısını yutarsanız Big Brother her zaman doğruyu söyler. Ama 2x2=4'tür demeyi seçerseniz bambaşka bir Mustafa Kemal profiliyle karşılaşabilirsiniz.
Teşekkürler üstadım. Eskilerin deyimiyle dört dörtlük değerlendirmişsiniz. Kutlarım. Şiirlerimi burada ve antoloji.com'da, makalelerimi turklider.org gibi ortamlarda yayınlıyordum. edebiyat defterinin makalelerde bu denli etkinliği yeni öğrendim. Eleştiriler ve katkılar için ilgilenenlere teşekkürler.
önce ahlak sonra din ,ahlaksız dindarlar şeytanın dünyada vucut bulmuş halidir...tarihi mısırlı soysuzundan öğrenenlere tavsiyem nutuk ve elmalılı hamdi yazırın kuranın Türkçe meali ni okuyun...memleket soysuz hain dolu...
Ben Nutuk'u orijinal metninden anlayacak kadar Osmanlıca bilgisine sahibim. Ama siz o metni sadeleştirilmeden okuyamazsınız. Hakeza, Elmalılı Hamdi Yazır merhumun sadeleştirilmemiş metnini de siz okuyamazsınız. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni orijinal metninden okuyup anlayabildiğiniz konusunda bile şüpheliyim. Haliniz buyken bir de böyle artistlikler olmuyor. :)
Bence Atatürk'ü artık arkada bırakmamız lazım. O da, tıpkı çağdaşları Hitler, Stalin vs. gibi diktatörler döneminde yaşamış birisidir. Diğer milletler diktatörlerini geride bıraktılar. Biz bırakamıyoruz. Esas sorun burada. Mesela: Demokrasiyi hiçbir zaman istememiştir. Çok partili sistemi hiçbir zaman istememiştir. Hayatında hiç seçim yaptırmamıştır. Zorla insanların kılık kıyafetlerini değiştirmiştir. Alfabeyi değiştirmiştir. Bunları referandumla falan yapmamıştır. Zorla yapmıştır. Bunlar demokratik liderlerin özellikleri değildir, vesselam.
1) Padişah olamazdı. Soy olarak Âl-i Osman'dan gelmiyordu. Ama Âl-i Osman'ı ülkeden sürdükten sonra ülkeyi hiçbir Osmanlı padişahının hayal edemeyeceği kadar otoriter bir tek adamlıkla yönetti. Cumhuriyeti sadece isim olarak kullandı. Gerçekte rejimi kendisinin sorgulanmaz liderliği üzerine kuruluydu. Mussolini İtalya'da neyse, Hitler Almanya'da neyse, Stalin Rusya'da neyse, Mustafa Kemal de Türkiye'de oydu. O oldu.
2) Terakkiperver Fırkayı kurduran o değildi. Ama kapattıran oydu. Hatta yönetimindeki eski silah arkadaşlarını idamla yargılattı. Gücü yetse idam ettirecekti. Serbest Fırka ise sadece bir oyundu. Onun da halktan çok ilgi gördüğünü farkedince onu da kapattırdı. Hiçbiriyle seçim mücadelesine girişmedi.
3) Bu imanla ilgili bir mesele. Müslümansanız, İslam'ın ezeli-ebedi, zamanlarüstü bir Allah tarafından vahyedildiğine inanırsınız, o anlamda 1400 yıl önce diye değil zamanlarüstünden geldiği için o dinle amel edersiniz. Müslüman değilseniz zaten zorlayacak bir durum yok. Bence de Mustafa Kemal müslüman değildi. Murat Bardakçı da bunu söylüyor zaten. O konuda hemfikirim.
4) Türk dilini okumaya uygun alfabe 'Latin alfabesi' nasıl olabildi? Halbuki Türkler bir Ortaasya kavmi. Ve bin yıldır da müslümanlar. Dolayısıyla dilleri hem Arapçadan hem Farsçadan bir hayli kelime zaten almış durumda. Ortaasya da dahi durum böyle. Nasıl oldu da zaten müslüman alfabesi olan Arap alfabesi, doğrusu o alfabeye Osmanlıcada ilaveler de yapılmıştır, yani daha zenginleştirilmiştir, kullanılamaz sayıldı da, örfümüzle-tarihimizle-dinimizle hiç ilgisi olmayan Latin alfabesi bizim alfabemiz olabildi? Bunlar enteresan sorulardır. Cevabında Türkiye'nin başına aslında ne geldiği ortaya çıkar.
SORU+YORUM iLGİNİZE TEŞEKKÜRLER. 1. Demokrasiyi hiçbir zaman istememişse, padişah olabilecekken Cumhuriyei kim kurmuştur? 2. Çok partili sistemi istememişse, TERAKKİPERVER FIRKA 1938'den sonra mı kurulmuştur? 3. Allah herkesin yaşadığı devri değil de 1400 yıl öncesini, yaşamasını niçin emretmiş olsun ki? Bugünün kıyafeti, çağdaş kıyafet değil midir? 4. Arap alfabesi Türk dilini okuyup yazmaya uygun olmadığı için Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan gibi Türk ülkeleri Arap alfabesi yerine latin alfabesini tercih etmiyorlar mı?
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.