1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
254
Okunma

Dağların yamacında bir köy vardı, toprağı kızıla çalan, göğü yıldızlarla süslenmiş. Bu köyde insanlar, sabahın seherinde uyanır, tarlaya gider, akşam ezanında sofraya otururdu.
Ama bir vakit geldi ki, köyün üstüne bir gölge düştü. Dağlardan barut kokusu, derelerden kan kokusu yükseldi. İnsanlar, bir bilinmeyene döndü.Savaş, bir yılan gibi süzüldü köye, sessiz, sinsi, zehirli.
Köyün en yaşlısı, Hacı dede, ulu bir çınar gibi dimdik dururdu meydanda. Yüzü, yılların ve acıların haritası; gözleri, evrenin sırrını saklar gibi derin. Bir akşam, köyün çocukları etrafına toplandı. “Dede,” dedi en küçükleri, gözleri pırıl pırıl, “neden insanlar birbirini öldürüyor? Neden barış olmuyor?”
Hacı dede, elindeki tespihi usulca çevirdi, gözlerini ufka dikti. “Evlat,” dedi, sesi toprağın fısıltısı gibi, “insan, kendi ömrünün bir avuç olduğunu unutuyor. Yetmiş yıl, seksen yıl… Bir çiçeğin ömründen farksız. Ama hırs, gözünü kör ediyor; öfke, yüreğini taş. Toprak, ‘Bana kan değil, sevgi ver,’ diye yalvarıyor, ama insan, sağır.”
Çocuklardan biri, elinde bir papatya, “Peki, dede, savaş niye bitmiyor?” diye sordu.
Hacı dede, papatyayı aldı, kokladı. “Savaş,” dedi, “bir bataklık. Bir kere girdin mi, çeker seni. İnsan, ‘Ben haklıyım, benim toprağım, benim şanım,’ der. Ama ne zalim ne mazlum, ne genç ne yaşlı kurtulur. Hepsi, bir gün anıya döner, toza karışır. Evren bakar bize, yıldızlar bakar, ‘Bu ne boş iş?’ der.
Ama insan, evrenin sesini duymaz.”
Çocuklar, sessizce dinledi. Hacı dede, devam etti: “Bakın şu papatyaya. Bir gün yaşar, ama güzelliği dağları inletir.
Barış, bu papatya gibidir. Sade, narin, ama güçlü. Bir muhabbet kuşunun ötüşü, bir dostun gülüşü, bir tas çorba paylaşmak… Bunlar, savaşın gürültüsünden bin kat kıymetli. Ama insan, küçük mutlulukları hor görür, büyük hırslara tapar.”
Bir başka çocuk, “Peki, nasıl duracak bu savaşlar?” diye sordu, sesi titrek.
Hacı dede, çocuğun gözlerine baktı. “Evlat, her insan, kendi yüreğinin önünü süpürmeli. Öfkeyi, kini, hıncı atmalı. ‘Ben ne ektim bu dünyaya?’ diye sormalı. Bir incir çekirdeği kadar sebep için kan döken, ipin üstünden düşer, vahşet olur. Ama bir an durup, ‘Bu savaş neye değer?’ diye düşünen, o ipte usulca yürür, barışa varır.”
Gece çöktü köye. Çocuklar, Hacı dede’nin sözlerini yüreklerine kazıdı. Ama sabah, dağlardan bir ses geldi: silah sesleri, çığlıklar. Köy, yine kana bulandı. Hacı dede, meydanda durdu, elinde papatya, gözlerinde yaş. “Toprak,” dedi, “yeter, yalvarırım, yeter.”
O gün, köyün çocuklarından biri, papatyayı aldı, dağa yürüdü. Silahların gölgesinde, papatyayı bir kayanın üstüne koydu. “Bu, barış için,” dedi, sesi cılız ama kararlı. Ve o an, bir kuş öttü, bir bulut geçti, yıldızlar göz kırptı. Savaş, bir an sustu.
Ama bil, ey yolcu, bu köy hâlâ kan kokuyor. İnsan, hâlâ unutuyor. Savaş, bir bataklık, barış, bir papatya. Ama her sabah, bir çocuk uyanır, bir çiçek koklar, bir soru sorar: “Neden?” Ve o soru, dağlarda, derelerde, evrende yankılanır. Belki bir gün, hepimiz o soruya cevap oluruz. Belki bir gün, toprak, yalnızca sevgiyle yeşerir.
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (1)