4
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
386
Okunma
Az çekmedim şu dilden
Bizim köyde okul yoktu o zamanlar. Dört dağın arasına sıkışmış bir düzlük dar bir boğazdan Tuzluca’ya doğru Taşköprü’den geçilirdi. O düzlüğün içinde altı köy altısında da okul yoktu. Rahmetli babam bizi o Taşköprü denile beş evlik köyün çaprazında kümelenmiş Acem köylerine okula verirdi. Verirdi dediğim bir aile ile anlaşılır yiyecek içecek ne varsa bırakılır okul biten kadar o evde kalırdık. Babam bilge adamdı illa okuyacaksınız der başka bir şey demezdi. bize harfleri rakamları öğretirdi. Harfi rakamı bilirdik de, konuşmayı bilmezdik.
Tuzluca’nın Değirmendere köyünde Kirvemiz Ferhat (onlar Acem, dediklerine göre ta sultan Yavuz, Şah İsmail’den kalmalar), konuşmaları da günün Türkçesinden fraklıydı, kendilerince lehçe oluşturmuşlar. Aklımda kalan her cümlenin başında eye diye başlamaları en çok da hara kelimesini kullanmaları, Birinci ve ikinci sınıfı Ferhat beylerde okudum. Acem hatunlar çocuklar beni çok severlerdi. Kro kro diye mıncıklayıp dururlardı, dokuz on yaşlarındaydım. Aslında bana kro demelerinden utanırdım sanki ayıp bir şeymiş gibi, halbuki ana dilimde erkek demekti.
İkinci sınıfı bitirmiştim. Babam beni seneye Iğdır’ın Halfeli köyünde Amcam Musa’nın yanında okula vermeye karar vermiş. Kış orada okuyacakmışım, yazında kuzuya gidecekmişim orada, onlar yazın Ağrı’nın yükseğine yaylaya çıkarlar, oradan da Mergemir yaylalarına geçerler. Ağrı’dan kalkıp Tuzlaca’yı geçip Rus sınırına yakın yaylar ki; Bizim köyden öte köy yok üç dört şehrin sığacağı kadar yerler, dağ bayır boydan boya boş ve yayladır.
Halfeli’de üçüncü sınıfa başladım. Bende dil bilgisi Türkçe sıfır ama matematik müthiş, beş sınıfı da tek hoca okutuyor. Dördüncü beşinci sınıfın çözemediği problemleri hoca beni çağırıp çözdürüyor nispet olsun diye, hocalar beni o sene beşinci sınıf diplomasıyla mezun ettiler. O zaman oluyormuş demek ki, yada babamla ilgilide olabilir. sözde yaşım büyükmüş çok geri kalmışım okula her neyse hikayemiz dönelim.
Diplomayı aldım. Büyük kardeşlerimden üçü Ankara’da hem çalışıyor hem okuyorlar, babam zaten planını yapmış, derdi bir an önce beni göndermekmiş. Kardeşlerinin yanında okursun deyip duruyordu.
Ankara’da gözümü açtım okul da bu gün yarın başlayacak. Hazırlıklarımda tamam, Bani Ankara’da ki Anafartalar Orta Okuluna kayıt etmişler. Ulucanlarda ahşap eski Ankara evlerinde oturuyor kardeşlerim en yakın okulda burası, çok sevinçliyim bir tek sıkıntım var, konuşmamı daha düzeltmedim bozuk ve kaba bir Türkçeyle konuşuyorum. Bizim kardeşler bülbül kesilmişler onlar uzun zamandır buradalar.
Okula başladım derslerle ilgili sıkıntım yok, ama iletişim kuramıyorum. Ezber dersleri su gibi kitaptan okur gibi okuyorum. Anlatımda betbat kırılıyor. Nasıl olduysa bir gün rakamlar sayarken sıra bende, işte şimdi yandım. Sayıyorum sayıyorum yirmide herkes gülüyor, yirmi diyemiyorum. Yermi diyorum devam ediyorum, yermi bir yermi iki, hoca bu işe son verdi. Çocukları azarladı.
Asıl dert o günden sonra başladı, hoş çocuklar kullanamadığım bir çok kelimeyle bana takılırlardı ama bu başka oldu. Metin diye bir çocuk var kulakları çınlasın, Okulun bahçesinin duvarlarında saklanıyor. Ben geçince yada beni görünce başlıyor yüksek sesle YERMİ YERMİ YERMİ deli oluyorum kovalıyorum yakalayamıyorum. Hırsımdan hüngür hüngür ağlıyorum. Necla öğretmenin kulağına gitmiş. Metini çağırmış azarlamış, çocukluk vaz geçer mi onun eğlencesi, Hoca beni arada bir çağırıp yanını oturtup yavaş sesle yirmi diye tekrarlattı durdu. Ellerinden öperim hocam.
HERKESİN ANA DİLİ ANA SÜTÜ GİBİ HELALDIR, ben o leçeyi bu lehçeyi şu dili öğreneyim derken ana dilimi unuttum. Şimdi Kürtçe konuşunca bana gülüyorlar.
Artık İstanbul bey efendisinden daha kibar daha düzgün Türkçe konuşuyorum.
Şu dilden ne çektim be kardeşim.
Coşkûnî
5.0
100% (5)