1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
440
Okunma

Küçük bir Anadolu kasabasında, terkedilmiş bir konak vardı. Çocuklar oradan geçerken sessizce yürür, yaşlılar ise akşam ezanından sonra o sokağa uğramazdı. Çünkü herkesin dilinde aynı hikâye vardı: O konakta bir hayalet yaşardı.
Hayaletin adı yoktu ama insanlar ona “Ah eden ruh” derdi. Rivayete göre, yıllar önce o konakta genç bir kız yaşarmış. İsmi Nuriye’ymiş. Çok iyi yürekliymiş ama iftiraya uğrayıp haksız yere konağa kilitlenmiş, orada hayatını kaybetmiş. O günden sonra konaktan fısıltılar, ağlamalar, gece yarısı yankılanan ayak sesleri eksik olmamış.
Ama bir gün, kasabaya 10 yaşında bir çocuk taşındı: Yağız.
Yağız’ın kalbi hem temizdi hem cesur. Dedesi ona hep şöyle derdi:
“Karanlıktan korkma evlat, Allah’ı anarsan hiçbir şey sana dokunamaz.”
Yağız, konakla ilgili hikâyeleri duyunca korkmadı. Aksine, o hayalete yardım etmek istedi. Bir akşam elinde feneriyle konağın önüne gitti. Kapı gıcırdayarak açıldı. Soğuk bir rüzgâr esti. İçeri girdi.
Üst kata çıktığında eski bir ayna karşısında durdu. Aynada kendi yansımasının arkasında, solgun yüzlü bir genç kız belirdi. Korkmadı. Derin bir nefes aldı ve sadece içinden bildiği bir duayı okumaya başladı:
“Allah’ım, yalnız kalanlara merhamet et. Ah çekenlere huzur ver. Eğer bu ruhun hakkı yendiyse, sen adaletinle onu rahatlat.”
O an, odadaki hava değişti. Aynadaki yansıma yavaşça silinmeye başladı. Hayaletin gözlerinden bir damla yaş süzüldü ve rüzgârla birlikte yok oldu.
Yağız ertesi sabah konağın önüne geldiğinde, kapının üstüne şu cümle yazılmıştı:
“Teşekkür ederim. Artık özgürüm.”
O günden sonra konakta ne bir fısıltı duyuldu ne de bir gölge görüldü. Yağız’ın duası, yıllarca huzur bulamayan bir ruhu rahatlatmıştı.
5.0
100% (4)