0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
250
Okunma

"YIKILIŞ" Erdinç OZAN
Sevgili dostum Erdinç Ozan’ın, emek yoğun bir çalışma neticesinde "İzan yayıncılıktan" çıkarmış olduğu "YIKILIŞ" adlı roman, nihayet bugün elime geçti!
Eseri kuryeden alır almaz, sevgili dostumu telefonla arayıp, bu Nezih jestinden dolayı kendisine teşekkür ettim.
Kısa bir hal hatır sorma faslı sonrasında; kitabının elime ulaştığını, ama okumadan olumlu ya da olumsuz yönde herhangi bir eleştiri yapamayacağımı vurguladım.
Sevgili dostum, her zamanki mütevazı tavrıyla gülümsedi ve muhtemelen olması gereken tam da budur diyerek, onayladı.
Telefonu kapattıktan sonra, her eseri okumada heyecanlanıp ertelemediğim gibi, sevgili dostumun bana göndermiş olduğu eseri, kargo şirketinin ambalajından çıkardıktan sonra, büyük bir özenle başka bir ambalaja sarılı olduğunu gördüm.
Bu sevgili dostumun bana yaptığı bir Matruşka esprisi diye düşündüm.
Nihayet ambalajı açtığımda, adeta ülkemin milli ve manevi değerlerinin yıkılıp yok edildiğini mi anlatıyor? Esprili, hicivsel bir dil ve düşünceyle, ülke gerçeklerini anlatan bir eser mi "YIKILIŞ" diye düşündüm.
Ne var ki dediğim gibi dayanamayarak, önce, Aysel KARAATLI’nın yazdığı arka kapak yazısını, ardından, sevgili dostumun, okuyucuya yönelik hatırlatma notu, "Birkaç söz" başlıklı ilk sayfayı okudum. 7. Sayfayı okumaya başladığımda, bir an oturduğum yerden kalkıp, gaz kaçağı var mı diye, mutfaktaki ocağı kontrol etme gereği duydum. Ve bunu gerçekten de yaptım.
14 mayıs genel seçimlerinde sandıkta görev almam sebebiyle kitabın yarıda kalmasını istemedim.
Nihayet yorgun geçen bir pazar sonrası haftaya yeni bir başlangıç ve yeni umutlarla uyanacağım derken, ben başucunda duran, Erdinç Ozan’ın "YIKILIŞ" adlı güzel eseriyle uyandım.
Tanrının lütfu olan, fotoğrafik hafıza dediğimiz; hızlı okuma tekniğiyle, nihayet eserde adı geçen, A, B,C,D ve E adalarına yolculuğa çıkmaya hazırlanmak için kahvaltımı yapıp, valizlerimi toparladım, bir an bu minik adalarda neler yaşanıyor, hangi siyasi kriz yaşanıp, hangi aşklar katlediliyor görmek istedim ve eseri de alarak, kendimi Maltepe sahiline attım.
Gün boyu burada, Maltepe sahilinde eseri okuyacak ve satır aralarını irdeleyecektim! Öyle de yaptım. Aldığım minik notlarla akşam eve dönecek, klavyenin tuşlarına dokunarak fikrimi açık edeceğim.
Yazar, ütopik adalardan oluşan ülkeciklerde, sosyolojik dokunuşlarla bir adada bir diğerine seyehat ederken, bir zamanlar başrolünü oynadığım, "HASTA ADAM" adlı kısa filmin cekimleri aklıma geldi. Aman Allahım. Aklın yolu birdir dedikleri tam da bu olsa gerek. Adına aşk da desek, yaşanan aşklarda catışmanın, hüznün rengi, gözyaşı gibi aynı olabiliyormuş.
İnsan kendi içinde olan Tanrıyı başka bir yerde arayabilir mi? Ya da, onu bulabilmek için, bu arayış doğru bir yöntem midir?
İnançsızlığa düşen birilerinin sığınacağı bir din, bir liman arayışının reel yaşamda herkesin arayışı ile bire bir örtüştüğü izlenimini yaratıyordu bende.
Yazar, belki de farkında olmadan, çağdaş bir yaşamda, Tanrının yerinin bağnaz bir yaşam tarzıyla toteme, yani batıni bir din arayışına bıraktığının sorgusunu yapıyordu! Ki günümüzde dini ritüeller ve dini söylemlerin, Tanrı inancı, ve onun olduğu dinlerin de gerçek anlamda görevlerini ifa etmedikleri, edemedikleri vurgusu, gözden kaçmıyordu.
Yazar belki bilinç altı bir düşünceyle, belki de öz bilinçle, bilim ile dini kıyaslıyordu.
Ya da, benim düşündüğüm gibi; bilimsiz bir dinin işe yaramayacağı, ama buna karsın, dinsiz bir bilimin ayakta kalabileceği düşüncesini pekiştirmeye çalışıyordu.
Eser, örtük imgelerle, günümüzdeki ikili ilişkilerin ve iletişimin kısırdöngülü, sancılı olduğunu da öğretici bir dille anlatıyordu. Özellikle de ikili ilişkilerde, bireyler geleceğe dair hayaller kurup, geleceği birlikte inşa etmeleri gerekirken, geçmişe takılı kalmanın mutluluk adına bir yarar sağlamayacağı görüşünü arı bir dille ifade ediyordu!
Eyvah eyvah, eserde Hayri sayılır bir noktaya geldiğinde, adalar arasında seyehat ederken sosyolojik yaşamın güzelliklerinden sıyrılıp bir anda adalar arası bir savaş çıkacağı kaygısı sardı beni. Neyse ki savaşı durdurmanın da yolunu göstermişti yazar "müzakere, yani iletişim. Sevgi ve sıkı sıkıya sarılmak."
Neyse ki kendi kendimi teselli ederek adalar seyehatime savaştan uzak, barış ortamında devam edebileceğim.
Evet eserde, kendimi yine bir üniversitenin konferans salonundaymışım gibi hissettirdi. Güzel olan ise, eserin bir türlü bilimden ve bilimin ışığından vazgecmeyişi etkisiyle, görsel sanatlara düşkünlüğümü anlamış olacak ki, az da olsa, bir resim sergisine gideceğim hissini yarattı. Özellikle de, sanatçıların, geleceği öngören birer "Yalvaç" olduğu vurgusunu bayıldım. Çünkü ben de yazdığıım birçok ütopik şiirlerin, bir zaman sonra bire bir gerçekleştiğine şahit olmuşumdur!
Ve her zaman güncelliğini koruyan bir vecizenin güçlü vurgusu; ikili ilişkilerde, "din ve siyasetin konuşulmasının yanı sıra, önyargıların da ikili ilişkilere zarar verdiği!"
Bir an adalar arası seyehatten geri dönemeyeceğim diye düşünürken, bir anda kendimi dünyanın en güzel adasının kalbinde, yani Kapadokya’da buldum. Ne var ki, bu güzellikler içerisinde, 7 yedi rakamının gizemi nedir? Neden yedi? diye düşünürken, eserin özünü ihtiva eden adalar mecazen 7 kıtayı mı temsil ediyor diye? düşündüm. Ne var ki bunun semavi bir boyutu olduğu, Kâbe’nin tavaf edilirken bile 7 yedi kez tur atılması noktasına getirilmesi, doğrusunu isterseniz, bilimselliğe uzak bir yaklaşım olduğunu gördüm. Ve tabii ki Darwin’in evrim sürecinden, dinlerin, kendilerine özgü ritüellerini işlerken, 7 yedi rakamının gizemini, bir kez daha sorgulamaya açıyor!
Şükürler olsun ki, her ne kadar benim gibi sıradan bir şairi dile getirmeye de, başka bir düşten uyanıp tekrar sanatın edebiyatın içine çekiyor. Ne var ki yazar 7 yedi gizeminden sıyrılmamış olacak ki, İran eski coğrafyasındaki Zerdüşt-i bir felsefeyle, Çağdaş Fransız entellektüeli gibi, sanatın içine girmiş. İngiliz lordu gibi, resim sergilerini dolaşıyor. Ve tabii ki, tam da sanatın, edebiyatın odakda olduğu, klasik türk erkeğinin, kıskançlık krizi vurgusu, eseri okurken, adeta tebessüm ettiriyor.
Eyvah eyvah. Ben; şair ve yazarların, hatta sanatla uğraşanların birer yalvaç olduğunu hep savunmuşum. Tam da bu noktada; yazarımız, C adasında yıkıma sebep olan depremi işlerken, acaba ülkemizde yaşanacak olan K. Maraş merkezli depreme mi atıfta bulundu diye insana kendini sorgulatıyor.
Eserin sonuna yaklaştıkça, benim de içimi burkan bir konu; (geç kalmadan) neler yaşandığını anlatma yerine, sevdiklerinize ve seçmenlerinize geç kalmayın vurgusu, gözlerimi yaşartmaya yetmişti. Sadece bu mu? Hiçbir kimseden kırgın ayrılmayın, kırgın vedalaşmayın. Ama en güzeli de, nereye giderseniz gidin, ruhunuzda sanat aşkı var ise, sizin nereye gittiğinizin önemi yoktur. Sanatınız, eserleriniz arkanızdan gelir. İster fiilen kargo aracılığıyla, ister ise, güzel bir takdir ile! Ve bireyin yüreğinde resmettiği sevdiğini yüceltirken ne çok kutsadığıydı!
Sonuç; harflerle adlandırılan adalar, aslında dünya dediğimiz coğrafyayı betimlemektedir!
İnsanların Tanrı artışını, kendi içlerinde yapmaları!
İnsanı yüceltirken Tanrıyı yüceltmeyi!
Askı sevgiyi
savaşların, kaos ve kargaşanın Tanrı ve cennet arayışına ters düştüğünü!
Tanrı arayışında cevap bulamayınca boşluğa düşmesi ve toteme yönelişi!
Sanatın, edebiyatın olumsuz oluşu ve sanatçıların birer Yalvaç oluşu!
En önemlisi de dünyanın kurtuluşunun iletişim, sevgi ve sarılmada olduğunu anlatan güzel bir başucu eseri!
Ve bana maliyeti 9 Dokuz saat boyunca elimden düşürmeden bir taraftan okuyup ve nihayetinde bu yazıyı kaleme almış olmam!
Erdinç’e maliyeti ise, iki kadeh rakı borçlu olması!
Başarılar diliyorum kardeşim!
Efkan ÖTGÜN