0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
297
Okunma
Kimseye eremedim kendimden başka. Edebiyatımı da dine ve tarihe linç ettirdim. Öyle görmüş ve duymuştum. Öncelikle gördüklerimi gördürenlerin ve duyduklarımı duyduranların bakış açısıyla değerlendirdim ve hak vermiştim. Din diyanet cami içinden bir sesti belki zihnime dokunan, bir ibadet edenin sözü ve hareketi… Bizimkiler temizdi. Bu yüzden dini diyaneti hep temiz belledik. Temizden maksat; dedikodudan uzak dur, kuranını oku, ibadetini ve duanı et. Evimizde kitaplık yoktu, olanlar da hep diniydi. Genelde İlmihal ve Mektubat tarzı, diyanet takvimleri ise birer ansiklopedi gibiydi, Türklük üzerine de bir kitap hatırlarım, Altın Kitaptı galiba ismi, uzun saçlı, kalın pozulu elinde mızrak ve yanında kurt olan bir alp ve Asyadan Anadolu’ya gelişin bol bol hikâyeleri ve hikâyelerden doğan hayalleri. Atatürk ve Cumhuriyeti; bayrakla özdeşleştirmiştik.. Yine duyumlar vardı kulağımızda; İkinci Dünya Savaşında, Naziler Balkanlardan Türk Sınırına dayanınca, burada duralım, ötesi Türk gibi… Veya Birinci Dünya Savaşı sonrası Atatürk’ün sözlerinden aktarıldığını bana düşündüren; Bağdatı Şamı almak Atatürk için çocuk oyuncağıdır gibi..Yine Hz Ali’ye atıfla, aklımda kaldığınca; ahir zamanda 10 metre kare topraktan 10 aile doyacak tarzı ifadeler… Hz Muhammed’e yapılan atıfların zaten haddi hesabı yoktu. Yani inandırılmıştık alemlerin Muhammedin yüzü suyu hürmetine yaratıldığına bir şekilde… Düşün ki koca dünyayı geç, yıldızlar alemi bile bir peygamberin hatırına yaratılmıştı, düşün düşünebildiğin kadar, tefekkür et ayetleri gibi…
Benim çevremin kadını başörtülüydü, sonradan adı türban oldu. Ben bile eşimin mutlaka örtülü olmasının planını yapmıştım, muhafazakar basından ceylan gibi nur yüzlü hatunların türbanlı, kapalı resimleriydi eş seçimimizi etkileyen.. Öyle yazardı bir çok dini yazıda (ister ayet ister hadis ne derseniz deyin) kadının bir saç telini bile göstermesi cehenneme girmesine yeterdi gibi bilinç altında bizim muhafazakar camianın.
Benim çevremde öyle ahım şahım zenginler olmadı hiç. Zenginliğin ne demek olduğunu anlamamız için yaşımızın 40 ı devirmesi gerekti. Bizler için bir ev bir binek üç beş tarla bağ bahçe kafiydi.. İşçilik ve rençberlikmiş bizlerin kökeni. Babalarımız şirketlerde çalışmış uzun yıllar. Babalarımız elmasında armudunda arpasında buğdayında … Az çok tahmin edildiği gibi; yazın yayla, kışın köy yaşamı işte…
Kimi edebiyat kitaplarında Karacoğlanın pınar başında elinde sazı görülürdü. Galiba bir platonik aşkım lisede, yıldırım aşkım üni’de, dini aşkım da 25 yaşlarımda karşıma çıkmıştı.
Her neyse ne, kimse kim;
Lakin çok pis bir dünya varmış gerçekte.. İslamcısından, Türkçüsüne, Atatürkçüsünden, Turancısına, Doğucusundan Batıcısına kadar çok pis bir dünya imiş yaşadığımız…
Her konuda yalanlarla, masallarla, şakşakçılıkla, tarafgirlikle edebiyat öğrenmişiz galiba…
Bizlerin karşısına, padişah, alim, arif, halife, lider, reis vb vs çıkarılan herkesin eksiği olduğunu, yanlışı olduğunu da neler neler yaşadıktan, okuduktan ve seyrettikten sonra öğrendik belki de..
Daha doğrusu ben kendimi 35 lerimden sonra tanımaya ve tartmaya başladım. Oysa 15 yaşımda tanımayı ve tartmayı başarabilseydim keşke..
Eskiden Arapça bir kağıt parçası bile kutsaldı, yerden almamızı içimizden bir ses emrederdi, istemsizce o sese uyardık. Oysa şimdi Tevrat İncil ve Kuranın insan yazması olduğunu vahiy olmadığını öğrendim.
Eskiden Kadının namusu saçıydı giyimiydi, şimdi ise eşime diyorum, Tanrı Kadının kılıyla tüyüyle uğraşacak kadar küçük olamaz, o yüzden istersen başörtüsü ve türban benim için artık şart değil. Lakin sen nasıl huzur buluyorsan başımın üzerinde yerin, gönlümün derininde sarayın daimdir.
Eskiden Devlet; kutsaldı, hüküm sahibiydi, lakin şimdi zenginlerin elinde oyuncak, fakirlerin tepesinde kılıç nazarımızda. Kanun; kişiden kişiye değişip yorumlanan bir literatürden ibaret. Güç; kanundur, para; devlettir. Hukuk; tarih boyunca hiçbir dönemde olmamış zaten.
Şaka gibi bir hayattı sanki yaşadığım. Düşündükçe, ya hu gerçekten ben bunları mı yaşadım, bunları şunları mı düşünmüştüm ve inanmıştım gibi bolca hayıflanma devrine girdik gibi…
Ne Akifler ne Fikretler, Ne Necipler ne Nazımlar, ne Atsızlar ne Yunuslar çağımıza aitmiş. Peygamberler zaten başka devrin insanı ve siyasi inancı. Liderler kim? Akıllı, ön görü sahibi mi? Yapay Zekayı biraz sentezle işte en büyük lider gibi…
Lakin Türklüğün; ortalama bilinen 5 bin yıllık tarihinde, yolculuğundaki çağbaşları, öncüleridir bizi bugüne getiren. Lakin eskiden devamlı derler ya, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur gibi, onun da Türk’ün Türk’e derdi diğer hepsinden fazladırı da varken; en sonuncusu da Atatürk. O da kültürel bir yetişmeden sonra Askeri Mekteplerde ve işlerde dünyayı hatmetmiş. Türk için çağın kapısını açıvermiş.
Atatürk’ü kendiniz öğrenin gençler. El verir veya kader denilen, karma denilen veya Tanrı denilen muamma sizden de bir Atatürk yoğurup çıkarır karşımıza.
Günümüzde ne Hint’in Çin’in Arab’ın dinine, inancına veya kültürüne ihtiyacımız var ne de Batı denilenin ilmine, tekniğine, yasasına, birliğine…
Son vatanımızı dünyanın bu çağında İsviçre’den daha öte bir hale getirebiliriz. Çünkü Mete’den Selçuk ve Tuğrul’a, Osman ve Orhan’dan Atatürk’e kadar hep bize bunu öğretmişler, göstermişler aslında.
Sevgili Nesildaşlar ve Nesilötemiz; el öpmeyin, tapmayın ve hazır ola geçmeyin. Lakin sarılın birbirinize kardeş gibi, eskilerin din devlet ve vatan için yaptıkları hataları sizler yapmayın. Koltuk için kardeş katletmeyin, din için insanları bölmeyin, vatan için de bana 10 ele 1 olsun demeyin.
Günümüzde mesela; bir sanayide çalışan bir kalfamız, Cumhurbaşkanından hakkını gerçek hakimlerin önünde alabilir ise; liderlerin aldığı yanlış kararların hesabını gördürebilir ve ödetebilirse; belki tarih boyunca, yani ortalama son döngüden 12 bin yıllık zaman akışında ilk defa Hukuğun nefesini ciğerlerimize çekebiliriz.
Lakin bunun için de ne kelleler verildi zamanın bağrında. Lakin günümüzde de insanın pek bir değeri kalmadı, robotik teknolojiler meteor gibi kültürümüzün, günlük yaşantımızın içine düştü. Meydan toz duman…
Hani hep derler ya; bir şey ters gitmeye başladığında hep ters gider artık, kelek atar hayat aydan aya, yıldan yıla… Lakin sizler deyiniz ki; bir şeyler doğru gitmeye başladığında artık her şey dosdoğru..
İnsanlığın kapısına, Türklüğün Kapısına eğri odun yakışır mı?
Eskiden büyüklerden medet beklerdi tarih, zaman, kültür, inanç, devlet, vatan; lakin artık kardeşlerimizden küçüklerimizden medet bekliyoruz her konuda. Onların cesaretine, civanmertliğine, dürüstlüğüne, öngörüsüne, insanlığına ve aşkına aç bir çağın içine düştük…
Hayat 40’ından sonra başlar diyorlar; bilmem doğru mu, ulan o zaman geçen 40 yılı neme lazım yaşadık be…
Hürmetlerimle…
Birbirinize emanet olun.
Y.