2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
217
Okunma

Sabah, olduğuna inanılmayacak kadar kuşkulu. Perdelerin arasından sızan ışık, belki de hiç var olmamıştı. İçimde zamanın çizdiği haritayı takip etmeye çalışıyorum, ama tüm yollar sadece bir yerde kesişiyor: kendimde. Bu "kendim" denen şey nedir ki? Bir avuç hücrenin tesadüfi buluşması mı, yoksa evrenin bilinçli bir yansıması mı? Saçma.
Aynaya baktığımda, tanımadığım biri bakıyor gözlerime. "Merhaba," diyorum, sesi yankılanıyor boş odada, "kimsin sen?" Cevap alamıyorum. Normal. İnsanın kendine sorduğu sorular, cevapsız kalmaya mahkûmdur. Biz yalnızca sessizliğin yankılarını dinleriz.
Duvardaki saat, zamanın ağırlığını taşımaktan yorgun. Tik, tak. Tik, tak. Absürd bir tekrar. Her saniye, bir öncekinin aynısı gibi görünse de hiçbiri aynı değil. Nasıl oluyor da aynı nehirde iki kez yıkanamıyoruz? Belki de nehir değişmiyor, biz değişiyoruz. Ya da nehir de değişiyor, biz de.
"Kahve içmek ister misin?" diye soruyorum kendime. "Hayır," diyorum, "istemiyorum." Ama yine de kalkıp mutfağa gidiyorum. Su kaynıyor, kahve kokusu yayılıyor. İnsan kendine karşı bile dürüst olamıyor. Saçma.
İnsan var olmayı seçmedi, ama var olmamanın sorumluluğunu taşıyor. Bu ne acımasız bir oyun. Dolabın üst rafında duran eski fotoğraf albümünü indiriyorum. Sayfalarından geçmiş zamanın kokusu yayılıyor. Dün gibi hatırladığım anlar, şimdi sadece sararmış kâğıt parçaları üzerinde solgun görüntüler. Hangisi daha gerçek? Şu an yaşadığım an mı, yoksa o anı hatırlamak mı?
Düşüncelerim dağılıyor, parçalanıyor, yeniden birleşiyor. Her şey bir halkaya dönüşüyor. Başlangıç ve son arasında sıkışmış bir halka. Doğum ve ölüm. İkisi de benim dışımda gerçekleşen olaylar. İkisi de bana ait değil, ama ikisi de beni tanımlıyor.
Sokağa çıkıyorum. Kalabalık içinde kayboluşun o tuhaf huzurunu arıyorum. İnsanlar koşuşturuyor, her biri kendi hiçliğine doğru. Hepimiz aynı boşluğa düşüyoruz, ama yalnız düşüyoruz. Karşıdan gelen adam, bana bakıp gülümsüyor. Neden? Beni tanıyor mu? Yoksa sadece kendi içindeki bir hayalete mi gülümsüyor?
Bir bankta oturuyorum. Yanımdan geçen genç kız, kendi kendine konuşuyor. "Bugün farklı olacak," diyor, "bugün her şey değişecek." İnanıyor mu gerçekten? Yoksa sadece kendini kandırıyor mu? İkisi de aynı kapıya çıkıyor belki. İnanç ve kandırma. İki kardeş gibi.
Ellerime bakıyorum. Tuhaf uzantılar. Bedenim ve dünya arasındaki arabulucular. Dokunmak, hissetmek, yaratmak ve yıkmak için var olan uzantılar. Bir bardak su tutabilir, bir çiçek koparabilir, bir sayfa çevirebilir ya da bir yüzü okşayabilirler. Ama kendilerini tutamazlar. Gölgelerine bile dokunamazlar.
Cebimdeki not defterini çıkarıyorum. Sayfalarında yarım kalmış cümleler, bitirilememiş düşünceler. "Var olmak..." diye başlayan bir cümle, sonra boşluk. Var olmak ne? Acı çekmek mi? Sevinmek mi? Beklemek mi? Unutmak mı? Hepsi ve hiçbiri.
Gökyüzüne bakıyorum. Bulutlar sürükleniyor, ardında mavi bir boşluk bırakarak. O kadar özgürler ki, benim tüm sınırlarımla, tüm kaygılarımla, tüm varlığımla özgür olamadığım kadar. Ama onlar da bir yere doğru sürükleniyorlar. Belki de özgürlük, nereye gittiğini bilmemektir.
Yeniden eve dönüyorum. Kitaplığımdan bir kitap çekiyorum. Rastgele bir sayfa açıp okuyorum: "İnsan yalnızca kendi seçimlerinin toplamıdır." Saçma. İnsan, seçemediklerinin de toplamıdır. Doğduğu yer, ailesi, genlerini şekillendiren tesadüfler... Seçmediklerimiz, seçtiklerimizden daha mı az biz?
Yağmur başlıyor. Damlalar cama vuruyor, her biri küçük bir patlama. Küçük ölümler. Camda süzülen su damlalarını izliyorum. Her biri kendi yolunu buluyor ama hepsi aynı yere düşüyor. Kader mi bu? Yoksa sadece yerçekimi mi?
Kendime bir soru soruyorum: "Mutlu musun?" Gülüyorum. Ne saçma bir soru. Mutluluk, var olmak için bir gerekçe mi? Yoksa var olmanın bir yan etkisi mi? Mutlu olmak için mi yaşıyoruz, yoksa yaşadığımız için bazen mutlu mu oluyoruz?
Geceyi bekliyorum. Karanlık, aydınlıktan daha dürüst geliyor. Işık, her şeyi gösterdiğini iddia eder ama aslında sadece görmeyi seçtiklerimizi gösterir. Karanlık ise her şeyi eşit mesafede gizler. Demokratiktir karanlık.
Gece geliyor. Yıldızlar beliriyor. Her biri, belki de çoktan ölmüş ışık parçacıkları. Yine de parlıyorlar. Var olmak için görülmeye ihtiyaçları yok. Görülmeleri, var oldukları için. Peki ya ben? Ben de var mıyım, yoksa sadece görüldüğüm için mi varım?
Uyku geliyor. Bilinç yavaşça dağılıyor. Rüyalarımda bile kendimden kaçamıyorum. Orada da benimle buluşuyorum. Başka yüzlerde, başka bedenlerde, başka zamanlarda, ama hep ben. Kaçış yok.
Sabah oluyor. Gün doğuyor. Her şey yeniden başlıyor ama hiçbir şey aynı değil. Nehir değişti, ben değiştim. Yeni bir gün, yeni bir ölüm. Yeni bir doğum.
Ve ben, bu döngünün ortasında, yalnızca bir nokta. Bir hiç. Bir her şey.
İnsan olmak ne garip şey. Ne kadar gülünç, ne kadar acı verici, ne kadar güzel.
Var olmak, belki de sadece bu soruyu sorabilmek: "Neden varım?"
Ve cevabı bulamamak.
Ve aramaya devam etmek.
Ve aramayı bırakmamak.
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (2)