6
Yorum
31
Beğeni
5,0
Puan
664
Okunma

Bilmiyorum, daha kaç kez boğulacak insan kafasının içindeki havuzda.
Eve dönmek istedikçe önüme çıkan engebelere takılıp hendeklere düşüyorum.
Güvenmek, gerçekten de puştluğun kolunda gezen bir şey mi? Hiç mi yok, koşulsuz güvenebileceğimiz biri?
Kimse mi yok?
Sanırım yok!
Bazen, hiç olmaması gereken bir zamanda, öylesine, aklından bile geçmeyen bir durumda buluyorsun kendini… İçi başkaları tarafından boşaltılmış bir havuzda, bir kuyuda.
“İnsan” derken ürperiyorum artık. Kadın, adam… her haliyle insan…
Boşluğa düşen birey, nasıl kalkar oradan ayağa, hiçbir fikrim yok.
Güvenmek, omurgası fıtıklarla dolu, gereksiz bir kavram mı?
Kafamda milyonlarca şey dolaşıyor. Anlam veremediğim, sormaya kendimden başladığım ve ne yaparsam yapayım, mantıklı bir açıklama bulamadığım…
Sırtıma kar yağıyor.
Oysa ben, annemin ölüm haberini beklerken hissediyordum bu soğukluğu.
Kemiklerimin iltihaplı ağrısı, zihnimin duygularımla savaşı bundandı.
“Annem ölürse…” diye başlayan tüm korkularım gölgelendi. Şimdi kendimden korkuyorum daha çok, yaşamaktan.
Kime sarılacağım, bir ölümün yaratacağı o koca boşluğu doldurmak için?
Kime yaslayacağım başımı?
Bir bir hissediyorum onları. Kaburgalarımı bir bir hissediyorum.
Allah şahidim olsun, içtiğim her dal sigaranın katranını tane tane hissediyorum ciğerimde.
Gülüşlerimin yaşlandığını, başımı yaslayacak bir omuz kalmadığını, kendimden bile korktuğumu…
Aptal diye yaftaladığım özümün özrüne sığınıyorum, lakin öyle!
Bunca yıl geçti hayatımdan, bunca yaş ömrümden… Ne zaman akıllanacak akılsız kafam?
Ayaklarımda hissettiğim, ellerimde titreyen üşümeden utanıyorum.
Yüzümün aldığı soluk benizden, soluğumdaki aptallıktan utanıyorum.
İnsana olan güvenimi kaybetmek için neden bu kadar zaman kaybettim, diye de ayrıca hayıflanıyorum.
Sonra düşünüyorum;
Yusuf’u kuyuya atanlar, çocuklara kıyanlar, haneleri yakanlar, bir elma için insanı cennetten kovanlar… Bunları yapan bir bana neler yapmaz?
Hepimiz biliyoruz, Âdem’i cennetten kovanın da insan olduğunu, değil mi? Mutabık mıyız?
Olmayalım!
Hiçbir kimseyle aynı fikirde bile olmak istemiyorum artık.
Kimseye yaslanmak, kimseyle konuşmak, inanmak, güvenmek, dayanıp kuvvet almak… istemiyorum.
İnsanın, en çok da insanı kirlettiği bir zamanda, bu kadar derin duyabilmek ne acı!
Ne acı bana; duygum var.
Ne acı; hassasiyetlerim var.
Ne acı; hâlâ insanlığım var.
İnsan, doğduğu ilk anda mı salıyor onu havaya?
Ciğerlerinden yükselen ilk hıçkırıkta ondan mı oluyor, insanlığından mı?
Bir çocuğun yaptığı kötülüğü konuşurken araştırmacılar, doktorlar, psikiyatristler, istatistikler…
Yetişkinlerin kafasındaki kötülüğe, kötülük yapmak için verdiği çabaya ne isim veriyorlar, bilmek istiyorum.
Bir kediyi döve döve öldüren çocukla, bir başkasına iftira atan insanlar arasındaki farkı bilmek istiyorum.
Bazı açıklamalara ihtiyacım var.
Yeryüzünde iyilerin de olduğuna, insanların bazen iyi de olabildiklerine inanmaya ihtiyacım var.
Geçemiyorum.
Kendimi, sadece çirkinliklerle dolu bir dünyada yaşadığıma inandırmak istemiyorum.
Elbette koşulsuzluk olmalı.
Elbette güven olmalı.
Elbette sevgi olmalı.
Yeryüzünde koşulsuz bir şey olmalı.
İnsanda koşulsuz bir duygu olmalı.
Hiçbir amaç gütmeyen ilişkiler yaşanıyor olmalı.
Birini, sadece sevdiğimiz için seviyor olmalıyız.
Kalbim acıyor.
Başım deli gibi dönüyor.
Binlerce uçurtma vardı kafamın içinde, binlerce renkli balon.
İsterdim ki, yazılarımda olduğu gibi, kargalar patlatsın onları.
Olmuyor, olmuyor!
İnsanlar birer birer çekiyor iplerinden uçurtmalarımın.
İnsanlar beşer onar patlatıyorlar, hem de pençeleriyle balonlarımı.
Tek bir soru kalıyor, sıkmaktan acıttığım dişlerimin arasından geriye:
NEDEN?
Bu kötülük neden?
Bu insan olmamak çabası, bu üzmek, bu yakıp yıkmak, bu komplo, bu savaş, cinayet, intikam…
Bu ölümün içindeki kötülüğün kanlı doğumu NEDEN?
5.0
100% (7)