Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
Zeynep Perçin
Zeynep Perçin
VİP ÜYE

Yangın Müziği

Yorum

Yangın Müziği

( 2 kişi )

0

Yorum

7

Beğeni

5,0

Puan

256

Okunma

Yangın Müziği




Bir evin yanması çok acıklı bir şeydi. Pamuk yataklardan, tül perdelerden, metal eşyalardan tekdüze bir inilti çıkıyordu. Evin içindeki tüm tekstil yandıktan sonra çatıya fırlıyordu alevler, pencerelerden taşıyordu. Evin beton olması ancak iskeletini koruyordu yapının. Bizim evimiz öyle değildi. Kavak ağaçlarındandı. Bundandır ki ateşin sesi biraz da ninni gibi geldi kulaklarıma.

Tiz bir ıslık çalar odun yanarken. Sobadan aşinayım bu sese. Özellikle de ıslaksa henüz, yaşsa. Evimizin tavanını tutan kavaklar kuruydu. Tavandaki uzun kavakların üzerinde samanla karılmış toprağı tutmak için sıra sıra dizilmiş kısa kısa odunlar… onlar da kuruydu. Yaş yoktu ki yanında ağırdan alsın.

Kimsenin elinden bir şey gelmemişti. Uzaktan elleri ceplerinde, evi yanarken izleyecek üç beş komşumuz da yoktu. Annem, abilerim, ablalarım, ben… kimse su dökmemişti. Dökse neye yarardı. Kuru odunlar, kavaklar, yine kalın ağaç gövdesinden sütunlar… çatır çatır teslim olmuştu bile hırçın alevlere. Camlar kırıldı çın çın kırık sesleriyle savruldu sağa sola.

Nice zaman sonra, aşağı köyden birkaç köylü katmış önüne karısını, yana yakıla gelmişlerdi. Bu ilk yangınımız değildi üstelik.

Hanım teyze söylendi durdu, telaşlı adımlarla ah vah edip dizlerini döverek anneme yaklaşırken, “Bedriye ah Bedriye! İşet dedim çocuğu evin her köşesine. Ah Bedriye, ah!” Ablalarımın yüzüne baktım. Bir melanet varmış dediğine göre. Babamdan ötürü evimizi kasıp kavuran kötü bir şey.

“Tek şifası budur,” dedi yineleyerek. Ablamlar nasıl da ürktüler, alevlerin parladığı gözlerinde gördüm. Pis, iğrenç bir şeydi bu. İğrenç bir şeydi lakin Hanım teyzeye göre, tek çaresi de buydu bu uğursuzluktan kurtulmanın. Annem, gözbebeklerinde yükselen alevleri faydasız ıslatıyordu. Ablalarım her bir omzundan tutmuş, sıkı sıkı sarılmış, teselli etmeye çalışıyordu.

Konuştular, konuştular… sonra usul usul küçülmeye başlayan alevlerle birlikte, evlerine çekilmek üzere, annemin omzunu okşayarak geçmiş olsun dileklerini yineleyip, çekip gittiler. Pis köylüler!

Annem, gözlerini, şalvarının lastiğini çekiştirerek kuruttu. Oturduğu kayanın üzerinden kalkıp şöyle usul usul ilerlemeye başladı dumanların yürüdüğü yöne doğru. Takip ettim. Her yerden bir ses yükseliyordu. Sesi kısılan yanık odun çıtırtılarını aşan hışırtılar duyduğumu zannettim. Küçük bir çırpınma duydum hemen ardından. Bu fazlasıyla netti. Fareler! Bir dolu farenin şarkısı, hep bir ağızdan. Alevlerden kaçmak için, birbirlerini çiğneyen, ayak seslerinden melodiler yükselen o fareler…

Annem, dalları toprağı süpüren meşe ağaçlarına yaklaştı. Dikenli yapraklarından bir bir koparıp avucuna doldurdu. Uyuşuk gibiydi. Uyuşuktu! Eksikliğini duyduğu şeyler, avucundaki dikenli yapraklardan daha çok yakıyor olmalıydı oysa canını. Avucunda ezdiği yaprakları çiğnemeye başladı. Acı bir yeşillik sardı dilini. Biliyorum. Çünkü aynı acıyı ben de duydum. Ağzımın içi zehir zemberek, ağzımın içi Türkçede tarifi olmayan o acı… “dal!”

Fareler aynı melodiyle geçiriyordu sağımızdan solumuzdan. Bunu yalnız ben görüyordum.

Ceset gibi yürüyen annem, ağzında duyduğu acıdan olsa gerek, alevleri sönmeye yüz tutunmuş zavallı evimizin önüne döndü. İnsanı ne öldürür? Durduk yerde, kazasız? Bir düşman. Üzüntünü iyi tanıyan biri.

Ben de bir keresinde öldüğümü zannetmiştim. Böyle yangın yeri değildi o zaman ortalık. Evimize biraz uzaktaki kuyumuzdan su çekmiş, kara kazanda ısıttığı suyla cılız bedenime dolanan saçlarımı yıkamıştı annem. Sonra aynı plastik leğende çamaşırları yıkamış, çevredeki çalılara sermişti kurusun diye. Eve döndükten saatler sonra yollamıştı beni “git yıkadıklarımı çalılardan topla da getir,” diye. İşte tam da o zaman ölmüştüm ben.

Yıkanan şalvarımı, yeni yetme memelerimi kaplayan yarım atletimi toplamıştım da donumu bulamamıştım. Aklıma diret aşağı köydeki Ali amcanın torunu gelmişti, Dağo! “Kesin o aldı donumu, şerefsiz!” Bir kaç kez konuşmaya çalışmıştı benimle de kabul etmemiştim bir sene öncesinde. Takıntılıydı pezevenk! Artık don hırsızıydı da.

Nerden gelmişti bilmiyorum ama annemin de aklına ilk o gelmişti. “O şerefsiz, o namussuz almıştır alsa alsa,” demişti. Ne çok kızmıştı bana. Ne hakaretler yağdırmıştı, asla unutmam. Sanki gelip alsın diye donu, ben talimat vermişim gibi sapığa. İşte ben o zaman ölmüş gibi bir şey olmuştum. Babam duyar da canıma kıyar diye soğuk terler atmıştım unutulana kadar kırmızı, kalın lastikli, penye donum.

Annemin evi yanmışken, elbette havada karada öldüğünü hissederdi. Hissedebilirdi. Zira bir dondan daha kıymetliydi elinden kayıp giden. (Ancak dört ay sonra kapandı kırmızı donumun kayıp meselesi. Lakin yıllarca ara ara da kulakları çınlatıldı.)

Ablalarım meşe ağaçlarının altında birbirlerine yaslanmış, eski püskü battaniyemizin altında kıvrılarak uyuyakalmıştı. Abilerim ortalıkta değildi. Kabul etmiş olsalar gerek ki dağılmışlardı. Belki de babamı aramaya gitmişlerdi. Babam, kaç kez yandıysa bu ev, her defasında yoktu ortalıkta. Yine o küçük kayanın üzerine ilişiverdi annem.

Yanına sıvıştım varla yok arası bir kıpırtıyla. Zira eskisi kadar kolay gizleyemiyordum sıska bedenimi. Sonra bir el… kırılgan bir boynun zalimce kıvranışı. Annemin başının arkasındaki kayaya düştüğünü gördüm. Ölse daha iyi diye geçirdim içimden. Evi yanacağına, donu çalınsaydı. Bencillik değildi bu düşündüğüm.

Beynim büyümekle büyümemek arasında, babam, eve dönmekle, dönmemek arasında sıkışmışken başka nasıl düşünebilirdim ki.

Donu çalınsaydı keşke. O’nun acısını da ben bilirim ama. Ne kavağa benzer ne samanla karılmış toprağa. En içimiz. İçliğimiz.

Annemin başı uzunca bir süre yaslandığı kayadan kalkmadı. Gün karardı, karardı, karardı… uzaktan abilerimin sesi çalındı kulaklarıma. Gittikçe yaklaşan ayak sesleri, ayaklar altında çatırdayan irili ufaklı çalılar…

Dolu dolu gak sesiyle göğe kaldırdım başımı, bir dolu karga. Ölüm döşeğindeki birinin ruhunu alıp götürmek üzere dolanıyor gibiydiler tepemizde. Annemi almaya gelmediğinizi biliyorum dedim içimden. Siz erken ölümlerin, bulaşıcı hastalıkların, hepatitlerin, felçler kadar tanıdık çaresizliklerin celladısınız. En az onlar kadar kara bir sürüsünüz.

Uçun, uçun uzaklaşın. Don hırsızını yanlış yerde arıyorsunuz.





Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

Yangın müziği Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Yangın müziği yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Yangın Müziği yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL