İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak daha iyidir. cafer b. muhammed
Feride Temel
Feride Temel

Yeniden Doğmak

Yorum

Yeniden Doğmak

( 1 kişi )

1

Yorum

4

Beğeni

5,0

Puan

369

Okunma

Yeniden Doğmak

Yeniden Doğmak

Soğuk kış ayından sonra baharın gelmesini dört gözle bekliyordum. Mart ayı bizi camdan yeteri kadar baktırmıştı. O sene bahar açık kalan yanlarımızı ısıtmaya geç gelip pir gelmişti.

Şehrin ana büyük bir caddesinde olan büfeye çalışmaya gidiyordum. Yaya yürürken ağaçların çiçek açtığı, havanın ısınmış olduğunu fark etmiştim. Gökten üçüncü cemre de toprağa düşmüştü. İçim kıpır kıpırdı. Tarifsiz, renkli kelebekler kalbimin derin kuyularına uçuyordu. Baharla beraber bende değişim içindeydim. Severdim, doğanın bu yeni halini. Ağaçların pembe, beyaz çiçeklere büründüğü kıyafetlerini, bir nevi kıskanırdım. İnsanın nefesi ve bakış açısıda değişirdi bu renkli doğayla.

Severek gittiğim büfeye telaşla girdim. Eltim Sevim’i bekletmek niyetinde hiç değildim. Geç kalmamaya özen gösterirdim. Beklemeyi sevmediğimden kimseyi bekletmeyide sevmezdim. Ortaklıkta ince ayrıntılara dikkat etmek gerekirdi. Kendi malım olan büfede ikinci içeceği içmeğe çekinirdim. İki tane içtiysem birini çöpün altına saklar üstünü kapatırdım. Ne bileyim işte! Rahat davranamazdım. Çocuklar aldıkları sakızın, cipsin parasını ödemeyi hiç unutmazlardı. Ortaklığı düzgün yürütmenin kuralıydı bu galiba. Eltimle beraber büfeyi vardiyeli çalışarak yürütmeye başlamıştık.

Ortak açtığımız bu büfenin ilk gününü hiç unutamam. Kare biçimde olan küçük dükkanın sabaha kadar raflarını temizleyip, dizmek maceralı geçmişti. Gün doğana kadar uykusuz kalıp, büfeyi hazır hale getirmiştik. Ailece hevesli ve heyecanlıydık. Başımda şef yok, kendimizin şefi olmuştuk. El işinde çalışmayı kısa da olsa görmüştüm.

Üç buzdolabın içini bira çeşitleri, kola, su, fanta, sodayla doldurduk. O kadar sigara çeşitlerini görünce, hiç sigara kullanmayan ben, yarım Almanca’yla nasıl öğrenirim bunları diye çok ürkmüştüm. Müşterinin ne istediğini anlamam için isimlerini bilmem lazımdı. Yüzden fazla sigara çeşitleri vardı. Sigaraların adlarını, okumakla geçirdim ilk haftaları. Kısa bir zamanda dergilerin ismini ve sigaraların ismini öğrenmiştim. Arada yanıldığım olduğu zamanda müşteri kendi parmağı ile gösterirdi.

Büfede her gün farklı insanları tanımak konuşmak beni sosyalleştirmişti. Uzun zaman ev işleri ve çocuklarla uğraşmak ruhu bunaltmıştı. Bu büfe nefes aldığım yer olmuştu. Gazete okumadan hiç durmazdım. Cep telefonları yeni icat olmuştu. Yeni ve pahalı olduğundan kimsede bulunmazdı. Bir gün Türk Star ” isminde bir gazete geldi büfeye. İçini karıştırınca sanat ve kültürel ağırlıklı olduğunu gördüm. Dört sayfası şiirdi. Benimde içimde ukte kalan edebiyat sevgisini bu gazeteyi okuyarak avutuyordum. Sonra ilk şiirlerimi bu büfede yazdım. Gazetenin Frankfurt’ta bulunan bürosuna, yazdığım şiirleri göndermeye başladım. Haftalık olan gazetede şiirlerim yayınlanmaya başlamıştı. Almanya genelinde şiir sevenler bu gazetede buluşmuşlardı.

O akşam gazeteyi okurken, başında kırmızı sarık bağlı bir adam geldi. Ben müşteri diyerek ayağa kalktım. Adam büfenin camına yaklaştı. Akşamları kapıdan alışveriş yapılmazdı. Camdan satış yapardık. Cama yaklaşıp “Buyrun ne istiyorsunuz” diye sordum.
Esmer tenli, orta boylu, pörtlek kızıl gözleri ilk dikkatimi çekendi. Lacivert eski model ceket üzerinden kaçmıştı. Uzak doğulu olduğu giyimi ve fiziki görünümünden anlaşılıyordu. Ben Hindistanlı olduğu kanısındaydım. Yarı aksanlı Almanca’sıyla “Fal bakıyorum. Senin el falına bakayım hanım uzat elini” dedi.
Ben “Yok, gidin ben fal baktırmak istemiyorum” derken elimdeki sigarayı rafa diziyordum.

Ben hiç fal baktırmayan ve inanmayan insandım. İnsanlar geleceklerini merak ettiklerinden falcıya giderlerdi. Avuç dolusu para harcayanları kadınlar arasında duyardım. Falcı iyi şeyler derse sevinip umutlanırlardı. Kötü şey saydıklarında moralleri bozulurmuş. Umutları kırılırmış. Bir nevi gırgırına baktıranda vardı. Bu işi meslek seçen insanlarda çoğalmıştı. Fala düşkün olanlar artınca.

Adam manasız derin bakışıyla beni süzüyordu. İçimi okur gibi bir hali vardı. Burnu yüzüne göre ufaktı. Teni ölü benizliydi sanki. Sarımtraktı. Geleceği Allahtan başka kim bilebilir ki. Bunun gibi adamlarda ortada para kazanmak için dolanırlardı. Falcılık bana her zaman şirk gelmişti. Allah’a ihanet gibi hissettirirdi beni. O yaşıma kadar hiç fala baktırmamıştım.

Ben “Yok gidin“ dedikçe adam yere mıhlanmış gibiydi. Hiç kımıldamadan bana bakıyordu. “İstersen para verme, elini uzatta bakayım” diye inatçılığını sürdürdü. Ben de baksında gitsin düşüncesiyle elimi açtım. “Bak çabuk söyle ve git. Fala inanmıyorum zaten” dedim.
Adam elimin çizgilerine baktı, başladı saymaya. “Temiz bir kalbiniz var. İyi niyetli birisiniz. Özünüz güzel. Kırk dört yaşında bir vaka yaşayacaksınız. O olayı atlattıktan sonra sakin ve huzur içinde geçecek günlerin olacak senin” dedi. “Neme lazım emeği kalmasın” diye on mark cüzdanımdan çıkarıp adama uzattım.

Teşekkür ederken elime baktığı için bir rahatlama vardı adamın üzerinde. Nedenini düşünmedim değildi. Ve başı dik yürüyerek yolun karşı tarafına geçti. Dediklerine hiç takılmadan gece on bire kadar çalıştım. Büfeyi kapatıp, falcıyı ciddiye almadan evin yolunu tuttum. Sonra söylediklerini unutmuştum. O soyka hatırladığım güne kadar.

Ortaklığa son verip evin yüz metre yakınında tekrar büfe açmıştık. Bu işi iyi öğrenmiş ustası olmuştuk.
Bir cumartesi günüydü. Aslında her cumartesi kızım büfeyi açardı. İçime bir şey doğmuş gibi “kızım sen gitme ben açacağım dükkanı” dedim. Saat dokuz da siyah deri çantamı elime takıp büfeye girdim. O gün Amerika’daki ikiz kuleler saldırısının üçüncü senesiydi. İnsanlık tarihinin en ölümcül terör saldırısıydı. Günlerce haberlerde izleyip etkilenmiştik. Zaman zaman esen terör rüzgarı insanın içini karartırdı.

Benimde aklımda televizyonda gördüğüm o çirkin ve korkunç manzara geziniyordu. Büfenin temizliğini yaptım, kovayı içeriye koydum. Oturup gazeteyi okumayı düşünürken bir adam geldi. Gelir gelmez eliyle beni yiterek içecek ambarı olan odaya sürükledi. İyi niyetle gelmedini anlamıştım. Hiç bir şey konuşmadan sert ayakkabısıyla başıma vuruyordu. Ben bayılmıştım. Biraz kımıldayıp kendime geldiğimde boğazımı sıkıca sıktığını, ve elinde küçük kör bir bıçakla oynadığını fark ettim. Yine başıma ayağıyla vurmalara devam ediyordu. İnsanın son anını yaşaması ve düşünmesi kadar acı bir şey yoktu. Acı duymuyor, ölmekle yaşamak arasına gidip geliyordum. Hafifçe gözümü açtım mı ben mi öyle hissettim. Bir ışığın beni koruduğunu gördüm. Süzme parlak bir ışıktı bu. Adam beni öldü diye bırakıp elini kolunu sallayarak gitmişti. Beni içeride dövdüğü zaman, Alman müşterim bir kadın da gelmiş “Hallo hallo“ diye çağırmış. Bekleyen kadının yanında adam, deri çantamı almayı unutmamıştı. Ben ne kadar zaman geçtiğini, ve odadan sürünerek mi yoksa ayağa kalkıp yürüdüm mü hiç hatırlamıyordum. Elime telefonu almış, numara hatırlamaya çalışıyordum. Eltimle çalıştığım büfenin numarasını doğru çevirmiştim. Aradığımda oğlu çıkmıştı. “Bir adam geldi beni öldürmeye haber ver” Kemal dedim. Alman sarı saçlı kadına, bana yardım et, tel numaraları hatırlamada diye yalvardığımı hatırladım. Karşıda oturan komşu kadının biri havlu getirip kanayan yerleri bastırmış. Sonradan anlattılar. Ben anlamıyordum. Kadın “Polis gelir şimdi“ dermiş ama ben duymuyordum. Kaburgalarını sayıyordum kısık sesimin.

Ondan sonra kendimi beyaz çarşaflı bir odada buldum. Hastanedeydim. Yüzümün kemiği kırılmış, göğsümde ve elimde bıçak yaraları ameliyat edilmişti. Kalkıp lavaboya gittiğimde aynaya baktım. Yüzümü ilk defa görmüştüm. Savaş alanı gibiydi. Kendi yüzümden eser yoktu. Tanınmayacak şekildeydim.

Rabbime şükürler olsun. Beni koruduğuna ve yanımda olduğuna. Beni koruyanın Rabbim olduğuna emindim. Anlatılmaz yaşanır bir durumdu. Eş ve dostlarım iyiliklerin korumuş seni dediler. Başımda çocuklarım, eşim, ve duyan dostlarım vardı. Büyük bir travma yaşıyordum. Narkotik polise anlatmaya gittiğimde beş yüze yakın sabıkalı fotoğraflar gösterdiler. Tanıyamadım. Bir ay sonra eve geldikten sonra ilk işim büfeye gitmek oldu. Yaşadıklarımı gözümde canlandırmaya başladım. Olayı analiz ediyordum. Dedektifliğim tutmuştu. Sokakta dolaşıp her yüze bakıyor inceliyordum. Kendimce bulup polise teslim etmek istiyordum. Kişiyi tarif ettiğimde robot resmi gazetelerde çıkmış aranıyordu. Radyo ve televizyon haberlerinin ilk haberi o vaka olmuştu.

Korkunun ecele faydası yoktu. Cesaretli olmam lazımdı yaşamak için. Büfeye tekrar çalışmaya başladım. Her gelen müşteriye dikkatle bakıyor sprey gazını elimde tutuyordum. Bir müşteri kadın geldi. Nasıl olduğumu sordu. Önce tanımadım. “O gün burada olan kadın bendim. Doğru ifade vermedim. Korktum” dedi. “Neden tam anlatmadın” dediğimde geveledi durdu. Ve çarpık çarpık yürüyerek gitti. Yine çalıştığım bir günde o Hindli sandığım falcının söylediği aklıma geldi. Yaşadığım o olayda kırk dört yaşında olduğumu hatırladım. “Tesadüfün bu kadarı oluyormuş meğer” dedim. Devamlı sızan damdaki çatlak gibiydim. Kolay geçmedi o günler. Dilimde ve kalbimde o kara günden sonra şükürlerim mavi bir nehir gibi aktı. Hayata daha sıkı sarılıp nefes almanın değerini anlamaya çalışıyordum.

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Yeniden doğmak Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Yeniden doğmak yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Yeniden Doğmak yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
turgaykurtulus
turgaykurtulus, @turgaykurtulus
4.3.2025 15:09:15
Hayatın içinden, insanın iliklerine işleyen bir hikâye… Cesaretin, inancın ve yaşama tutunmanın ne demek olduğunu o kadar güçlü anlatmışsınız ki, kelimeleriniz okuyanın yüreğine işliyor. Korkuya rağmen ayağa kalkmak, hayata devam etmek ve şükretmek… İşte gerçek direniş bu! Sizi koruyan Rabb’e, sizi tekrar hayata döndüren o ışığa selam olsun. Kaleminize sağlık, böylesine derin bir yaşanmışlığı bizimle paylaştığınız için teşekkürler!
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL